Erdoğan: ‘Hayır’ diyen darbecidir
Başbakan Erdoğan, 12 Eylül’deki referandumda “hayır” diyeceklerin “darbe anayasasını savundukları gerekçesiyle darbeci olduğunu” söyledi.
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Anayasa değişikliği referandumu öncesinde NTV'ye konuk oldu.
Başbakan Erdoğan, Oğuz Haksever, Nermin Yurteri, Banu Güven ve Ruşen Çakır’ın sorularını yanıtladı.
Başbakan’a yöneltilen sorular ve yanıtları şöyle:
'İKİ TARAFI KİRLİ DEĞNEK'
Nermin Yurteri: KPSS sınavıyla ilgili bir takım kopya iddiaları var ÖSYM bazı açıklamalar yaptı, polisin uyardığı ama gerekli tedbirlerin alınmadığı yönünde iddialar oldu. Nedir soruşturmada son bilgiler?
Bu konuyla ilgili bakanımdan ve YÖK başkanımdan aldığım bilgiler çerçevesinde bir erteleme süreci var, bir de YÖK Denetleme Kurulu’nun bu konu üzerinde çalışmaları var. Erteleme, denetleme ve Isparta’da meydana gelen olay ister istemez YÖK’ü de bu konunun üzerine çok farklı gitmeye sevk etti. Bu denetleme neticesinde ne çıkacak buna göre bir karar verecekler. Adeta iki tarafı kirli bir değnek. Bir tarafta 30 bin kazanmış insan var, bunların yanında 300-350 kişinin aynı puanı alması bir kısmının karı-koca olması, kardeş olması gölge düşürüyor olaya. Ama onların böyle olması acaba bu işin ertelenmesini veya iptalini gerektirir mi gerektirmez mi? bu konuda Denetleme Kurulu'nun vereceği karar çok önemli. Daha sonra yetkili merci adımını atacaktır sonunda yargıya gidecektir- gitmeyecektir onun doğrusu henüz bilemiyorum. Bu konuda da arkadaşlar daha sonra bizleri bilgilendirecekler.
'BU ÜLKEDE ARTIK KALPAZANLIK ÇETESİ YOK'
Nermin Yurteri: Referandum sürecinde ortam çok gerildi adeta bir kutuplaşma oldu. Liderlerin üslubuna ilişkin eleştirilerde zaman zaman geliyor. Siz bu üslup konusunda neler söyleyeceksiniz?
Öncelikle bu üslubun içeriğine çok dikkat etmek gerekir diye düşünüyorum. Sesin tonu yüksek olur, düşük olur o ayrı konu ama içerikte doğru mu konuşuyorlar yalan mı konuşuyorlar? İftira mı atıyorlar olmayan şeyler mi sürekli olarak atılıyor? Bunlar üzerinde bir durmak lazım. Ana muhalefet partisi lideri sürekli bir iftira kampanyası içinde çamur at, tutmazsa iz bırakır mantığı ile. Diğer muhalefet partisi hiç olmayan şeyleri olmuş gibi göstermenin gayreti içinde. Biz iktidar olarak niçin gerilim isteyelim, bu bizim aleyhimize olur ama muhalefet gerilimden nemalanmak ister. Biz bu konuda hassasiyetimizi hep koruduk. Ramazan ayı içine gelmesi sebebiyle ifadelerde sertlik olabilir ama hakaret tarzı şeylere hiç girmedik. Ama bir ana muhalefet partisi lideri şahsımı kalpazanlıkla suçlayacak kadar ileri gitmiştir. Siz bir mahkeme dosyasında ifadeyi alıp bu ifadeyle suçlanıyor demeniz bir defa şu anda sakat bir şeydir. Kesinleşmemiş bir suçtan dolayı sen beni suçlayamazsın. O dosyanın içinde olan bizim dışımızdaki milletvekili olmayanların hepsi beraat etmiştir ve benim orada bir imzam yoktur. Benim belediye başkanlığı dönemime ait meşhur Akbil dosyasıdır. Bundan dolayı yargılanan tüm arkadaşlarım beraat etmiştir, sadece üç arkadaşım milletvekili olan, biz duruyoruz. Bizler de milletvekili olmasak beraat etmiş olacaktık. Benim karakterimde, şahsiyetimde, kimliğimde kalpazanlık olmuş olsaydı ülkemde çok daha farklı bir konuma gelebilirdim. Bizim iktidarımız kalpazanlığı çökerterek karşılıksız para basılmamayı ispat etmiş bir hükümettir. Yasal haklarımızı koruyacağız.
'GELSİN EVİMİ GÖRSÜN'
Evlerle ilgili konular devamlı ağzında... NTV’den söyleyeyim, eğer kendisi bu konuda samimiyse şu anda kiracı olarak oturduğum bu eve kendisini ben davet edeceğim sizleri de alayım sizler de gelin. Bu evde altın musluk var mı? gazetede gösterilen fotoğraflar var mı? Bu evde sadece dış kapıyı göreceksiniz ve bununda ithal olup olmadığını yakından müşaade edeceksiniz. Kale Kilit’in kapısıdır. Eğer bu söylenenler orada yoksa kendisi bulunduğu makamı bırakmaya hazır mı? Siyasette söz ağızdan çıkar çıktıktan sonra onun mahkumu olursun. 7.5 milyon dolardan bahsediyorlar, bırakın onu yüzde 50 indirimle buyursun gelsin alacaksa alsın. İnsan biraz utanır, sıkılır; edep denilen bir şey var. Böyle 70’li 60’lı yılların politikasıyla politika yapılmaz bunları artık benim halkım yutmuyor. Ben belediye başkanlığını yaptığım zaman bulunduğum yerde apartman dairesinde oturdum o bölgedeki binalar genelde imara aykırıdır, öyle bir dairede oturdum. Ama belediye başkanlığının Florya’da köşkü vardı, muhteşem bir mekandı ama ben orada oturmadım. Kimse kalkıp da ‘Belediye başkanımız orada oturmuyor Beylerbeyi’nde bu dairede oturuyor’ diye konuşmadı. Aynı şekilde başbakan olduğumda Resmi Konut’ta oturmadım, sadece uluslararası toplantılarda otellerde yemek vermiyorum, Resmi Konut'ta veriyorum. Kendim Subay Evleri’nde yine bir apartman dairesinde oturuyorum. Muhalefet böyle bir şeyi niye konuşmuyor? Bunlar da benim kendime ait özel ilkelerim. Eğer burada çok fazla yasal olmayan bir şey varsa gereğini yapın. Ama kendi parti grubunda içinde bir sürü villaları olan var kendisinin de villası çıktı. Bunlarla Türkiye oyalanıyor, anayasayı tartışamıyoruz.
'HAYIR DİYEN DARBECİDİR'
Ruşen Çakır: ‘Ne evet diyen ne hayır diyen hıyanet içinde değildir’ dediniz. Ama o güne gelene kadar bir
çok kişi sizin partinizden de hıyanet ya da akılsız olmak gibi başka şeylerle suçladılar. Diyorsunuz ki 'Bu anayasa oylaması bir zihniyet oylamasıdır' ama bunu ileri götürüp hayır diyenler darbecidir deniyor sizce öyle mi?
Bana göre darbe anayasasını savunduklarına göre darbecidir.
Ruşen Çakır: Sizin anketlerinize göre ülkenin yüzde 45’inin darbeci olduğu bir ülkede yaşamak nasıl bir duygu?
Bu darbeci zihniyeti desteklediklerini savunuyorum. Normal zamanda ne söyleniyordu ‘Biz darbe zihniyetine karşıyız, dolayısıyla bu darbe anayasasının değişmesi gerekir’ diyorlardı. Bunu söyleyenler nasıl oluyor da kalkıp darbe zihniyetinin ortaya koyduğu bir anayasayı destekliyorlar? 92’ye 8 çıkan bir neticeydi değil mi 12 Eylül, nasıl oldu bu? Baskılarla değil mi? Şimdi benim milletim bunu aynı şekilde geri çeviremez mi? Tam tersine çevrilebilir, 12 Eylül’le bir yüzleşme bu. Burada 26 madde ile biz yeni bir anayasanın ilk adımını atıyoruz. 2011’den sonra da daha katılımcı geniş tabanlı bir anayasayı birlikte hazırlayalım. TBMM Başkanı Sayın Toptan bütün siyasi partilere çağrı yaptı ‘Gelin beraber yapalım. Bir anayasa uzlaşma komisyonu kuralım. Biz parlamentonun yüzde 64’üne sahibiz ve eşitlik ilkesi içinde bunu yapalım’ dedi. Aslında bu eşitlik değildir. Biz iki üye veriyoruz Cumhuriyet Halk Partisi 101 milletvekili vardı, o zaman o da iki üye veriyor; 21 milletvekiliyle BDP’de iki üye veriyor; MHP’de iki üye veriyor. Biz bunu kabulleniyoruz ama Cumhuriyet Halk Partisi buna üye vermedi 'Biz böyle bir çalışmada yokuz' dedi.
Banu Güven: ‘Hayır’ diyeceğini söyleyip bir taraftan 12 Eylül anayasasına karşı olduğunu söyleyenlerde var ama ‘Bürokratik oligarşi ile mücadele ediyoruz’ diyorsunuz. ‘Hayır’ diyenlerin diğer değişiklik önerileriyle aslında başka türlü bir siyasi yüze sahip olan başka bir bürokratik oligarşi endişesi olduğunu görüyoruz. Anket sonuçları da belki sadece liderlerin üslupları veya neler söyledikleri değil ama toplumsal olarak gözlenebilecek tartışmalarda bir kutuplaşma olduğunu gösteriyor bu konuda. Hayır diyenleri siz nasıl ikna edersiniz?
Ben bir partiliysem partinin lider kadrosu, yönetici kadrosu nasıl bakıyorsa ben de öyle bakıyorum havası hala var. Muhalefet bu metni AK Parti’nin bir metni gibi anlatmaya çalıştı. Ben de Temmuz ayının 28’inden bugüne 'Bu Recep Tayyip Erdoğan projesi değildir, AK Parti projesi değildir, sendikalar, baroların katkıları vardır buralardan alınmış tekliflerle oluştu'... Şu ana kadar muhalefet bu 26 maddenin eleştirisini yapmıyor. Mesela Jüristokrasi, yargıçlar devleti olmak ben bunu meydanlarda örneklerle özetledim. 90'lı yıllarda Telekom’un özelleştirilmesinde 25 milyar dolar teklif geldi Türkiye'nin borcu 22 milyar dolardı. Kim bunu engelledi; Danıştay, Anayasa Mahkemesi. Aynı şeyi Alsancak Limanı’nda yaşadık, aynı şeyi Mersin’de yaşadık. Bütün bunlara bakıldığı zaman prangaları kıramıyorsunuz.
Mesela; Yargıtay Başkanı dün konuşmasında karşısında Anayasa Mahkemesi Başkanı orada konuşmayı yaparken bu metinle alakalı, malum Cumhuriyet Halk Partisi yeterli imzaları topladı Anayasa Mahkemesi’ne götürdü. Anayasa Mahkemesi değerlendirmesini yaptı ve Cumhuriyet Halk Partisi’nin toplamda 17 madde böyle bir talebi vardı. İçinden mesela sadece iki maddeyi okuyayım. Kamu denetçisi kurumunun idarenin işleyişiyle ilgili şikayetleri inceleyeceği belirtilmiş ancak bu inceleme sonunda yapılacak işlemler belirtilmemiş. Özerk kurumlar ayrı tutulmadığı için onlar da bu denetimin kapsamı içine girmişlerdir. Aynı durum yargıya intikal etmiş veya yargı kararına bağlanmış idari işlemler içinde söz konusudur. Bu durumun hukuk devleti ve kuvvetler ayrılığı ilkesine aykırılık taşıdığı ileri sürülmüştür. Bu Cumhuriyet Halk Partisi’nin talebi. Kuvvetler ayrılığı ilkesi, anayasanın başlangıcında belirtildiği gibi devlet organları arasında iş bölümü ve medeni bir işbirliği anlamına gelip organların karşılıklı olarak birbirlerini dengelemeleri esasına dayanır. Yürütmenin, yasama tarafından denetlenmesi de bu ilkenin somutlaştırılması anlamına gelir. O nedenle Kamu Denetçiliği Kurumu’nun kurulması kuvvetler ayrılığı ilkesine aykırı değildir. İkincisi savcıların idari görevleri bakımından yapılacak denetim, araştırma, inceleme ve soruşturmaların Adalet Bakanlığı’nın etkisi ve baskısı altındaki adalet müfettişleri ile hakim ve savcılık mesleğinden gelen iş denetçilere bırakılmış olması sebebi ile Adalet Bakanı’nın denetim süreçlerini etkileme olasılığı söz konusu olabilir. Bu durumun kuvvetler ayrılığı ve hukuk devleti ilkelerine aykırılık taşıdığı ileri sürülmüştür. Anayasa Mahkemesi, Adalet Bakanlığı’nın yetki alanına giren ve bir şekilde yargısal nitelik taşımayan konulara ilişkin denetim görevinin, adalet müfettişleri ya da iç denetçiler tarafından yerine getirilmesinin kuvvetler ayrılığı ve hukuk devleti ilkelerini ortadan kaldırdığı ya da anlamsız hale getirdiği söylenemez. Bu nedenle iptal isteminin reddi gerekir. Buna benzer 17 madde bu gerçek ortada. Cumhuriyet Halk Partisi ‘İki maddeyi çekin biz diğerlerine evet diyoruz’ diyordu Anayasa Mahkemesi ve HSYK. Anayasa Mahkemesi’nin şu anda 11 asıl üyesi var, 4 yedek üye var. Bu dört asıl olacak, iki tane de ilave var 17 olacak. Buna itiraz edilince ‘tamam’ dedik bunlarda hukukçu, ekonomist filan olacaktı. Cumhurbaşkanı hukukçular arasında iki kişi seçecek, 17 olacak. Şu anda Avrupa’da veya dünyada meclislerin veya hükümetlerin anayasa mahkemesine üye vermediği ülke yok durumunda. İlk defa Barolar Birliği üç tane isim Meclis’e verecek, bu üç isim içinde Meclis seçim yapmayacak tercih yapacak. Aynı şekilde iki Sayıştay üyesi olacak Anayasa Mahkemesi’nde bunların seçiminde de üç isim gelecek bu üç isimden birini Meclis seçecek. Dolayısıyla 6 için iki tane tercih yapacak. HSYK’da da şu anda Adalet Bakanı ve müsteşar hükümet adına oradalar, diğer 5 üye Yargıtay ve Danıştay’dan geliyor. Bu sayı 22’ye çıkıyor ve Adalet Bakanı’nın bazı yetkileri azaltılıyor. Müsteşar var, diğer üyeler çoğaltılıyor ve ilk derece mahkemelerinden on üye geliyor. Seçilecek olanlar en az 15 yıl görev yapmış olan hakimler ve savcılardan seçilecek. Bizim dönemimizde bu noktaya gelmiş olan veya yargıya alınmış olan eleman var mı? Çok eski savcılardan ve hakimlerden seçilecek. ‘Kendi yapısını oluşturuyor deniyor’ bu bilgi kirliliğidir.
'AK PARTİ'Lİ DEĞİL, DSP SEMPATİZANI'
Oğuz Haksever: Bugün Cumhuriyet Halk Partisi kadın kollarına mensup bazı kadın üyelerin darbe uğramaları ve ardından Cumhuriyet Halk Partisi il başkanının düzenlediği basın toplantısı orada AK Parti’ye yönelik de bazı göndermeler vardı. Kemal Kılıçdaroğlu da bizim yayında yine saldırılardan şikayet etti. Bu konuda ne diyeceksiniz?
Cumhuriyet Halk Partisi’nin yeni döneminde şöyle bir anlayışı var, bir yerden bir haber geldiğinde onun üzerine hemen atlıyorlar. Bunu bir araştıralım, soruşturalım yok. Bunu da temsil noktasında olan hepsi yapıyor. Örtülü Müslüman kadınları, rahibeye benzetmesi gibi bir şeyin içine girdiler. Ondan sonra da ‘Rahibeleri aşağılıyor AK Partililer’ demeye başladılar. Onun da kendi içinde bir kutsiyeti vardır ama Müslüman kadının da kendi içinde bir saygınlığı bir kutsiyeti vardır, bunlar farklı şeyler. Aynı şeyi genel af konusunda yaptılar. Tunceli’de farklı konuştu, Kayseri’de farklı konuştular. ‘Başörtü meselesini ben çözerim’ dedi sonra garip garip şeylerle ‘bir gün örter, bir gün örtmeyebilir. Grubumuzda nasıl örtüleceği şeklinde çalışıyorlar’ dedi. Sayın genel başkan Cumhuriyet Halk Partisi’nin şu ifadeyi kullandı ‘Başbakan bunu bulsun’ dedi. Bulduk, çıkardık. Şimdi bakın, Avcılar Belediye Başkanı’nın disipline sevk edilmesi söz konusu. O da demiş ki ‘İl başkanı ile ben bu konuyu görüştüm, konudan haberi var.’
Bugünkü olayla ilgili de hemen genel başkan üzerine atladı. Biz konuyu takip ettirdik ve bu eylemin içinde bulunan kişi tespit edildi, bulundu. Kendisi ifadeye çağrıldı. Çetin Er, Düzce doğumlu. İfadesinde birçok şey var, hakaretler vesaire var. Ben onların üzerinde durmayayım ama “Ben iddia edildiği gibi Adalet ve Kalkınma Partisi’nden değilim. 37 yaşındayım, sadece bir kere cumhurbaşkanlığı referandumunda oy verdim. Babam rahmetli Bülent Ecevit’e DSP’ye oy vermiştir. Bu nedenle benim de Demokratik Sol Parti’ye bir sempatim vardır. Fakat hiçbir partiye üyeliğim yoktur. Bunu araştırırsanız görürsünüz. Benim bu bayanlarla tartışmamın tek nedeni benim uykumu bölmeleri ve kendilerinden bilgilendirme istememe rağmen, ısrar edip istirahatımdan alıkoyup, bana hakaret ederek, sopayla saldırıp beni yaraladıkları içindir. Hatta sırtıma sopayla vurdular. Olayı basından duydum. Bu nedenle polis merkezinize gelerek olayın gerçeğini anlattım. Ben de bu bayanlardan davacı ve şikayetçiyim' diyor. Bayanların da ifadeleri var burada. Nuray Taşan, Sebahat Sarıca ve Eda Baş. Bunlar da konuyla ilgili partili olup olmadığı konusundaki şeyleri bunların anlattığı şekilde değil. Bu gerçeği ‘AK Partili bir kişi geldi, bizim partili bayanlarımızı dövdü’ yapıyorlar. Kadınların ifadesinde, Nuray Hanım kadın kollarında üye, diğer bayanlar da öyle fakat dövdüklerini söyledikleri kişinin AK Parti ile alakası yok. Böyle bir gerçek varken genel başkan faturayı AK Parti’ye kesiyor. Aynı şeyi Danıştay’da yaptı.
'BOYKOT MİLLİ İRADEYE İPOTEK KOYMAKTIR
Nermin Yurteri: BDP’nin boykot kararı ortada. Diyarbakır’da ‘Kürt sorunuyla yüzleşmeye hazırız. Demokratikleşme ile bunlar aşılır’ dediniz. BDP’nin boykot kararı ortada ve BDP kanadından özerklik talepleri dile getiriliyor. Bu taleplere ne diyorsunuz ve BDP’nin boykot talebi bölgede nasıl yankı bulacak?
Ben 2005 Ağustos’unda ne söylediysem, onun arkasında durdum ve parti olarak birçoğunu gerçekleştirdik. Partimiz kurulurken bölgeye gittiğimizde ‘OHAL kalksın, bize yeter’ diyorlardı, iktidarımız kaldırdı. Kültürel noktada attığımız adımlarda TRT Şeş devlet bir kanalını tamamen Kürtçe yayına ayırdı. Arkasından 24 saat Arapça yayını başlattık. Şimdi Farsça yayını başlatacağız. Bütün bölgede, Türkiye olarak kültürel etkinliklerimizi bu bölgede dinletelim, anlatalım.
Ekonomik alanda Güneydoğu ve Doğu’nun tamamında yaptığımız yatırım 24.5 katrilyondur. Kendi dillerini öğrenme noktasında kursları serbest bıraktık, cezaevinde anne çocuğuyla Kürtçe konuşamıyordu, yayınladığımız genelgelerle bunları başlattık. Acil, orta, uzun vadede yapılması gereken adımları attık, atıyoruz ve atacağız. Fakat yeterli değil deniyor. Yeterli olmayan neyse bilenler bunu söylesin bize diyorum, yapılabilir yanı varsa değerlendiririz.
Özerklik meselesinde, özerk olmayan ne? Türkiye'nin içinde bunlar kendileri demokratik özerkliği isterken neyi kast ediyorlar. Bizim bayrağımızın renginde hepsinin rengi var. Bizim birliğimizi, beraberliğimizi bozmanın gayreti içine girmeye ne gerek var. Resmi dil Türkçedir ama kendi dilini kullanabilirsin, buna da herkesin saygısı olmalı. Ama kalkıp da resmi dil olarak Kürtçe’yi dayatmaya kalkarsan böyle bir şey olmaz. Kendileri ne istediklerini tam manasıyla dile getirmiş değiller ve biz şu ana kadar yaptıklarımızı onlar istedi diye yapmadık. Batıda ne varsa doğuda da o olacak. Elden bir defa silahı bırakmak suretiyle sürecin içine girsinler. Biz sürecin içinde olmadığımız sürece bu çözülmez diyorlar. Benim Kürt kökenli vatandaşım sürecin içinde BDP’de olarak mı olacak? AK Parti’nin içinde Kürt kökenli vatandaşlarım olduğu zaman onlar sürecin içinde değil mi, Cumhuriyet Halk Partisi’nde olduğu zaman değil mi? BDP’nin pankartlarından birinde oy sandığının üzerinde çarpı işareti vardı. Demokratik parlamenter sistemde, demokratik hayatın vazgeçilmez unsuru olan bir siyasi parti kalkıpta oy sandığının üzerine çarpı işaretini koyar mı? Bu kendi kendini inkardır bir defa. ‘Biz oy sandığı ile gelmiyoruz başka yollarla geliyoruz’ diyorlar. Kendilerini tanımlıyorlar, doğru başka yollarla geliyorlar. Boykot bana göre milli iradeye ipotek koymaktır.
Nermin Yurteri: Selahattin Demirtaş’ın bir açıklaması oldu. ‘13 Eylül sabahından ziyade 21 Eylül sabahı daha önemli. Bu ateşkes devam etmeli’ gibi açıklamaları oldu. Siz yakın zamanda bu konuda bir çözüm görüyor musunuz?
Ruşen Bey de zaman zaman bu konuda yazılar yazdı, televizyonda da silah bırakma ile ilgili konuları gündeme getirdi. Ben her zaman bir şey söylüyorum. Bir defa devletin güvenlik güçleri hiçbir zaman silah bırakmaz, onun enstrümanı o. Ama terörist niye terörist, silahlı olduğu için. Silahı bıraktığı anda normal saygın bir vatandaş durumuna düşer, bizim beklentimiz de budur. Bunlar şiddeti bir şantaj unsuru olarak kullanıyor. Şimdi BDP Başkanı Sayın Demirtaş’ın bu konuda çok daha net olması lazım yani bir yerlerden talimat alarak, bir yerlere danışarak eğer kendi iradelerini oluşturuyorlarsa bu zaten demokratik parlamenter sisteme yakışmaz. Kendi arkadaşlarınla iradeni belirle ona göre adımını at bir yerden bir şeyler bekleme. Bunu yaptığınız zaman ben de sizinle çok daha rahat konuşurum. Nitekim Sayın Türk’le beraber Demirtaş birlikte parlamentoda oturduk bazı şeyleri konuştuk. Zaman zaman bakanlarım kendileri ile görüşmeler yapıyorlar. Bunları biz burada çözelim. Farklı yollara gidecek dersek şiddete karşı mısın, değil misin? Şu andaki tabloları görünce demek ki değiller. 21’inde ne olacak? Bunu bize sorma; dağ ile irtibatı olanlarla bunları konuşun.
Ruşen Çakır: Hükümetten bir şey bekliyorlar.
Bunu bir şantaj aracı olarak kullanırsan hükümet böyle bir şantaja kurban olmaz.
Ruşen Çakır: BDP kalkıp boykot yerine biz bu pakete evet diyoruz deseydi sizin için iyi olur muydu?
Görevini yapmış olurdu.
Ruşen Çakır: BDP evet demiş olsaydı bu sefer MHP ve belki Cumhuriyet Halk Partisi benzer bir argüman kullanmayacak mıydı?
Önemli olan ilkeler, ilkelerin dışı önemli değil. Parlamentoya gelip konuşup oy kullanmazsanız varlığınızın nedeni ortadan kalkar. Şimdi de vatandaşa aynı şeyi dayatmaya yöneliyorsunuz. En önemlisi bana göre ne diyorlar 'Beş kere kapatıldık'. Peki kapatılmayı zorlaştıracak olan maddeye niçin oy vermediler? Demek ki kapatılmaktan bu parti nemalanıyor. Şimdi de eylemden demek ki nemalanıyor.
Banu Güven: Seçim barajının düşürülmesi yönünde de talebi hatırlatmak gerekiyor. Başka taleplerinin de karşılanmadığı için bir tavrın içine girdiler.
Orada karşılanacak şeyler adeta yok gibi. Kalkıp demokratik parlamenter sistem içinde kendisine birlik, beraberlik, kardeşlik bağlarıyla bağlanmış bir ülkede getirilip adeta ülkeyi kendi içinde bölmeye yönelik adımlara nasıl evet dersiniz. Israrla üzerinde durdukları konu, olayı farklı bir yere çekmek ve hükümeti kendilerine göre bir tuzağa düşürmek. Bunu neyle yapacaklar, işte bizimle oturup konuşmuyorsunuz. Bizim sizinle daha rahat konuşabilmemiz için öncelikle şiddeti şantaj aracı olmaktan çıkarman lazım, bunu gördüğümüz anda biz sizinle her şeyi daha rahat konuşuruz.
'BAŞLAMAYAN DAVADA ZAMANAŞIMI OLMAZ'
Banu Güven: Sizin kampanyalarınızda afişlerinizde de özellikle 12 Eylül anayasasına karşı askeri vesayetten kurtulmak için atılacak bir adım için evet denilmesi gerektiği söyleniyor ve darbe sorumlularının yargılanabileceğine dair bir değişiklik de söz konusu. Ama ‘12 Eylül sorumluları zamanaşımı dolduğu için yargılanamaz’ diye bir görüş var. Kenan Evren hakkında iddianame hazırladığı için savcılıktan alınan Sacit Kayasu diyor ki; ‘Bu madde çıkarıldıktan sonra süreç başlar’. Bu konuda sizin görüşünüz nedir, gerçekten yargılanabilecekler mi?
Dokunulmazlıkları en azından bir yüzleşme olsun diye bunda getiriyoruz, bu pakette. Ama başlamamış davalarda bir defa zamanaşımı olmaz. Bunlarla ilgili böyle süreç olmadığı için zamanaşımı olmaz. Oralarda işkenceler neticesinde idamlar şunlar bunlar sebebi ile o ölen insanlara bir iade-i itibarın sağlanması bu devlet olarak görevimizdi. Bu hükümet olarak devletin bu görevini bu değişiklikle yerine getiriyoruz. En önemlisi bir zihniyet milli vicdanda mahkum ediliyor, bu değişiklikle biz bunu da başarmış olacağız.
Ruşen Çakır: Ben 12 Eylül’de işkence gördüm, hapis yattım. O dönemde beraber hapis yattığım arkadaşlarımın çoğu pakete hayır verecek. Buradaki sorun nedir? Ben bu insanları tanıyorum kişiliklerine, duruşlarına, demokratlıklarına da eminim. Bu insanların darbeci olmadıklarını biliyorum. 12 Eylül’le hesaplaşmak üzere hayatını kuranlar var ama sizin bu yüzleşme çağrınızı samimi bulmuyorlar. Burada sizin bir eksiğiniz olmuş olabilir mi yoksa burada gerçekten bir direnç mi var?
Bizim herkesi ikna etmek gibi bir mecburiyetimiz yok. Zaten kimse herkesi ikna edebilirim iddiasında bulunamaz. Biz sadece anlatırız. Bizim tabanımızda bile yüzde yüz bu değişime herkes evet demiyor ki. Bakıyorsunuz yüzde 3 gibi bir kesim demiyor. Ben tek tek kalkıp bunları bulup anlatacak durumda değilim, teşkilatım da değil. Söylediğiniz kişilerde bu süreci yaşamış insanlar olarak oturup anlatmak bir tarafa, ortaya koyduğumuz paket bir tarafa. Şu anda o süreci yaşayan insanlardan niye evet diyorsun diye tehdit altında olanlar var. İşkence görenler, tırnakları sökülenler bunu hatıratında yazanlardan tehdit altında olanlar var. Koruma istediler ve verdik biz de.
Oğuz Haksever: Tehditlerin nereden geldiği konusunda bilgi verir misiniz?
Malum. Ama biz hiçbir siyasi hareket veya STK kalkıp da muhataplarını kesinlikle ikna eder diye bir şey yok. Biz anlatmakla mükellefiz.
'SANATÇILARIN TAVRINA MÜDAHALE ETMEM'
Nermin Yurteri: Sanatçıların tercihleri üzerinden yürüyen bir tartışma oldu. Sizin bu konuda ki tavrınız nedir? Bir de 12 Eylül’de anayasa oylanacak dediniz. Düşük yüzdeli bir evet çıkarsa ya da hayır çıkarsa bu hükümete bir uyarıdır ya da kuvvetli bir evet çıkarsa bu bir güven oylamasıdır diyenlerde var.
Banu Güven: Yüzde 51 sizi tatmin edecek bir sonuç mudur?
Bunların hiçbirine katılmam mümkün değil. Bir defa şu anda ben bu ülkenin başbakanıyım. Ben bir partinin veya bir partililer grubunun başbakanı değilim. Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı olarak ben hiçbir sanatçının yaklaşım tarzına kanaatine müdahale etme hakkını kendimde bulamam. Bana göre hepsi saygındır evet diyen de, hayır diyen de. Oy veremeyenler kendi haline bırakılsa eminin büyük kısmı oy vermeye gidilecek. Baskı altında tutulmadan oy vermeyene saygım var.
Ruşen Çakır: Bir ‘taraf-bertaraf’ sözünüz var.
O da farklı. Bu konuda bir fikir beyan etmeme konusunda bütün üyelerinize veya yönetiminize bu dayatmayı yaparken bana da gelip bu anayasa metnine şunu koy derken ben senden tavır beklerim. Çünkü, benimle sen sürece katıldın. Taraf olmayı savundunuz. Ben şimdi aynı örgütlere diyorum ki, şimdi de bitaraf olma. Aynı şekilde işçi sendikalarına üye olmaları noktasında bir işçi iki yere girebiliyor. Memurlara iş sözleşmesi hakkını getiriyor, emeklilere bu hakkı getiriyor. Bunları görüşerek yaparken burada varsın yani nimette ortak külfette, yok bu olmaz. Bir defa kimse buna güven oylaması diyemez. Burada Saadet Partisi, BBP, STK’lar evet diyor mu? Oraya gelip düşünceni söylemiyorsun. Bu ne kadar düşünce özgürlüğünden yana. Ben bağımsız ülkücüler dedim, birçok Kürt aydını dedim, onlar da bu sürecin yanındalar.
Nermin Yurteri: ‘Evet’ ya da ‘hayır’ diyen sanatçılarla bir temasınız oldu mu?
Bazılarıyla oldu ama özel olarak bu tür görüşmeleri genellikle Hüseyin Bey yaptı. Benim de bazılarıyla bu tür görüşmelerim oldu. Bir kısmı sürece destek veriyorlar zaten Demokratik Açılım sürecinde de destek veren sanatçılarımız var. Orana gelince temel olarak ilkesi yüzde 50 artı 1. Yüzde 50 artı 1'i aldığınız zaman halk oylaması evetle bitmiştir. Yüzde 60 mı, 70 mi olur bunların üzerinde durmanın anlamı yok.
'HER ŞEYİ KONTROL EDEMİYORUZ' ;
Ruşen Çakır: Askeri vesayet konusunda bitti mi bitecek mi?
Şu anda bunun devam ettiğini görüyoruz. Türkiye'de birçok kurumlar içinde bu mücadelenin devam ettiğini görüyoruz. Her gün daha iyiye gidiyoruz bütün derdimiz kesintisiz bir demokrasiyi yakalamak. İşte o kesintisiz demokrasinin yakalandığı an, vesayetin bittiği andır. Fakat her gün daha iyiye gittiğimiz gerçek.
Ruşen Çakır: Son Öcalan’ın talimatları boykot tartışmalarında şu iddiaları ortaya atıldı: ‘Derin devletle Öcalan pazarlık ediyor’. Kamuoyunun veya sıradan insanın kafası derin devlet kavramının eskiden bir anlamı vardı ama şimdi özellikle sizin iktidarınız döneminde çok çabalarken, hala siz devleti yönetirken ayrıca devletin içindeki bir
takım yapılar gizli pazarlıklar yürütülebiliyor mu ülkede?
Gizli pazarlıkların tam manası ile bittiği iddiası içinde bulunmam mümkün değil. Bunlar bizim gıyabımızda da şeyler olabilir. Yılların oluşturduğu bir devlet yapısı var. Ben başbakan olarak 8 yıllık dönemimizde bu işe tamamıyla nüfus ettim her şeyi biliyorum iddiası içinde değilim. O dediğiniz endişeler bende de var. Fakat bugün 7,5 yıl öncesine göre çok daha iyi bir noktadayız. MGK büyük ölçüde sivilleşmiştir. MGK kararlarının bir istişari karar noktasına gelmesi çok önemli bir aşamadır.
Banu Güven: Bursa'daki konuşmanızda söylediniz. "İnegöl’de ve Dörtyol’da kirli provokasyonlar tahrikler vardı" dediniz. Sizin bildiğiniz, paylaşabileceğiniz ne vardır bununla ilgili?
Bazı gazetelere çıktı aslında, yansıyan şeyler de var. Bir siyasi partinin il başkanı ile bir uzman çavuş arasındaki teknik takibe takılma olayları filan, bu işin tabii sıkıntılı olan boyutudur. Geçmişte de benzer olaylar yaşandı ama şimdi anında ortaya çıkarılıyor.
Banu Güven: Bono ile görüştünüz Bono Türkiye'ye geldiğinde Türkiye aslında 80’den bu yana hep hatırlaması gereken bir gerçekle yüz yüze geldi. Kayıplardan söz edilmeye başlandı. Bir kaybın ismi üzerinden Fehmi Tosun’un ismi üzerinden diğerleri de hatırlanmış oldu. Fehmi Tosun'un eşi Hanım Tosun da Cumartesi Anneleri'nin içinde yer alıyordu. Sizin de Cumartesi Anneleri ile ilgili farklı değerlendirmeniz olmuştu. Bir taraftan da bu günlerde 12 Eylül’ün ve sonraki dönemlerde yaşananların sık sık acısına değiniyorsunuz. Bu kayıplar meselesine nasıl yaklaşmaktasınız?
Elinde bilgisi belgesi olanlar bize yardımcı olsun, biz bunları sonuca kavuşturmaya gayret edelim. Bizim dönemimizde faili meçhul adeta yok noktasındadır. Cumartesi Anneleri ile ilgili olarak Cumartesi Anneleri’nin genelinin faili meçhullerin mensubu oldukları noktasında değilim. Aldığım bilgiler şudur; Cumartesi Anneleri’ni istismar edenlerin olduğu konusudur. Cumartesi Anneleri o faili meçhullerin kendileri olmaları halinde bilgi bulgu ne varsa biz bunların üzerine gideriz.
Banu Güven: Sizinle görüşmek isteseler bunu mesela?
Seve seve görüşürüm.
Oğuz Haksever: Yeni bir anayasanın usulü nasıl olacak çalışma programı takvimi konusunda bir şeyler var mı? O tartışmalar sırasında bakanlık sistemi olayını yine hatırlayacak mıyız?
2011 seçimlerinden sonra parlamentoda nasıl bir tablo olur onu bilemem. Nasıl olursa olsun, iki yöntem uygulanabilir. Biri iktidar partisi böyle bir çağrıyı yapabilir ve bu çağrıyı yaptığı zaman parlamentoda grubu olan siyasi partiler başta olmak üzere parlamento dışı siyasi partiler STK’lar her birlikte burada bir çalışmanın içine gireriz. Geniş çaplı katılımcı demokrasinin gereği bir çalışmayı yapabiliriz. Bir diğer yöntem Meclis Başkanı vasıtasıyla bir çağrı yapılabilir, metin üzerinde bir çalışma yapılabilir. Ama bu metnin parlamentodaki hukukçular veya anayasa komisyonu üyeleri tarafından yapılması ne denli sağlıklı olur derseniz, ben çok sağlıklı olacağına inanmıyorum; dışarıdan destek alınması lazım.
'BEDELLİ ASKERLİK KONUSUNDA BİR ÇALIŞMA YOK'
Nermin Yurteri: Bedelli askerlik konusu var mı gündemde? Bir de mali kuralla ilgili, neden vazgeçildi?
Bir defa vergi sigorta borçlarıyla alakalı bu TESK’in bizden talebidir. Bizim gündeme getirdiğimiz bir konu değil. TESK’le bu konuyu görüştüğümüzde bu borçları tahsili için böyle bir yapılanmaya gitmek suretiyle, yanılmıyorsam 36 ay gibi bir süre söz konusu, o zaman esnaf ve sanatkarda şu anda ödemekte zorlandığı veya ödeyemeyeceği bu borçlarını ödeme imkanına kavuşur. Bu konuda da ben gerek Ali Bey’e gerekse Çalışma Sosyal Güvenlik Bakanımıza talimatı verdim. Bunun üzerinde arkadaşlarımızın çalışması olacak.
Mali kural konusunda oranlar noktasında bir sıkıntı var. IMF’den biz sıyrıldık, şu anda bizim kendi içimizde bir IMF oluşturmanın bir anlamı yok. 8 yılda biz mali disiplinden taviz vermedik. İstikrarı, güveni bu şekilde yakaladık. Bunu IMF istedi diye yapmadık ki... Bizim yapmamız gereken yatırımları ülkemizde süratle yapmamız. Eğer biz yatırımlarda kısmaya kısıtlamaya gidersek ülkemizin kalkınma sürecini hızlandıramayız, büyümeyi hızlandıramayız. Borçların ödenmesi noktasında bir sıkıntımız yok. Küresel kriz olmamış olsaydı bizim şu andaki kamu net borç stoku yüzde 45 olmazdı daha aşağıda olurdu. Biz göreve geldiğimizde Türkiye'nin kamu net borç stoku yüzde 74’tü. 1-2 sene içinde tekrar inmeye bu başlayacak. Fakat mali kural yasalarla niye dayatılsın, şu anda dursun erteleyelim daha sonra gündemimize alalım. Ama biz şu anda tam sıçramayı yapacağımız bir dönemde bunlarla bağlamayalım kendimizi. Borsa da göreve geldiğimizde 10 bindeydi, şimdi 61 bini buldu; tüm zamanların rekorunu kırdı. İşsizlik de geriliyor, daha aşağılara ineceğiz. Üzerinde konuşulması gereken en önemli konulardan biri faizdir, daha da düşürmemiz lazım. Faiz daha da düşürülürse inanıyorum ki Türkiye'de girdi maliyetleri daha da düşecektir. Faiz bir sebeptir, enflasyon bir neticedir. Sebep netice ilişkisi içinde faiz ile enflasyonu karıştırmayacağız. Ekonomiyi canlandırmak için durumu yeniden keşfetmeye gerek yok. Bugün TİM ziyaretindeydim, onlarda kur baskılarında şikayetçiler. Araştırdığınız olay geliyor faize dayanıyor.
Bedelli askerlik konusunda bir çalışma yok. Burada beklentiyi arttırmamak gerekir. Bu konu üzerinde de şu an konuşmayı gereksiz buluyorum. Ama hakikatten böyle bir adımın atılması noktasında bir gelişme olursa açıklarız zaten.
Banu Güven: Birincisi Türkiye'nin AİHM’e bir meslektaşımız, Hrant Dink'in kaybıyla ilgili cinayetle ilgili açılan davada ardından vermiş olduğu savunma tartışıldı, daha sonra Adalet Bakanı da ‘Hrant Dink'i biz koruyamadık’ ifadesini kullandı. Bununla birlikte korumakla yükümlü olduğu düşünülen kişilerin kusurları olduğuna dair avukatların şikayetleri var. Sizde MİT’le ilgili soruşturma izni vermeyi uygun görmediniz, bu konuda bir değerlendirmenizi almak isterim. Anayasa değişikliği konusunda toplu sözleşme hakkı, hakların genişletilmesinden söz ediyorsunuz ama Avrupa Birliği üyesi olan Yunanistan’da da gördük memurların grev hakkı var. Memurlar bu hakkı talep ediyorlar onlara ne dersiniz?
Bir defa bir başbakan olarak birinci sorunuzla ilgili konuyla ilgili atılması gereken bütün adımları ilk andan itibaren attım. 32 saatte olayın failini yakalayıp, yargıya teslim ettik. Evlerinde ziyaret ettim, Başbakanlık'ta konuk ettim vesaire. Olay yargıdadır, yargı konuyla ilgili nihai kararını verecektir. Bu konuyla ilgili ayrıca Başbakanlık Teftiş Kurulunu da harekete geçirdim. Beni ilgilendiren bölüm budur. Ben yapmam gerekeni yaptım.
Avrupa Birliği üyesi ülkelerde memur-işçi ayrımı yok, sadece çalışanlar var. Kendilerine ben teklif yapıyorum gelin şu işi bitirelim işçi-memur birleştirelim, çalışanlar olsun. Öyle bir ülke haline geliyoruz ki bir taraftan işçilerle pazarlıktasın o bitiyor memurlarla pazarlık başlıyor. Bütün yıl bunlarla, pazarlıkla geçiyor. İşçi çalışırken büyük para alıyor, emekli olduğu zaman düşük ücret alıyor. Memur çalışırken düşük alıyor emekli olduğu zaman işçiye göre daha yüksek alıyor. İkisiyle de oturup konuştuğunuz zaman ikisi de birbirini şikayet ediyor. Birleştirelim diyorum bir skala içinde, tabiî ki grev hakkı olacak ama işverenin de lokavt hakkı olacak. Bunlar tabii lokavt olayını kabul etmiyorlar, böyle bir şey olamaz sadece grev olacak. Bunun üzerine çalışalım ama ideal yolu çalışanlar olayına girmektir. Bunu başarırsak Türkiye çok daha sağlıklı yola girecek ve çalışanlar uzun yılları çok daha rahat görebilecek. Ama şu toplu iş sözleşmesi olayı toplu görüşmeden çok farklı çünkü buradan biz Bakanlar Kurulu olarak biz kendimizi çekiyoruz. Orada hakem kurulu oluşmuştur ve nihai kararı orası verecektir.
Ruşen Çakır: Rize Belediye Başkanı ne oldu? Bir de Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek bir çıkış yaptı Kemal Kılıçdaroğlu’nun annesi üzerine... Ben şahsen bir vatandaş olarak çok rahatsız oldum bundan ama sizin ağzınızdan bir açıklama duymadım. Böyle şeyleri tasvip ediyor musunu, doğru-yanlış hiç önemli değil?
Aynı şeyi Kemal Kılıçdaroğlu için niye söylemiyorsunuz? Kemal Kılıçdaroğlu kendisi benimle ilgili böyle bir şeyleri söylüyor. Aynı şeyi onun için niye söylemiyorsunuz?
Ruşen Çakır: Vatandaş olarak bir şey soruyorum şimdi,..
Ben de vatandaş olarak cevap veriyorum, bu tür şeyleri söylüyor ve bunu genel başkan söylüyor. Melih Gökçek’in ben duymadım nerede, nasıl söyledi. Ben meydanlardayım; takip etmiş değilim, bu konudan da haberim yok. Bunu bir gazeteci yapmış olabilir ama Melih Bey söylemişse yanlış söylemiş, yapmaması lazım. Diğer konuya gelince Rize Belediye Başkanı bizim disiplin kurulumuzda, disiplin kurulunun vereceği kararı bekliyoruz. O vereceği karara uyma durumundayız. Kesin ihraç kararı mı verir geçici ihraç kararı mı verir; o karar göre bizde uygulamayı yaparız.
Oğuz Haksever: Gömlekler konusunda galiba bir buluşma söz konusu gazetedeki haberler Kemal Kılıçdaroğlu tercih ettiği yeni marka ile siz aynı yerden giyiniyormuşsunuz galiba.
Nereden giyiniyormuş, Etro mu?
Oğuz Haksever: Ismarlama gömlek, siz de oradan giyiniyormuşsunuz. A Rossi diye bir marka gazetelerde vardı bugün.
Benim genelde gömleklerim Bisse’dendir, Ramsey’dendir. Ağırlıklı olarak buralardan alırım. Bunun dışında arada sırada dostlarımızın hediyeleri olur, o kadar.
Nermin Yurteri: Kemal Bey’le bir tartışma programına katılmama kararınız devam ediyor mu efendim?
O benim derdim değil, Kemal Bey'in derdi. Bu tür yaklaşımlar içinde olan kredisini daha şimdiden tüketmiş olan bir genel başkandır benim nezdimde. Bu kadar seviye kaybına uğramış yaklaşımlarla konuşan adap çizgilerini zorlayan bazen de aşan kişiyle beni televizyonlarda tartışma programına çıkmam söz konusu değildir. Meşruiyet arayışı içindedir, kusura bakmasın ona verecek durumda değilim o meşruiyeti.
Banu Güven: Ben Bono’nun verdiği i-Pod’un kullanılıp kullanılmadığını merak ediyorum.
Küçük kızım Sümeyye’ye hediye ettim hemen anında. Fakat bunu söylemişken burada özellikle U2, yıllar yılı Türkiye'ye gelmedi. Bono niye gelmedi? Niye gelmiyor? bunlar söylenirken, arkadaşlarımız çalıştılar, gayret ettiler ve grubu Türkiye'ye getirdiler. Gerek iki devlet bakanı Egemen Bağış ve Hayati Yazıcı, Avrupa Kültür Başkenti 2010 İstanbul projesi kapsamında bunu gerçekleştirdiler. Düşünün Olimpiyat Stadı'nda on binlerce insan; Bono, Egemen Bağış Bey’e teşekkür ediyor. Egemen Bağış Bey’e teşekkür ettiği anda orada gençler bir yuhalama çekiyorlar. Şimdi bu anlayışı bu zihniyeti neyle izah edeceksiniz. Sizin için bakanlar devreye girecek, bu ülkeye insan hakları noktasında büyük gayretleri olan bir sanat grubunu alacak getirecek, sizlerin huzuruna çıkaracak ve siz orada kalkacaksınız ona teşekkür ediliyor, o sanatçı tarafından kalkacaksınız orada o bakanınızı yuhalayacaksınız. Sen o bakanın partisini benimsemeyebilirsin, kabullenmeyebilirsin hepsine saygım var ama o sanatçının huzurunda o bakanı sen yuhalayamazsın. Burada büyük bir erozyon yaşıyoruz.
Bir de Pakistan’a bütün halkımızın desteklerini bekliyoruz. Başbakanlık'ta bu konuda 'Afet ve Acil İşler' adına açılmış bir hesap var, Kızılayımızla birlikte bu işleri devam ettiriyor. Diyanet İşlerimizin kampanyası var yoğun bir şekilde de, yine bayram namazında da bu kampanyası sürdürecekler. Hemen şu halk oylamasının arkasından ben de gitmeyi düşünüyorum, gidip yerinde tespitleri yapıp sürece müdahil olalım diyoruz.
- Etiketler :
- Haberler