Dünyada her 8 kadından birinde görülen ve kadınlarda en çok ölüme yol açan meme kanseri de bu gelişmelerden nasibini alan hastalıklar arasında. Teknoloji ürünü yöntemlerle kanser hücresinin genetik haritası çıkartılıyor ve o genetik yapıya etki eden akıllı ilaçlarla tümör yok ediliyor.
TEDAVİ PROTOKOLLERİNE YENİ GİREN BİR YÖNTEM
“Artık kanserde tedaviyi kişiye özelleştirmek yetmiyor, tümöre de özelleştirmek gerekiyor” diyen Türk Tıbbi Onkoloji Derneği Başkanı Prof. Dr. Gökhan Demir, kanser hücresinin bütün genetik özelliklerini gözler önüne seren ve tedavi protokollerine yeni yeni girmeye başlayan next generation sequencing yönteminin meme kanseri tedavisinde önemli avantaj sağladığını söyledi.
Demir’e göre yöntem meme kanseriyle mücadele açısından çok önemli, çünkü: “Tümörün genetik haritası çıkartılıyor, böylece bazen sadece böbrek tümörlerinde var olduğunu düşündüğümüz bir mutasyonun, meme tümörlerinde de olduğunu görüp bu mutasyona özgü akıllı ilacı kullanabiliyoruz.”
HASTA GEREKSİZ VE ETKİSİZ İLAÇ YÜKÜNDEN KURTULUYOR
Demir’in anlattıkları, hastaya gereksiz ve dolayısıyla etkisiz ilaç yüklenmesinin önüne geçmek, genetiğine göre onu darmadağın edecek en etkili ilaçları kanser hücresinin üzerine salmak açısından son derece önemli. Böylece hasta hem gereksiz ilaç ve yan etki yükünden kurtuluyor hem de doğru ilaçla etkin tedavi şansı yakalıyor. Zaten Prof. Demir’e göre de geleceğin kanser tedavisi, bu tür yöntemlerle şekillenecek: “Tümörün genetik profiline bakarak tedavi planlaması, onkolojinin geleceği gibi görünüyor. Bu alanda hızla yeni yöntemler geliştiriliyor ve bunlar son 3-4 yıldır giderek artıyor.”
Tümörün genetik haritasını ortaya koyan ve tedavi başarısını etkileyen bu tür yöntemlerin ülkemizdeki kullanımı ise biraz gecikmeli oluyor. Gelişmiş ülkelerde meme kanserinde kullanılan next generation sequencing yöntemi, ülkemizde sadece bazı merkezlerde kullanılıyor ve henüz SGK’nın ödeme kapsamında değil.
Medikal Onkolog Prof. Dr. Özlem Er de bu tür testlerin, özellikle tedavi seçeneği kısıtlı olan tümörlerde önemli rol oynadığına ve yeni geliştirilen moleküllerin kullanılmasına imkan sağladığına vurgu yaptı.
“MEME KANSERİNİN YENİ SAVAŞÇILARI YOLDA”
Tıbbi Onkolog Prof. Dr. Gül Başaran ise meme kanseri tedavisindeki diğer önemli gelişmeye, akıllı ilaçlara dikkat çekti, uluslararası bilimsel çalışmaların son hızla devam ettiğini ve yeni savaşçıların yolda olduğunu söyledi.
Meme kanserinde erken teşhis çok önemli. 20 yaşından itibaren ayda sadece 10 dakikalık elle kendi kendini muayene, 40 yaşından sonra ise yılda bir kez mamografi çektirmek hayat kurtarıcı olabiliyor.
YÜKSEK MALİYET, AKILLI İLAÇLARA ERİŞİMİ ZORLAŞTIRIYOR
Ancak tümörü küçültme etkileri yüksek olan ve hastalığın tekrarlamasını geciktiren bu ilaçların ülkemizde ihtiyacı olan tüm hastalarda kullanılmasının önünde bir engel var: Yüksek maliyet.
Meme kanserinde etkin tedavi imkanı sunan ‘akıllı ilaçların’ Türkiye’de gerektiği oranda kullanılmadığını belirten Prof. Başaran, “Son yıllarda ileri evre meme kanseri hastaları için geliştirilen ilaçlar bilimsel olarak yüz güldürse de, ülkemiz dahil pek çok ülkede yüksek maliyetlerinden dolayı bu yeni ilaçlara erişim mümkün olmamaktadır. Etkili olduğu düşünülen çok sayıda ilaç var ancak hastaların bunlara ulaşımı yıllar alabiliyor. Bu konuda onkologlara, hastalara, ilacı geliştiren kurumlara ve sosyal güvenlik kuruluşlarına büyük iş düşüyor” dedi.
METASTAZI ÖNLÜYOR, YAŞAM SÜRESİNİ UZATIYOR
İleri ve erken evre meme kanseri hastalarında tümörlerin yaklaşık dörtte birinde fazla miktarda protein bulunuyor ve söz konusu ilaçlar, bu protein fazlalığı saptanan hastalarda yaşam süresini uzatıyor.
Prof. Başaran’ın işaret ettiği yaşam süresindeki bu artış, bir kanser hastası için hiç de azımsanacak türden değil: “Bu hastalarda yaşam süresi tanıdan sonra yaklaşık altı yıla kadar uzayabiliyor.”
Hormon reseptörleri pozitif yani anti-hormon tedaviye duyarlı olan ileri evre meme kanseri hastaları, tüm meme kanseri hastalarının yüzde 75’ini oluşturuyor. Bu gruptaki hastalar eğer hayatı tehdit eden başka bir hastalıkları yoksa uzun süre anti-hormon tedavi ile hastalık geri gelmeden yaşayabiliyor.
Prof. Başaran’ın verdiği bilgiye göre, bir süre sonra anti-hormon tedaviye direnç gelişiyor ve hastalar kemoterapi almak zorunda kalıyor. Anti-hormon tedaviye gelişen direnci kıracak veya geciktirecek bir grup yeni ilacın çalışmaları da tamamlanmış durumda. Ancak hastaların, kemoterapiye geçiş sürecini 2 kat uzatan bu ilaçlara da maliyetleri nedeniyle kolayca ulaşmaları zor gibi görünüyor.