Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın 12 Haziran'dan sonra referanduma sunmayı düşündüğü başkanlık sistemi ile ilgili olarak Prof. Dr. Serap Yazıcı Türkiye'nin bu sisteme geçememsi gerektiğini belirtti.
Yazıcı konuyla ilgili görüşlerini şöyle dile getirdi; "Ben bundan önceki çalışmalarımda da Başkanlık sisteminin çok cazip olmadığını, Türkiye’de bu sisteme geçme yönündeki eğilimlerin isabetli olmadığını hep belirttim. Başkanlık sistemi yasama ve yürütme kuvvetlerinin sert ve kesin olarak birbirinden ayrıldığı bir sistem. Bu şunu ifade ediyor, yürütme gücünün yegane sahibi olan başkan, halk tarafından belirli bir süre için, sabit bir görev süresi için seçilmektedir.
Aynı zamanda yasama gücünü temsil eden ve bu sistemlerde genellikle kongre olarak adlandırılan organın üyeleri de gene sabit bir görev süresi için halk tarafından seçilmektedir. Buradaki sabit görev süresi ifadesi çok önemli, çünkü her iki organın da birbirlerinin hukuki varlığını sone erdirecek yetkilerinin olmadığını gösteriyor. Ne başkan kongreyi feshedebilir ne de kongre başkanı düşürebilir. Tek bir istisnası var başkan yönünden, vatan hainliği gibi çok ağır sebeplerle kongre başkanı itham edebilir, yani impeachment yöntemi ile düşürülmesini sağlayabilir.
Türkiye’de başkanlık sisteminin ilk telaffuz edildiği 1980’lere dönersek, o tarihlerde 12 Eylül öncesinde, Türkiye’nin en büyük problemi hükümet istikrarsızlığıydı. Buna çare olarak bazı çevreler başkanlık sistemine geçilmesini önermişlerdi. Bugün Türkiye’de hükümet istikrarsızlığı sorunu mevcut değil. Dolayısıyla bugün neden böyle bir öneri ortaya atılmıştır. Bunu düşünmemiz gerekir.
1980’lerden bu yana Turgut Özal, Süleyman Demirel ve Tayyip Erdoğan bu sisteme geçiş yönünde arzuları olduğunu belirtmişlerdir. Bu üç liderin ortak bir paydası var, üçü de kişisel karizmalarına güvenen, Türkiye’de köklü dönüşüm politikalarını yürürlüğe koymak isteyen, bu politikaları yürürlüğe koyarken parlamentonun, hatta belki bakanlar kurulunun da engelleyici rolünden kurtulmak, tamamen tek başına hareket etmek isteyen kişiler. Fakat burada bir hususu gözardı ediyorlar, aslında parlamenter bir başbakan, başkanlık sistemindeki bir başkandan çok daha güçlü pozisyondadır.
Objektif olarak düşünürsek, Türkiye’nin siyasal kültürü, partilerin yapısı, partilerin çok sayıda olması, uzun süredir devam eden kutuplaşma eğiliminin kuvveti ve parti liderlerinin hali hazırda kişiselleşme yönünde güçlü eğilimler sergilemesi, başkanlık sistemine geçilmesi halinde, Türkiye’deki modelin, Latin Amerika’dakine benzeyeceği izlenimi uyandırıyor. Bu yüzden bu olumsuz örnekleri dikkate aldığımızda, böyle köklü bir sistem değişikliğine gitmek isabetli değildir. Bence Türkiye’de demokrasinin geleceğini çok olumsuz etkileyecektir. Türkiye’nin böyle bir değişiklik yapmayacağını ümit ediyorum."
ERGİL: ABD'DEN DERS ALMALIYIZ
NTV'de Oğuz Haksever'in sunduğu Soz Söz programına katılan ProfDr. Doğu Ergil de sistemin ABD'de nasıl işlediğini açıkladıktan sonra Türkiye'de önce mevcut parlamenter sistemin iyileştirilip denenmesi gerektiğini ifade etti.
Ergil, "Ben ABD’yi ‘başkanlık sistemi’ konusunda bir örnek olmaktan çok dersler alabileceğimiz bir ortam olarak algılıyorum. ABD’nin kurucuları iki şeyden korkuyordu. Birincisi güç tekelleşmesinden yani bir kişinin gücü elinde tutup tahakküm oluşturmasından. İkincisi, çoğunluk tahakkümünden de korkuyorlardı. O yüzden hep temsili sistemi yeğlediler. Bu temsili sistem halkın iradesi ve onun seçtiği temsilcilerin de birbirini denetlemesine dayanıyordu.
Bir alt meclis var. Parlamento içinden hükümet çıkan Meclis’tir. ABD Meclis’inden hükümet çıkmıyor. Alt kanatta Temsilciler Meclisi var. Burada 2 yılda bir seçim oluyor. Ve nüfusa göre temsilci seçtiriyor. Senato’da ise küçük büyük fark etmeden her eyaletten iki temsilci gönderiyor. Bir tür akil adamlar meclisi gibi alt meclisten çıkan yasaları da Anayasa Mahkemesi’ne gitmeden denetliyorlar.
Bu iki Meclis birbirini denetlerken aynı zamanda hem devlet başkanı hem de hükümet olan Başkan’ı denetliyor. Yardımcılarının hepsi sekreter. Yardımcıları Meclis’e karşı değil başkana karşı sorumluluar. Başkan istediğini getirip istediğini götürebiliyor. Seçtiği kişileri Meclis’in yani Senato’nun onaylanması lazım. Meclis başkanı sadece impeachment yöntemi ile düşürebiliyor. Burada da kriter kamuoyuna yalan söylemesi. Senato o zaman mahkeme yerine geçiyor ve Anayasa Mahkemesi Başkanı Senato’nun başına geçerek azil işlemini yürütüyor. Senato başkanın bir kararını da veto edebiliyor.
Yargı da mutlak biçimde bağımsız yargı da hakemlik görevini yapıyor. Bu kuvetler ayrımını birbirini engellemek için değil, aşırı engellemek için var. Orada devletler var, Amerika Birleşik Devletleri. Biz eyalet diyoruz ancak onlar devletlerdir. Bütün bunlar birbirini dengeliyor. Bizim gibi daha kendi içinde istikrara kavuşmamış toplumda çok güçlü bir yürütme o istikararı sağlayabilecek mi yoksa istikrarsızlığı mı arttıracak o belli değil.
Ben başkanlık sistemi kötüdür, Türkiye bu sisteme geçmesi demiyorum ama önce parlamenter sistem düzeltilmeli ve denemeli. 1923 Anayasası, Atatürk’ün Cumhurbaşkanı olduğu Anayasa’da, Cumhurbaşkanı’nın sembolik güçleri vardır, Atatürk’ün güçlü biri olmasına karşın. 1961’den sonra Cumhurbaşkanı güçlendirmeye çalışılmış, 1982’den sonra icra organının üzerinde bir güç verilmiştir.
Son zamanda Abdullah Gül’ün Cumhurbaşkanı seçilmesini engellemke için halka seçtirdiler. Cumhurbaşkanını halkın seçmesi yarı başkanlık sisteminin ilk şartının uygulanmasıdır. Şimdi bir anormallik var. Ya Cumhurbaşkanı seçildikten sonra parlamenter sistemde olmaması gereken yetkilerini kullanacak ve yarı başkanlık sistemine geçilecektir ya da yetkilerini devredecek ve parlamenter sistem devam edecektir" dedi.
Yazıcı konuyla ilgili görüşlerini şöyle dile getirdi; "Ben bundan önceki çalışmalarımda da Başkanlık sisteminin çok cazip olmadığını, Türkiye’de bu sisteme geçme yönündeki eğilimlerin isabetli olmadığını hep belirttim. Başkanlık sistemi yasama ve yürütme kuvvetlerinin sert ve kesin olarak birbirinden ayrıldığı bir sistem. Bu şunu ifade ediyor, yürütme gücünün yegane sahibi olan başkan, halk tarafından belirli bir süre için, sabit bir görev süresi için seçilmektedir.
Aynı zamanda yasama gücünü temsil eden ve bu sistemlerde genellikle kongre olarak adlandırılan organın üyeleri de gene sabit bir görev süresi için halk tarafından seçilmektedir. Buradaki sabit görev süresi ifadesi çok önemli, çünkü her iki organın da birbirlerinin hukuki varlığını sone erdirecek yetkilerinin olmadığını gösteriyor. Ne başkan kongreyi feshedebilir ne de kongre başkanı düşürebilir. Tek bir istisnası var başkan yönünden, vatan hainliği gibi çok ağır sebeplerle kongre başkanı itham edebilir, yani impeachment yöntemi ile düşürülmesini sağlayabilir.
Türkiye’de başkanlık sisteminin ilk telaffuz edildiği 1980’lere dönersek, o tarihlerde 12 Eylül öncesinde, Türkiye’nin en büyük problemi hükümet istikrarsızlığıydı. Buna çare olarak bazı çevreler başkanlık sistemine geçilmesini önermişlerdi. Bugün Türkiye’de hükümet istikrarsızlığı sorunu mevcut değil. Dolayısıyla bugün neden böyle bir öneri ortaya atılmıştır. Bunu düşünmemiz gerekir.
1980’lerden bu yana Turgut Özal, Süleyman Demirel ve Tayyip Erdoğan bu sisteme geçiş yönünde arzuları olduğunu belirtmişlerdir. Bu üç liderin ortak bir paydası var, üçü de kişisel karizmalarına güvenen, Türkiye’de köklü dönüşüm politikalarını yürürlüğe koymak isteyen, bu politikaları yürürlüğe koyarken parlamentonun, hatta belki bakanlar kurulunun da engelleyici rolünden kurtulmak, tamamen tek başına hareket etmek isteyen kişiler. Fakat burada bir hususu gözardı ediyorlar, aslında parlamenter bir başbakan, başkanlık sistemindeki bir başkandan çok daha güçlü pozisyondadır.
Objektif olarak düşünürsek, Türkiye’nin siyasal kültürü, partilerin yapısı, partilerin çok sayıda olması, uzun süredir devam eden kutuplaşma eğiliminin kuvveti ve parti liderlerinin hali hazırda kişiselleşme yönünde güçlü eğilimler sergilemesi, başkanlık sistemine geçilmesi halinde, Türkiye’deki modelin, Latin Amerika’dakine benzeyeceği izlenimi uyandırıyor. Bu yüzden bu olumsuz örnekleri dikkate aldığımızda, böyle köklü bir sistem değişikliğine gitmek isabetli değildir. Bence Türkiye’de demokrasinin geleceğini çok olumsuz etkileyecektir. Türkiye’nin böyle bir değişiklik yapmayacağını ümit ediyorum."
ERGİL: ABD'DEN DERS ALMALIYIZ
NTV'de Oğuz Haksever'in sunduğu Soz Söz programına katılan ProfDr. Doğu Ergil de sistemin ABD'de nasıl işlediğini açıkladıktan sonra Türkiye'de önce mevcut parlamenter sistemin iyileştirilip denenmesi gerektiğini ifade etti.
Ergil, "Ben ABD’yi ‘başkanlık sistemi’ konusunda bir örnek olmaktan çok dersler alabileceğimiz bir ortam olarak algılıyorum. ABD’nin kurucuları iki şeyden korkuyordu. Birincisi güç tekelleşmesinden yani bir kişinin gücü elinde tutup tahakküm oluşturmasından. İkincisi, çoğunluk tahakkümünden de korkuyorlardı. O yüzden hep temsili sistemi yeğlediler. Bu temsili sistem halkın iradesi ve onun seçtiği temsilcilerin de birbirini denetlemesine dayanıyordu.
Bir alt meclis var. Parlamento içinden hükümet çıkan Meclis’tir. ABD Meclis’inden hükümet çıkmıyor. Alt kanatta Temsilciler Meclisi var. Burada 2 yılda bir seçim oluyor. Ve nüfusa göre temsilci seçtiriyor. Senato’da ise küçük büyük fark etmeden her eyaletten iki temsilci gönderiyor. Bir tür akil adamlar meclisi gibi alt meclisten çıkan yasaları da Anayasa Mahkemesi’ne gitmeden denetliyorlar.
Bu iki Meclis birbirini denetlerken aynı zamanda hem devlet başkanı hem de hükümet olan Başkan’ı denetliyor. Yardımcılarının hepsi sekreter. Yardımcıları Meclis’e karşı değil başkana karşı sorumluluar. Başkan istediğini getirip istediğini götürebiliyor. Seçtiği kişileri Meclis’in yani Senato’nun onaylanması lazım. Meclis başkanı sadece impeachment yöntemi ile düşürebiliyor. Burada da kriter kamuoyuna yalan söylemesi. Senato o zaman mahkeme yerine geçiyor ve Anayasa Mahkemesi Başkanı Senato’nun başına geçerek azil işlemini yürütüyor. Senato başkanın bir kararını da veto edebiliyor.
Yargı da mutlak biçimde bağımsız yargı da hakemlik görevini yapıyor. Bu kuvetler ayrımını birbirini engellemek için değil, aşırı engellemek için var. Orada devletler var, Amerika Birleşik Devletleri. Biz eyalet diyoruz ancak onlar devletlerdir. Bütün bunlar birbirini dengeliyor. Bizim gibi daha kendi içinde istikrara kavuşmamış toplumda çok güçlü bir yürütme o istikararı sağlayabilecek mi yoksa istikrarsızlığı mı arttıracak o belli değil.
Ben başkanlık sistemi kötüdür, Türkiye bu sisteme geçmesi demiyorum ama önce parlamenter sistem düzeltilmeli ve denemeli. 1923 Anayasası, Atatürk’ün Cumhurbaşkanı olduğu Anayasa’da, Cumhurbaşkanı’nın sembolik güçleri vardır, Atatürk’ün güçlü biri olmasına karşın. 1961’den sonra Cumhurbaşkanı güçlendirmeye çalışılmış, 1982’den sonra icra organının üzerinde bir güç verilmiştir.
Son zamanda Abdullah Gül’ün Cumhurbaşkanı seçilmesini engellemke için halka seçtirdiler. Cumhurbaşkanını halkın seçmesi yarı başkanlık sisteminin ilk şartının uygulanmasıdır. Şimdi bir anormallik var. Ya Cumhurbaşkanı seçildikten sonra parlamenter sistemde olmaması gereken yetkilerini kullanacak ve yarı başkanlık sistemine geçilecektir ya da yetkilerini devredecek ve parlamenter sistem devam edecektir" dedi.