Kim bu Morrissey?
Dün akşam Açıkhava'da Morrissey konserini kaçırmışsanız sahnenin gerisinde ikide bir belirip aynı soruyu soran Oscar Wilde’ı görmemişsiniz demektir. Sahi, 'Who is Morrissey?'
Mick Jagger’ın Londra sokaklarında üzerinde “Who The Fuck is Mick Jagger?” yazılı bir tişörtle dolaştığı anlatılır. Efsane muhtemelen, doğru bile olsa; ama güzel hikaye. Mick Jagger hakkında, şöhret kültürü hakkında ve tabii hikayeyi uyduran kişi hakkında çok şey söylüyor. Bu hikaye de nereden aklına geldi şimdi diyecekseniz, belli ki Perşembe gecesi Cemil Topuzlu Açıkhava Tiyatrosu’ndaki konseri kaçırmış ve sahnenin gerisinde ikide bir belirip aynı soruyu soran Oscar Wilde’ı görmemişsiniz demektir: “Who is Morrissey?”
Sahi, who is Morrissey?
Şunu bilin ki prensim, Londra sokakları Mick Jagger’dan sorulursa eğer, Manchester sokaklarında da Morrisey’in gölgesi düşer her köşebaşına. Dün gece bir rüya görmüştür ama yanlış alarmdır. Carol ile son konuştuğunda söyledikleri çıkmamıştır aklından. “Dur seni bir öpeyim” diye takılmıştır birinin peşine, ama sonra feryat edecektir “Beni öldürdün” diye. Her gün Pazar gibidir onun için ve hep merak eder “şimdi ne kadar yakın” diye. Bir efsane falan da değildir üstelik, gerçeğin ta kendisidir. Ama gördük ki, bir kez daha, sahneye çıktığında efsaneye dönüştürür o geceyi. Yıllarca anlatılacaktır artık o konser. Her anlatışta biraz daha büyüyecektir efsane.
Tam burada küçük bir parantez: 2006 yılında Park Orman’da verdiği konserde her zaman olduğu gibi giydiği gömleği sıyırıp izleyicilere fırlatmıştı Morrissey. Ben diyeyim bir, siz deyin iki, ama asla üç olmadı attığı gömleklerin sayısı. Ama sonradan, geçen yıllar zarfında, en az 7 – 8 kişiden duydum “Morrisey’in attığı gömlek bende” böbürlenmesini. Morrisey’in attığı gömlek gerçekti elbette ama anlaşılan daha yere düşmeden bir efsaneye dönüşmüştü.
Perşembe gecesi tam da ilan edildiği saatte yanında ona sahnede eşlik edecek müzisyen arkadaşlarıyla beraber sahneye gelip ilk selamını verdiğinde, izleyiciler, sahnedeki 4 kişini giyddiği bir örnek tişörtlerdeki yazıyı görüp alkışladı ilk: Assad is Shit, yani Esad B.ktur. Morrissey’in elinde tuttuğu şeyin bir Türk bayrağı olduğunu anlamamız için açmasına bile gerek yoktu gerçi ama daha ilk notalarla birlikte bayrağı açıp izleyiciden bir alkış daha aldı. Morrissey’in milliyetçi damarı mı kabardı yoksa diye kendi kendimize sormadık değil ama, sonrasında herşeyi unuttuk ve ilk şarkının sonlarında davulcunun attığı uzunca bir timpani solosunun ardından (ki Moz’un solo boyunca davul platformuna eğilip mabadını sergilemesi dikkatlerden kaçmadı elbette) Morrissey öne doğru yürüyüp “My Ass is Back in Istanbul” (“K. İstanbul’a geri döndü”) deyince konserin başladığını anladık. Nitekim hemen ardından “Everyday is Like Sunday” başladı ve yaklaşık 6000 kişini sığıştığı Açıkhava Tiyatrosu’nda koltuğunda oturan tek kişi kalmadı. Öne yığılmalar, danslar, çığlıklar derken esriksi bir rüya halinin hakim olduğu 1 saatlik bir ayin başladı.
'Söyleyecek güzel şeyleriniz vardır herhalde'
Bu zaman dilimi boyunca hemen önündeki orkestra çukuruna birikmiş hayranlarına bol bol dokundu Morrissey. Oradan verilen ve üzerinde “Anti Royal” yazan bir kağıdı pek beğenmiş olacak ki, yüzüne yapıştırdı, rüzgar alıp uçurana dek. Bir ara mikrofonu onlara teslim etti “Söyleyecek güzel şeyleriniz vardır herhalde” dedi. Orkestra çukurunda kimler vardı bilmiyoruz (daha doğrusu biliyoruz da söylemiyoruz) ama “I love you Morrissey”den “Sen adamın dibisin Morrissey”e kadar çok çeşitli cümleler duyduk gecenin karanlığında, Oscar Wilde’ın soran bakışları altında. Bir ara da eline bir Charles Aznavour plağı aldı ve “Az önce bana verilen bu plak beni çok mutlu etti. Ne de olsa Aznavour’la yüzlerimiz çok benzeşiyor.” diyerek herkesi güldürdü. Bir şarkı sırasında sahneye güç bela çıkmaya çalışan genç kıza yardım elini uzattı Morrisey ve sarılıp öpüp yolcu etti hemen. Sonrasında aynı şeyi deneyen çok olduysa da ancak sonlara doğru, o da yanındaki büyüklerinin yardımıyla, küçük bir kız çıkabildi sahneye ve oradan da Morrissey’in kucağına. Bu bir saat boyunca Morrissey çoğunlukla bilinen parçalarını söyledi: “When Last I Spoke To Carol”, “Shoplifters of the World”, “Let Me Kiss You”, “Maladjusted”, “You Have Killed Me”, “You’re the One For Me Fatty”...
Öldürücü darbe
Birinci saatin sonuyla birlikte gecenin temposu ağırlaştı. O zamana kadar ayakta duran bir kısım izleyiciyi oturmuştu artık. Müzik iyiden iyiye koyulaştı, gece gibi. Tam o sıralarda öldürücü darbeyi vurdu Morrissey ve “Meat is Murder” başladı. Şarkı boyunca sahne gerisindeki perdeye yansıyan ve tavuklardan sığırlara, insanoğlunun “yemek” olarak gördüğü canlıların katledildiği görüntüler gün boyu evde oturup yırtıcı hayvan belgeselleri izleyen yarı psikopat tiplerin bile dayanamayacağı kadar yürek burkucuydu. Morrissey bir ara sahneyi terk etti ve grup uzunca bir süre onsuz çaldı. Hem hayvanların katledildiği sahneler, hem de progresif bir soundtrack misali tahammülü zorlayan müzik izleyiciyi tam anlamıyla perişan etmişti ki, Morrissey gömleğini değiştirmiş bir halde yeniden belirdi. İşte konserdeki tek gömlek atma hadisesi de bu sırada oldu. Parçanın sonlarına doğru tek bir hareketle açtı gömleğinin önünü ve terini de sildikten sonra orkestra çukuruna doğru fırlattı. Görebildiğimiz kadarıyla sıkı bir kapışma yaşandı çukurda, ama kim galip çıktı anlayamadık bulunduğumuz yerden.
Morrissey hemen bir gömlek daha giyip geldi ama onu çıkarmadı artık. Konserin de sonlarına gelinmişti zaten. Bu arada uzun uzun yazmak isterdik ama, kısaca geçmek gerekecek, Morrissey’e eşlik eden grup gerçekten çok ehildi. Kimi zaman davulcudan alamadık gözlerimizi (Eric Gardner), kimi zaman sürekli gitar değiştirip izleyiciye pena atan genç gitaristten (Jesse Tobias), kimi zaman da bir ilkokul öğretmeni kadın kılığında sahneye çıkan diğer gitaristten (Boz Boorer). Klavyesini bırakıp kah trompet, kah akordeon çalan eleman (Gustavo Manzur) ise ayrıca müthişti. Johnny Marr’ın eksikliği hala gönüllerde bir yara olsa da sahnedeki 5 müzisyen işlerini mükemmelen yaptılar doğrusu.
'Çok da manalı bir vedaydı'
Sadece tek bir şarkı için geri gelen Morrissey bis babında I Will See You In Far Off Places’i söyleyerek veda etti İstanbul’a. Çok da manalı bir vedaydı elbette, yaşadığımız dünya ve zaman düşünülürse. Sonra hep birlikte çıkışa yöneldik, her konserin bitiminde olduğu gibi. Gerçi bir şarkıdan diğerine geçtiği anlardan birinde “Gidecek başka bir yer yok. Sizin yok ama, benim değil” demişti Morrissey ama, biz yine de gittik işte bir yerlere, kafamızda Morrissey çınlaması.
Son bir söz
“Who is Morrissey?” meselesine döndük yine. Bundan yıllar yıllar önceydi, tam da hatırlamıyorum ama, ya Select ya da Q dergisinde okumuştum. U2 ile ilgili bir albüm eleştirisinde (ya da tanıtım yazısı ve hatta belki de reklam) şöyle cümleler vardı: “Düşünsenize, grubunuzun adı U2, tüm dünyada tanınıyorsunuz, albümlerinizi milyonlar satın alıyor, listelerde hep bir numarasınız, konserleriniz olay oluyor. Ama yine içten içe bir The Smiths olmadığınızı biliyorsunuz. Ne acı.” Morrissey’in kim olduğunu soranlara ithaf olunur (Oscar Wilde hariç!).
- Etiketler :
- Haberler