Anadolu'nun Kayıp Dilleri

Aktüel Arkeoloji Dergisi, yılın son sayısında Anadolu'nun Kayıp Dilleri ile hem gündeme tarihsel bir dokunuş gerçekleştiriyor hem de Anadolu'da kullanılan dillerin birbiri ile ilişkisini, gelişmesini, kullanım alanlarını ve zamanla yok olarak nasıl bir ölü dile dönüştüğünü gösteriyor.

Anadolu'nun Kayıp Dilleri

Anadolu'da günümüzden binlerce yıl önce yaşamış yüzlerce dil olmalıydı. Avcı-toplayıcı olarak Anadolu'ya gelen, kalan ya da yol alıp başka topraklara giden her insan mutlaka iletişim için bir dil kullanıyordu.

Aktüel Arkeoloji Dergisi, insanoğlunun kendini ve yaşamını ifade etmek için kullandığı bu dili yazıya aktaran halklardan bahseden özel bir sayı ile söz uçuyor yazı kalıyor diyor.

ANADOLU İLK KEZ YAZI İLE TANIŞIYOR
Dergide yer alan habere göre, yazının ilk ortaya çıkışı ve yaklaşık olarak günümüzden 4000 yıl önce Anadolu’ya (Kültepe / Kaneş)Asurlu tüccarlar aracılığı ile gelişine kadar yazı bilinmiyordu. Yazının ticaret ağı ile Anadolu’ya gelişi, binlerce yıllık bilgininde kaybolmadan kaydedilmesine yol açtı.

YAZILI DİLLER GELİŞİYOR
Sonrasında ise Anadolu’da farklı bölgelerde yaşayan halklar kendi yazı sistemi geliştiriyor ve bu sistem başka dillere kök salıyor. Hititce, Hurrice, Urartuca, Luvice, Likce  Karca, gibi çözülebilen dillerin yanında hala tam olarak çözülemeyen diller de  tarihsel olarak  Anadolu’nun Kayıp Dilleri  içerisinde büyük bir  gizem oluşturuyor.

Diller zamanla onu kullanan halkın yok olması ile yok oluyor,  eğer o dili kullanan halk ya da yönetici kesim dili yazıya aktarmayı başarmışsa, dilin anlattıkları geleceğe kalıyor. Hititler bize ne çok şey bırakmışlar, ya da şanssız Frigler hala çözülememiş dilleri ile hikayelerini anlatabilmiş değiller.

SÖZ UÇAR YAZI KALIR
Yıl MS 3150. Bilim adamları eski uygarlıkları araştırmak ve onlara ait izleri bulmak adına arkeolojik bir kazı alanında bulunuyorlar. Uzun süren çabalar sonucunda bulunan uygarlık kalıntıları (!) kazı raporlarına şu şekilde geçiyor:

“Büyük bir yangın tabakasından geriye kalan evde, döneme ait beş adet cep telefonu iki tablet bilgisayar kalıntısı bulundu. Ne yazık ki geçen 1000 yıllık evrede metal oksitlenmesi sonucu tamamen kullanılamaz durumda. Söz konusu cihazın, yaklaşık olarak bin yıl önce binlerce kitabı içine alan dijital kütüphaneler olduğunu düşünüyoruz. Fakat toprak altında geçen 1000 yıllık süreç, bu dijital kütüphaneyi de kullanılamaz hale getirmiş. Dolayısıyla o dönem insanının kullandığı yazıya ve kültüre ulaşamıyoruz.”            

Bu satırlar bir bilim kurgu gibi gelse de gerçek olabilir. Dünyamıza bir gök taşı çarpsa. İnsanlık yok olsa, yıllar sonra ‘burada acaba eski bir uygarlık var mı?’ sorusuna yanıt arayanlar ne bulacaklar?
Belki koskoca bir hiç! Oysa bugün, 2013 yılında binlerce yıl önce kilden yapılmış Hitit tabletlerini ya da mermer bloklara yazılmış antik metinleri okuyabiliyor ve o döneme ait hemen hemen her şeyi öğrenebiliyoruz.

Sanayi Devrimi sonrası modern dünyayı tanımlayan en genel geçer kültür, bilişim teknolojisidir. Elektriğe (enerjiye) dayalı bir kültür... Televizyon, radyo, bilgisayar, cep telefonları ve her türlü teknolojik alet, yaşadığımız dünyanın kültürünü temsil etmesine rağmen kalıcı değil. Gelişen dünyada kültür olarak tanımladığımız her şey; gazete, kitap, kütüphane, bilgi ve dokümantasyon dijitalleştikçe, yaşadığımız dünya gelecek binyıllarda tanımlanamaz ve kayıp bir çağ olarak düşünülebilir.

Kronolojik olarak insanlık tarihi incelendiğinde, tarihin dönemlere bölündüğü görülür: Hitit, Frig, Hellenistik, Roma, Bizans ve Osmanlı gibi... Dönemler tarihsel anlamda oluşturulurken üç öğeye bakılır: Dönemi oluşturan üretim araçları (taş- metal), kültür- sanat (heykel ya da mimari) ve ekonomik - politik yapı (sikke darbı). Fakat bu üç temayı da tam olarak anlamak için yazınsal kaynaklara ihtiyaç vardır. Kültür ve sanat bazen taşla yapılabilen bir eser, bazen de duvara boyanan bir resim olabilir.

Fakat büyük yıkımlar doğadaki her şeyi zamanla yok eder. Maden bozulabilir, tekstil ve ahşap çürüyebilir... Bu nedenle bir uygarlığı anlamanın en iyi yöntemi, o toplumdan bozulmadan kalabilen organik üretim malzemeleridir. En basit örneği ile taşa kazınmış bir yazı kalıcıdır. Proje ise; son yüzyılın büyük şairlerinin bir şiirlerini taş üzerine kazıtarak İstanbul’un farklı yerlerine koyulması şeklinde planlanmıştı. Böylece binlerce yıl sonra her şey yok olsa bile taşa kazınan bu şiirler bulunarak, bugünün kültürüne ilişkin bir bilgi sağlanabilirdi.

"Anadolu’nun Kayıp Dilleri", aslında kayıptan öte, ölü dilleri anlatıyor. Şansımız bu ölü dillerin büyük bir kısmının çözülmüş olması. Eğer dil yoksa halk da yoktur denebilir. Kaşkalar, İskitler, Trakyalılar, Kimmerler ve daha birçoğu, Anadolu’da uzun süre yaşadılar. Bugün sadece isimleri bilinen bu halklara ilişkin yazılı herhangi bir bilgi olmadığı için onların tarihlerini başka medeniyetlere ait yazılı belgelerden öğreniyoruz. Anadolu, kendisine bir şey bırakmayan uygarlıkları zamanla yok sayıyor ve onlar da zamanla yok oluyor.

Sayfa Yükleniyor...