Bakan Fidan: "İran ve Rusya ile konuştuk, o akşam Esad gitti"

Suriye tarihi bir dönemden geçiyor. Esad rejimi sonrası geçiş sürecinin nasıl olacağı, bundan sonra nasıl bir yol izleneceği merak konusu. Dışişleri Bakanı Hakan Fidan özel bir röportajla konuk olduğu NTV'de Seda Öğretir'in sorularını yanıtladı.

Haberler NTV 13.12.2024 - 21:32 Son Güncelleme : 14.12.2024 - 00:25

Suriye tarihsel bir kırılma noktasından geçiyor, 61 yıllık Baas rejiminin çöktüğü, yeni bir sayfanın açıldığı bir dönemdeyiz. Neredeyse 14 yıllık iç savaşın ardından ESAD Rejiminin 10 gün içinde yıkıldığına tanık olduk. Hakan Fidan, 14 yıllık tüm bu sürecin bizzat içerisinde yer almış bir isim. Sürecin en kritik aşamalarında hayati kararların alınmasında bizzat rol oynadı.

İstihbarat Başkanlığı döneminde uluslararası koalisyonun kuruluşundan DAEŞ ve PKK ile mücadeleye, Astana Sürecinden siyasi sürecin teşvikine kadar Suriye’deki gidişata yön verdi.

Dışişleri Bakanlığı döneminde de Suriye dosyasını MİT, MSB gibi devlet kurumlarıyla çok yakın bir eşgüdümle yürütüyor.

Kendisi, İdlib’ten başlayıp Şam’da biten sürecin de en önemli aktörlerinden birisi.

Bu uzun süreçte Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın liderliğinde çok farklı aşamalardan geçildi, stratejik kararlara imza atıldı. Şimdi yeni dönemde neler olacağı tabii ki merak ediliyor.

Bakan Fidan sözlerine şöyle başladı:

Tabii yaklaşık 14 yıl oldu. Uzun bir süre. Sürecin başından beri de içinde oldum. Yani o kadar çok şey var ki neresinden başlayalım neyi anlatalım nasıl anlatalım. İç savaş 2011’de başladı. Suriye o dönem yani bölgede olan Arap baharından hareketle iç karışıklıkların artık tavan yaptığı bir andı. Suriye halkı yanlış yönetinden kaynaklanan ezikliğini, eksikliğini, baskıyı bir nevi protesto etti. Ve iç savaş başladı. İç savaş bizim hemen yanı başımızda olduğu için bizim ülke olarak hem terörizme karşı hem diğer karşıtlıklara karşı göçe karşı bir refleks geliştirmemiz gerekiyordu. Devletimiz krizin başından beri bütün organlarıyla bu krizi çok yakından takip etti. Öncelikle bunu söylememiz lazım. Bu türden karmaşık jeostratejik çok aktörlü konulara devlet bütün organlarıyla bakar, çok fazla ses çıkarmaz, çok yakından takip eder, çok yakından karar alma mekanizmalarını kurar. Sayın Başbakanımızın başbakanlığı döneminden itibaren başlamış olan bir konuydu. O zamanki MGK'larda daha sonra Kabine toplantılarında 14 yıl boyunca bu konu her zaman için bizim MGK ve Bakanlar Kurulunda bu konu muhakkak vardı. Ben herhalde sen cumhurbaşkanımızdan sonra MGK'ya en uzun süredir devam eden bir şahıs olarak bütün MGK'ları hatırlıyorum. Bu konuda çok yakından bütün kurumlarla beraber takip edildi.

Yani şahsen Suriye'yi düşünmediğim hiçbir mesai günüm başka normal günüm de olmadı. Yani bu konu bizim her zaman gündemimizdeydi. Gerçekten Cumhurbaşkanımızın önderliğinde çok nitelikli kamu görevlileri ile siyasetçilerle bu konunun üstesinden geldik. Yani konu çok katmanlı bir konu biliyorsunuz. Terörle mücadele PKK ile mücadeleye bakan yönü var, DEAŞ’la mücadeleye bakan yönü var, jeostratejik mücadele var, yani Amerika var, Avrupa ülkelerinin bir kısmı var, Rusya var, İran var, İsrail bir taraftan saldırıyor. 14 yıl boyunca bu kadar kapsamlı karmaşık bir konuyu devletimize ve milletimize en az hasarlarla nasıl atlatırız bu süreçleri nasıl planlarız, oradaki aktörlerin tavırlarını, hareketlerini nasıl okuruz, nasıl karşı tedbir geliştiririz, diplomatik tedbirlerimiz ne olacak, istihbari tedbirlerimiz ne olacak, yeri geldiği zaman askeri tedbirlerimiz nasıl olacak? Bütün bunların hepsi gerçekten çok yoğun bir mesai gerektirdi. Çok yakından takip ettik. Sayın Başbakanımız o dönem başbakandı Cumhurbaşkanımız, hem başbakanken hem Cumhurbaşkanı iken siyasi iradenin kaynağı iken her zaman için bu meselenin arkasında durdu. Suriye halkının arkasında durdu. Zaten oradan aldığımız güçle bizde profesyonel bütün metotları geliştirerek bu krizi hem uluslararası ortaklarımızla hem yerel ortaklarımızla yürütmeye çalıştık.

Biz bu sorunla karşılaştığımız zaman Seda Hanım bizim niyetimiz ve politikamız belliydi. Biz sorundan önce de Suriye halkının iyiliğini istiyorduk. Onun için Esad yönetimi ile iyi bir ilişki başlatılmıştı. Sorundan sonra da Suriye halkının çıkarına ne olur hep öyle yaklaştık. Bu yaklaşımımızdan dolayı aslında ilk başta zarar ediyor gibi gözüksek de ama uzun vadede çok şükür bugün olduğu gibi aslında daha iyi bir noktaya gelinmesi de mümkün olabiliyormuş. Bütün dünya bunu gördü. Yani bölgesel bazı aktörlerin küresel bazı aktörlerin çıkar hesaplarıyla Suriye halkının bütünlüğünü hayatını hiçe sayarak jeostatjik ve mekanik kararlar alması aslında kısa vadede fayda getiriyor gibi gözükse de uzun vadede bir problem alanı olarak onlar için de bölge içinde ortaya çıkıyor. Zaman zaman çok karamsar noktalara geldiğimizi anlar oldu. Yani Halep'in düşmesi, bir takım kuşatmaların yaşanması daha sonra yaptığımız Astana süreçleriyle başlayan dönem, İdlib’e çekilmemiz vesaire bütün bu süreçlerde çok kritik stratejik kararlar alınması gerekti.

Daha sonra terörle mücadelede başlatılan ciddi operasyonlar var, yani birazdan belki konuşuruz. Fırat Kalkan Harekatı 2016'dan itibaren daha sonra 2018'de Barış Pınarı, daha sonra 2019'da Zeytin Dalı bunların hepsi arka arkaya gerçekten hem muhlif dost unsurlarıla hem silahlı kuvvetlerimizle ele ele verip yaptığımız operasyonlar oldu. Türkiye bu süreç içerisinde hem terörle mücadelesini en iyi şekilde yaptı hem yani bölgede rakip ama küresel manada müttefik olmak zorunda olduğu Rusya, Amerika, İran gibi aktörlerle de kimsenin aslında yani herkesin anlamakta zorluk çektiği bir ilişki tarzı geliştirdi. Bunlar tabi hepsi ilgilenen aktörlerin yakından baktığı konular. Ayrı ayrı tahlile muhtaç konular ama zaman oldukça belki tartışırız.

- Peki Suriye Milli Ordusu nasıl kuruldu? Türkiye, SMO konusunda farklı bir tutum izledi. Başka ülkeler desteğini çekmesine rağmen Türkiye desteklemeye devam etti. Bunun nasıl bir faydası oldu?

Suriye halkı krizin ilk başladığı andan itibaren, iç savaşın başladığı, 2011 Mart'ta başladı, yazdan itibaren kendisini örgütlemeye başladı. İlk önce Özgür Suriye Ordusunu kurdular kuzeydeki unsurlar. Daha sonra 2016'ya kadar Özgür Suriye Ordusu faaliyetini sürdürdü. Altında da çeşitli gruplar vardı. Astana sürecini başlattıktan sonra, Halep boşaltıldıktan sonra 2017'de o zaman kadar Suriye'nin Dostları Platformu vardı. Bunlar orta doğudan Avrupa'dan Amerika'nın da dahil olduğu aktörlerin bulunduğu Suriye'nin Dostları Platformu, Suriye muhalefetinin her zaman yanında olmuştu uluslararası arenada. Fakat bir müddet sonra bunlar özellikle 2016'dan sonra Amerika'nın bir fikir değiştirmesi ile hem bölgedeki bazı aktörler hem Avrupalı aktörler alandaki stratejileri değiştirdiler. Muhalefetin aktif desteklenmesinden DEAŞ’la mücadeleye stratejiyi kaydırdılar. Tabii bu daha sonra onlar için inanılmaz derecede stratejik problemler çıkardı, başka yerde de etkilerini gördüler. Ben burada detayına girmek istemiyorum ama onlarla baş başa olduğum zaman söylüyorum söyleyecek hiçbir şeyleri yok. O zaman da söylemiştim, ‘Siz burada bu adamı atarsanız Ruslar bunu okurlar ve başka yerde başka adım atarlar. Kurtulamazsınız bundan’. Ama dar görüştük zaten çaresi olan bir hastalık değil maalesef yani dinlemediler ve başka bir yerde başka daha büyük bir problemle şu anda başbaşalar.

O dönem Özgür Suriye Ordusu Suriye Milli Ordusuna dönüştürüldü. Türkiye Cumhurbaşkanımızın aldığı bir kritik kararla Suriye halkının yanındayız dedi, bütün dünya terk etse de biz yanındayız. Dost unsurlar, Suriye Milli Ordusu neden önemli? Biraz onu anlatmak lazım tabii kamuoyunu bilgilendirmek için. İki tane husus var bizim için önemli. Şimdi biz Suriye'deki savaştan dolayı milyonlarca insanın evini terk etmesinden dolayı ev sahipliği yaptık. Bu sayı artabilirdi. Suriye Milli Ordusunun, dost unsurların hakimiyeti altında kalan bölgelerde 5 milyon Suriyeli kardeşimiz yaşıyordu. Eğer Suriye Milli Ordusu desteklenmeseydi onların haklarını biz masada savunmasaydık alanda savunduğumuz kadar, Astana süreçlerinde yada Astana dışındaki ikili üçlü süreçler var Ruslarla iranlılarla devam eden, oradaki muhalefetin haklarını korumak uğruna bütün bunlar yapılmasaydı Suriye muhalefeti yok edilmekle kalmazdı milyonlarca ilave mülteci Türkiye'ye gelirdi.

Yani Türk insanı bütün bir asaletiyle vakarıyla ekmeğini paylaştı, sabırla ev sahipliği yaptı 10 yıldan fazla kardeşlerine ama bu yük daha da artabilirdi. Onun için bizim bir stratejimizin parçası olarak ileri hatta sürekli yine Suriyelilerin gözetiminde devam eden bir yapılanmanın olması gerekirdi. Astana ile bir süreç başlattık. Bu süreçte fevkalade önemli bir süreçti. Masada Suriye'nin krizlerine çözüm bulmayı amaçlayan bir süreçti. Rejimiyle muhalefetiyle bir masa kuralım Suriye'nin bütün insanlarının işine yarayacak bir çözüm getirelim ve bundan sonra bölgede istikrarsız kalksın, Suriye'de de milyonlarca insan huzur ve sükunet içerisinde hayatlarına devam etsinler. Fakat rejim bunu istemedi, maalesef rejim bunu istemedi. Uluslararası toplumda bu noktada çok fazla baskı yapmadı. Ama geldiğimiz noktada dediğim gibi Türkiye'nin stratejik sabrı aldığı insani ve tarihi kararlar bugüne getirdi. 

- Türkiye o dönemde içerde de terörle mücadelesini sürdürdü. Bunlar Türkiye'nin Suriye politikasını nasıl etkiledi?

Tabii Türkiye'de o dönem muhalefetle Suriye muhalefeti ile özellikli ilişkileri yürüten gerekli mevzuat çerçevesinde gerekli talimatlar verilmiş olan Milli İstihbarat Teşkilatı’ydı. Bunu Türkiye'nin içindeki emperyal hizmetçiler biliyordu. FETÖ. Uluslararası çevreleri memnun etme adına bunu yaptılar. Biliyorsunuz muhalefete, Türkmenlere yardım götüren MİT TIR’larını DEAŞ’a silah götürüyor propagandası adı altında batıya bunu servis etmeyi, bu şekilde batıdan ve uluslararası kamuoyuyla kendileri destek alıp Türkiye'deki iktidarı korsan bir şekilde ele geçirme operasyonda bunu alet etmeye çalıştılar. Bunun içinde maalesef Jandarma Komutanlığı İçerisi de ki FETÖ'cü teröristler rol aldılar. Onlar daha sonra hem teşkilat tarafından hem emniyet güçlerimiz tarafından tespit edildi hapse atıldı, bir kısmı da zaten kaçıyorlar. Ama Suriye meselesi hatırlattınız gibi yani sadece Suriye sahası içerisinde değil Türkiye'nin içinde de fiili mücadelesini siyasi mücadelesini verdiğimiz bir konu oldu. Ama tekrar ediyorum yani bütün bu yıldırmalardan hiç çekinmeden, bıkmadan, usanmadan, korkmadan aynı istikamette ayağını sağlam basan dimdik duran Cumhurbaşkanımız, siyasi iradenin kaynağı olarak her zaman için bu meselenin haklı tarafında olduğumuzu düşündüğümüz için biz geri adım atmadık. Çünkü biz haklıyız. Sadece insani değerler İslami değerler açısından değil, aynı zamanda strateji olarak da alanı okuma olarak da hem tarihiyle hem bugünü hem geleceğiyle aktörlerin durduğu yeri, niyetleri, yapmak istedikleri, gidecekleri gitmeyecekleri yeri bilerek, bunları da okuduğumuz için bu kararları aldık ve mücadelemize devam ettik. Aslında gerek Suriye gerek Türkiye'de olanlar Türkiye'nin yakın tarihinde Türkiye'nin bir bağımsızlık mücadelesinden nasıl geçtiğinin de bir serencamı.

- Cumhurbaşkanı Erdoğan o dönemde riskleri görüyor muydu?

Şöyle biz şunu görüyorduk ‘rejim artık bitmek ve tükenmek üzereydi’. Bizim anlayamadığımız konu daha doğrusu anlayıp da kondurmak istemediğimiz mesele şimdi bu kadar veri varken rejimin ekonomisi çökmüş, kurumları çalışmıyor halkına temel hizmetleri götüremiyor, halk temel ihtiyaçlardan mahrum, milyonlarca insan zaten 10 milyondan fazla insan yerinden edilmiş, ekonomi vesaire hiçbir şey yok bununla ilgili başlatılan süreçlere rejim arkasını dönmüş durumdaydı. Yani bizim niyetimiz Beşar Esad gitsin vesaire değil. Bizim niyetimiz Suriye'de Suriye halkının tamamını mutlu eden birliğini, bütünlüğünü, güvenliğini sağlayan, başka ülkeler için tehdit üretmeyen yani terör başta olmak üzere bir Suriye’nin ortaya çıkması. Ruslarla ve İranlılarla yürütülen süreçte biz bunu defaatle dile getirdik. Ama bir taraftan baktık ki yani gerçekten durum çok kötü. Biz bunları tabii Cumhurbaşkanımıza hep rapor ediyoruz. Cumhurbaşkanımız yani en üst düzeyden elini uzattı. Dedi ki, ‘gel bu sorunu çözelim. Bu kriz beklemeye gelecek bir kriz değil.’ Çünkü artık görüyoruz verileri. Rejim sıcak savaşın içindeyken muhaliflerle karşı yani kendi eksikliklerini görecek durumda değildi. Çünkü yüksek bir adrenalinle savaşıyor, bir savaş psikolojisi içerisinde ne kadar yaralı ne kadar eksikliği var bilmiyorum. Ben o zaman da arkadaşlara diyordum zaman zaman bu yani ateşkes, Halep boşaltmaları vesaire olurken çok üzülen muhalif arkadaşlar vardı. Ben diyordum sabredin, rejim kendi eksiklikleriyle başbaşa kalacak, o zaman asıl şeyi ortaya çıkacak.

Savaş dönemindeki iç savaş döneminde ki o adrenalin olmayınca rejim kendi eksiklerini gördü. Aslında bu bir fırsatta. Yani bunu gidermek için de çalışabilirdi veya bu yara giderek kangrene dönük onu öldürebilirdi. Şimdi bir noktadan sonra artık o fırsatta kaçtı. Yani kendilerine gerçekten büyük bir samimiyetle yaklaştık. Ama hiçbir şekilde bu konuyu konuşmak istemediler. Daha doğrusu bizim ne konuşacağımızı biliyorlardı. Biz kendimiz için bir şey istemeyecektik. Türkiye'nin bir şartı yoktu. Türkiye'nin şart diye ortaya koyduğu şey muhalefet yani kendi halkınla barış, milyonlarca insanı al evine yuvasına geri dönmesine izin ver. Başka bir şey yok yani insani bir şey istiyoruz biz kendimiz için bize petrol kuyusu ver doğalgaz yeri ver, şu kadar toprak ver, üs ver vesaire bir şey değil. Fakat rejim kendi halkını maalesef düşman olarak gördüğü için bu konuşmaya bile girmedi. Ben af ilan ediyorum gelen gelsin gelmeyen hiç umrumda değil dedi. Çünkü rejim de karar alma noktasında onu daha önce de söylerim yalnız değildi. Yani tek başına bu kararları alabilecek durumda değildi stratejik hesapları ve öncelikleri olan iki tane büyük gücün Rusya'nın ve İran'ın etkisi altındaydı. Böyle bir paralize olma durumu vardı. Ve bugünkü aşamaya geldik.

- Rejim çöktüğünde siz Doha Forumu’ndaydınız. Bu gelişme arifesinde Doha’da neler yaşandı? Sizce oraya gelen ülkeler Esad’ın gideceğini biliyor muydu?

Şimdi esas itibari ile ilk harekat başladığında Heyet Tahrir Eş-şam tarafından bizim şöyle bir okumamız vardı: Biz bu süreci 2015'te de yaşamıştık 2016'da da yaşamıştık. Yani muhaliflerin Hama’ya kadar geldikleri bir an vardı. Ama İran'ın güçlerini kullanmasıyla Rusların ağır silah kullanmasıyla muhalifler maalesef o dönem çok gerilemek zorunda kaldılar. Daha sonra biz araya girdik ateşkes anlaşmalarını yaptık. Uzun günler sürdü ateşkes anlaşmaları. Yani çok uykusuz gecemiz oldu. Daha sonra Astana süreci başladı. Şimdi o süreçleri bildiğimiz için aslında son 2-3 yıldır rejim çok zayıftı. Yani şu anda hani muhalefete neredeyse yani silah atılmadan girdi, belli yerlerde direnişler oldu ama bunun sebebi rejim çok zayıf. Biz almanın bir problem olmayacağını zaten askeri istihbari değerlendirmelerimizde görüyorduk. Ama böyle bir durum karşısında Rusların ve İranlıların 2016'da yaptıkları tepkiyi tekrar etmesi durumunda bu sefer daha fazla bir kan dökümü ve yerinden edilme riskiyle karşı karşıya kalabilirdi Suriye halkı. Dolayısıyla başarısız olsa da çok meyveyi üretmese de Astana süreciyle biz yolumuza devam edelim, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi kararının 2254 sayılı karar etrafında bir şeyler yapmaya çalışalım konusunu hep Cumhurbaşkanımız bu hattı tuttu. Şimdi yalnız bu harekat başladığında işte tam da bu anlattığım sebeplerden dolayı yapılması gereken en kritik konu Rusların ve İranlılarla konuşup askeri olarak denkleme girmemeleriydi. Ruslar ve İranlılarla görüşmelerimiz işte o bir hafta bunun özeti. Onlar artık anladılar yani bizlerle İran dışişleri bakanı geldi sonra Doha’da hem Rusların hem İranlılarla bir araya geldik ve bazı konuları konuştuk. Yani burada her şeyi konuşmak istemiyorum ama bir noktadan sonra onlar da artık telefon ettiler o akşam da Esad gitti.  
Destek görseydi muhaliflerin azmiyle belki tekrar zafere ulaşabilirlerdi ulaşırlardı muhakkak ama çok uzun zaman olur ve kanlı olabilirdi.

Ama Ruslar ve İranlılar baktılar bir anlamı yok bunun artık. Onu çok net söyledik. Yani hem üstüne yatırım yaptıkları adam yatırım yapılacak bir adam değil hem de bölgedeki şartlar artık eski şartlar değil. Küresel şartlar eski şartlar değil. Artık bundan daha fazla bu şekilde devam etmenin bir anlamı yok, daha fazla zarar tarafından dönmeleri gerekiyordu. Daha fazla insan öldürmenin, sivil yerleşim yeri bombalamanı anlamı yoktu. Yani Ruslara dedik sivil yerleşim yerlerini bombalamayın, insanları daha fazla katletmeye göç etmelerine sebep olmayın. Yani bu muhalefetin tabii üstün cesareti şecaati ve kararlılığıyla ilerleyen bir harekat oldu. Ama biz buradan minimum can kaybı olması için buranın iki tane önemli kinetik güç kullanabilecek aktörü ile odaklı görüşmeler sürdürerek bunun kansız bir şekilde olmasının yolunu açtık. 

- Bugüne dönersek, muhalif güçlerin Şam’ı ele geçirmesiyle birlikte devlet kurumlarının işlerliğini devam ettirmesi yönünde hızlı ve önemli adımlar atıldı. Örneğin Başbakan hemen atandı. Bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?

4 milyon nüfusa hizmet etme durumları oldu. Muhalefet halkın ihtiyaçlarını karşılanmasının asli hükümlülüklerinin farkındalar, bunlar İblid'te yürüttükleri hizmetleri bütün ülkeye yaygınlaştırmaya çalıştılar. Öncelikli olarak ülkede bütünlüğün sağlanması gerek, bizim için çok yoğun bir mesai başlıyor.

- Dün Şam Büyükelçiliğimizi yeniden aktive edeceğimizi duyurdunuz. Diplomatik ilişkiler zaten hiç kesilmemişti. Burhan Köroğlu’nu “geçici maslahatgüzar” olarak görevlendirdiniz. Büyükelçiliğimiz ne zaman faaliyete geçiyor?

Türkiye'nin Şam Büyükelçiliği yarından itibaren faaliyete geçecek.

- Bu hassas dönemde dikkatli olunmaması durumunda Suriye’nin yeni bir güç/nüfuz mücadelesi alanına dönüşme riski var mı?

Bu risk her zaman var, onun için yapıcı davranmak gerekiyor. Biz bu konuda çok duyarlıyız. Gereken diplomatik ve istihbari adımları atmak gerekiyor.

- Siz “farklı dini-etnik grupların sulh içinde yaşadığı bir yeni Suriye'nin hayata geçmesini bekliyoruz.” dediniz. Bu noktada HTŞ’nin geçmişinden bahisle kaygılanan Batılı analistler de var. Bu endişelere ne diyorsunuz?

Biz ciddi bir karşı duruş görmedik, bizim tanıdığımız kadar kimse tanımıyor bunları. Biz terörizmin olmadığı bir Suriye görmek istiyoruz, kitle imha silahlarıyla kimsenin işi olmadığı, bölge ülkelerine tehdit üretmeyen kuşatıcı bir yapı istiyoruz. Şam'daki yönetime biz bunları iletiyoruz. Can güvenliği oluşmuş bir Suriye'de insanlar geri dönebilirler. Biz bunları Şam'daki yönetime yansıtıyoruz. Söyledikleriyle yaptıkları örtüşüyor, iyi yoldalar.

Bütün ülkelerin burada ortak bir çabası olsun. Bölgenin ortaya çıkan sorunlarını çözmede aralarında geliştirdikleri mekanizma olur.

- Bu arada İsrail ordusu Golan’da içeri girdi, önemli stratejik tepeleri kontrol altına aldı. Şam’a 25 km kadar yaklaştı. Netanyahu “Golan tepeleri sonsuza kadar İsrail’in bir parçası olacak.” dedi. Dahası İsrail “Esad’ın” diyerek, -ki Esad gittiğine göre artık Suriye halkının olan- ülkenin bütün askeri gücünü, tesis ve depolarını vuruyor. İsrail’in amacı fırsattan istifade toprak kazanmak mı?

İsrail burada olabilecek en kötü senaryoyu belirleyip tedbir paketi geliştirmiş. Esad rejiminin kabiliyetlerini İsrail biliyordu. İsrail yeni yönetimin durduğu yerden emin olmadığı için bir strateji geliştirdi. Bu strateji çok tehlikeli bir strateji, kendilerine haber yolladık, artık bi noktaları bombalamaktan vaz geçin.

- Yeni dönemde sizce Washington'ın YPG ile ilişkisi nasıl şekillenecek? Bugün Blinken ile yaptığınız görüşmede bu konuyu ele aldınız mı? Amerika’nın Suriye’deki son gelişmelere yaklaşımı nasıl?

Bizim pozisyonumuz değişmedi. ABD'den ve bazı Avrupa ülkelerinden muazzam bir destek almıştır PKK. Suriyeli Muhalifler yıllardır savaşıyorlar, bundan sonra Şam'daki yönetimin atacağı adamlar neticesinde YPG'nin çk fazla bir zemin bulamayacağını düşünüyoruz.

YPG'nin ortadan kaldırılması bizim stratejik hedefimiz. Biz Suriye'deki kardeşlerimizin kendi topraklarındaki tehditi elimine etmesini bekleyeceğiz. Bir an önce Suriyeli olmayan YPG içindeki unsurların ülkeyi terk etmeleri gerekiyor. YPG'nin bütün komuta kademesinin de ülkeyi terk etmeleri gerekiyor. Daha sonra kalanların silahlarını bırakıp yaşamayı sürdürmeleri gerekiyor.

Batılılar DEAŞ'lı olanları kendi vatanlarına getirmemek için başka bir terörist örgütü kullanıyorlar, bunun bize ürettiği yükü umursamıyorlar. Avrupalı devletlerin kendi DEAŞ unsurlarını alıp götürmesi gerekir. Avrupa'nın YPG tarafından sürekli şantaja tutulması akıl tutulması. DEAŞ'la mücadele dedikleri aslında DEAŞ tutuklularına yapılan gardiyanlık işi.

- Türkiye açısından önemli bir başlık da sığınmacıların geri dönüşleri meselesi. “Gönüllü” vurgusu yapıyorsunuz dönüşler için. Suriye’de güvenlik ve temel yaşam koşulları sağlanmadan ne kadar gönüllü dönüş bekliyorsunuz?

Herkes kendi yuvasına dönmek ister. Ben geri dönüşlerin artacağını düşünüyorum, aldığımız bütün veriler de o yönde.

- Ortadoğu’da tek başlık Suriye değil. İsrail pek çok cephede savaşıyor. Gazze’deki katliamları, Lübnan coğrafyasını perişan eden Hizbullah savaşı... Suriye’deki gelişmelerin her iki başlıktaki sorunlara yansıması nasıl olur. Özellikle İran-Hizbullah fiziki bağının Suriye nedeniyle kesildiği düşünülürse..

Blinken ile de aynı konuyu konuştuk, Gazze'deki ateşkesin bir an önce hayata geçmesi gerekiyor.

- Trump'ın iktidara gelmesiyle Gazze'de nasıl gelişmeler yaşanacağı da merak konusu.

Olumlu bir senaryo veya İsrail yağmacılığının başlatıldığı bir senaryo da var, Netanyahu Trump yönetiminden bu mesajı alırsa bu yayılmacılığı ilerleyebileceği yönünde emareler var.

Ana Sayfaya Git
  • ©Copyright 2024 | Tüm Hakları Saklıdır

NTV’de canlı olarak yayınlanan tüm programlar ile ilgili bilgiler, program bölümleri ve programlarla ilgili haberler NTV Ekranı’nda. Günlük NTV yayın akışı ve program saatlerini de NTV Ekranı kategorisinden saat bazında görebilirsiniz. %100 Futbol ile son dakika spor haberlerini, Gündem Masası ile gündem haberleri ile ilgili değerlendirmeleri NTV Ekranı’nda.