M. Çubukçu: Bahar havasını kim dağıttı?

'Güneydoğu'da ne AKP tek başına politika yürütebilir, ne de DTP’nin olmadığı denklem çözüm çabalarına katkıda bulunabilir.'

29 Mart öncesindeki iyimser havanın, bu kadar çabuk tersine dönebileceğini kimse düşünmüyordu. Herkes bir bahar beklentisi içindeydi. Peki, neydi bu beklenti? Birincisi, Irak Kürt Bölgesi’nde Erbil Konferansı düzenlenecek, Kürt meselesi ve PKK konusunda yeni çağrılar yapılacak, belki yeni açılımlar gündeme gelecek, hatta PKK’nın bir vadede silah bırakması bile tartışılacaktı.

Irak Cumhurbaşkanı Celal Talabani’nin bu konuda erken açıklama yapması sanki prematüre doğuma neden oldu. Zemini, içeriği, katılımcıları bile belli olmayan “iyi” bir fikir, daha fikir aşamasında sekteye uğradı.

İkincisi, 29 Mart seçimlerinde DTP’nin AKP’ye üstün gelmesi Güneydoğu’da havayı yumuşattı. Bu bahar ve yaz aylarının sakin geçebileceği umudunu doğurdu.

Bu iki süreci birlikte değerlendirdiğimizde AKP’nin Erbil Konferansı ile kendi adına bir adım öne geçme girişimi, 29 Mart’ta DTP’nin zaferi ile dengelenmiş oldu. Bu denge karşılıklı olarak “bir şeylerin” yapılabileceğini, moda tabiriyle empati zorunluluğunu ortaya koydu: Yani ne AKP tek başına bölgede politika yürütebilir, ne de DTP’nin olmadığı denklem çözüm çabalarına katkıda bulunabilirdi.

AKP ERBİL’İ KENDİNE TAHVİL ETMEK İSTEDİ
Ancak olmadı. Erbil Konferansı gereksiz açıklamalar ve temelsiz beklentilerle, 29 Mart sonrası iyimser hava da tutuklama kampanyalarıyla hayal kırıklığına dönüştürüldü.

Çünkü Erbil süreci, Kürt meselesiyle ilgili-ilgisiz birçok kişi, sağ muhafazakâr-liberaller, AKP yanlısı yazarlar tarafından bir anda “PKK’yı tasfiye konferansı”na çevrildi.

Kürt sorununda çözümü tek başına AKP’nin gerçekleştireceği, bunun için tüm adımların atıldığı, Ankara-Bağdat-Washington arasında halledildiği havası yaratıldı. Yine bu yazar taifesi ’nin kendi sorunu olan bu durumu biraz da dışarıya havale ederek, AKP eliyle Iraklı Kürtler üzerinden çözülebileceğini düşündü. Ancak, yanılsama, manipülasyon ya da Kürt sorunundaki bilgi eksikliği sonucunda yine başlanılan noktaya geri dönüldü. Hükümet ise bu Erbil sürecini “PKK’nın katılmaması”, “PKK’ya silah bıraktırılması” noktasına getirerek bilinçli bir şekilde sekteye uğrattı.

Kürt meselesinin ruhunu bilmeyen, PKK’nın bitmesi ile bu sorunun çözüleceğini düşünen yazar ve siyasiler hala bu işi günlük siyasete tahvil etme derdinde: Yani “başarı bizimdir” tarzı sorunu çözmeye yönelik olmayan girişimler, bu sorunun tek bir parti ya da iradenin çözebileceğine dair anlayışlar aşılabilmiş değil.

PKK DETAYDI, ANA KONU DEĞİL
Üstelik, Erbil Konferansı’na kendi çizmek istediği çerçevede gidilmeyeceğini anlayan hükümet, çok fazla çaba göstermedi. Oysa Erbil Konferansı’nın Talabani’nin sözlerine karşılık Mesud Barzani’nin inisiyatifi dışından düzenlenemeyeceği biliniyordu. Barzani ise bu konferansı PKK’nın tasfiyesi ya da doğrudan silah bırakma çağırısı değil, bütün Kürtlerin katılacağı bir buluşma olarak tasarlıyordu.

Barzani açısından PKK konusu konferansın önemli detaylarından biriydi, ama asla ana konusu olmayacaktı. Nitekim Erbil’den gelen haberler Barzani’nin “tezgaha” gelmek istemediği ve konferansın süresiz ertelendiği yönünde. Bahar değil sonbahar bile iyimser bir tahmin. Evet, AKP’nin Irak Kürt Yönetimi ile ilişkileri ilerlettiğini ve geliştirdiğini, eski düşmanlık havasını dağıttığını teslim etmek gerekir. Ama o kadar.

DTP DIŞLANMAK İSTEMİYOR
İçeride ise 29 Mart sonrası Güneydoğu’da oluşan olumlu hava bir anda tersine döndü. DTP’ye karşı başlatılan gözaltı ve tutuklama kampanyası bölgede daha farklı algılandı. DTP Genel Başkanı Ahmet Türk “bunu hükümetin seçim sonuçlarını hazmedememesine” bağlıyor. Oysa 29 Mart seçimleri sonrası PKK tek taraflı ateşkesi Haziran ayına kadar uzattığını açıklamıştı. Ama son tutuklama operasyonu sonrası “durumu yeniden gözden geçirmeye” karar verdiler.

DTP 29 Mart sonrası gelişmeleri hayra yormuyor ve hükümeti süreci keskinleştirmekle suçluyor. Yani seçim sonrası uygulamalar "DTP’nin PKK’lılaştırılması" gibi tehlikeli bir noktaya gidiyor. Yine DTP bu süreçte “sine-i millet”e dönme gibi tehlikeli olabilecek girişimlerin ipuçlarını veriyor.

DTP’nin sine-i millete dönme yerine, elinde bulunun 99 belediyede, tüm olanaksızlıklara rağmen, her anlamda iyi bir belediyecilik yapmayı başarmak için çaba göstermesi gerekiyor. Çünkü siyaset yapmanın birçok yolu olduğunu DTP de biliyor. Bu konuda partinin çeşitli girişimleri de mevcut. Birçok engellemeye rağmen bunu başardığı oranda yeni bir siyasetin, alternatif bir belediyeciliğin temellerini de atabilirler.

Şimdi DTP “demokratik özerklik” ve Öcalan’a “Mandela modeliyle” özgürlük stratejisini öncelik olarak görüyor. Demokratik özerklik tartışılabilir ama şu anda Mandela örneği pek mantıklı görünmüyor. Kısaca, DTP’nin dışlandığı oranda bazı politikaları zorlaması ve süreci keskinleştirmesi ihtimali mevcut. Bir de tabii ki muhtemel PKK eylemleri. Bahar’ın soğuk bir kışa dönüşmemesi için çabalamak gerekiyor.

Sayfa Yükleniyor...