“Kanser DNA’sına çomak sokuyoruz” (Meme kanseri tedavisinde 5 önemli gelişme)
Meme kanserinde erken nüks veya metastazları görüntüleme yöntemlerinden önce yakalayabilen circulating DNA yöntemi, meme kanseriyle mücadelede önemli avantaj sağlıyor. Ameliyat sonrası kanda dolaşan ve görüntüleme yöntemlerine yakalanmak için 200 mikron (milimetrenin 5’te biri) büyüklüğüne ulaşması gereken kanser hücreleri 200 mikrona ulaşmadan yakalanebiliyor. Onkolog Prof. Gökhan Demir, “tümör DNA’sının avlanması” olarak nitelendirilen yöntem için, “Adeta kanser hücresinin DNA’sına çomak sokuyoruz” diyor.
Sağlık Bakanlığı’nın 2019’da yayınladığı güncellenen verilere göre meme kanseri kadınlarda en çok görülen kanser türü ve kadınlardaki kanserlerin yaklaşık yüzde 24’ünü oluşturuyor.
Erken tanı ve etkin tedavi şansı veren tıbbi gelişmeler sayesinde, görülme yaşı 18’lere kadar düşen meme kanseri tedavisinde başarı oranı ise %95’in üzerine çıkmış durumda.
Meme kanseri farkındalık ayı nedeniyle ntv.com.tr’nin sorularını yanıtlayan İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi Genel Cerrahi Anabilim Dalı’ndan Op. Dr. Selman Emiroğlu, kanser farkındalığının artmasıyla birlikte meme kanserinde erken tanı ve sağkalım oranlarının da arttığını söyledi, “Biz, tedavi başarısını 5 yıllık sağkalım oranları ile değerlendiririz, erken evrede yakaladığımız ve tedavi ettiğimiz hasta grubunda bu oran %95’in üzerine çıkmaktadır” dedi.
Erken tanıyla hem tam şifa şansının arttığını hem de tedavi yükünün azaldığını belirten Doktor Selman Emiroğlu, “Tanıda geç kalındığında hastalık önce lenf nodlarına sıçrar, sonra da uzak organlara metastaz yapar. Erken yakaladığımızda sadece ameliyat veya ameliyatla beraber radyoterapi ile hastalıkta kür şansımız çok yüksek olur. İleri evrede yakalandığı zaman hastanın mutlaka kemoterapi de alması gerekir ve kür şansımız daha düşük olur” diye konuştu.
“18-19 YAŞINDA MEME KANSERİ İLE İZLEDİĞİM HASTALARIM VAR”
Türkiye’de meme kanserinin görülme oranının giderek arttığına, ilk tanı yaşının ise giderek düştüğüne dikkat çeken ve “18-19 yaşında meme kanseri ile izlediğim hastalarım var. Yani 20 yaş öncesi meme kanseri sıklığı artıyor” diyen İç Hastalıkları ve Tıbbi Onkoloji Uzmanı Prof. Dr. Gökhan Demir, erken ergenliğin bu artışta önemli bir faktör olduğuna işaret etti:
“Son dönemde gençlerde erken puberte (ergenlik) durumu var. Bu da aslında ileride gençlerde meme kanseri sıklığını arttıracak önemli bir etken çünkü kadınlarda östrojene maruziyet ne kadar erken yaşta olursa meme kanserine yakalanma sıklığı da o kadar artıyor. Erken ergenliğin en önemli nedenleri ise beslenme, obezite ve çevresel faktörlerdir.”
Meme kanserinde riski artıran etkenlere değinen Dr. Emiroğlu bu faktörleri; “Öncelikle 1. veya 2. derece akrabalarında bir ya da birden fazla kişide meme kanseri öyküsü olması, bunun dışında erken yaşta adet görme, geç yaşta menapoza girme, obezite, düzensiz beslenme, düşük sosyoekonomik durum ve hiç emzirmeme” olarak aktardı.
“40 YAŞINDAN SONRA HER KADIN KORKMADAN YILDA 1 KEZ MAMOGRAFİ ÇEKTİRMELİ”
Bazı kadınların, radyasyon nedeniyle erken tanı imkanı sunan mamografiden kaçınmalarını Cerrah Emiroğlu, “Mamografideki radyasyon sanılanın aksine fazla değildir. Bu çekimden alınan radyasyon dozu uzun bir uçak yolculuğunda maruz kalınan doza eşdeğerdir. Onun için 40 yaşından sonra her kadın korkmadan yılda 1 kez mamografi çektirmeli ve hekim muayenesine gitmeli” şeklinde değerlendirirken Onkolog Demir, meme kanserinin tanısında son yıllarda yaşanan gelişmeler hakkında şunları söyledi:
“DİJİTAL MAMOGRAFİDE RADYASYON ORANI KLASİK MAMOGRAFİDEN DAHA DÜŞÜK”
“Bu gelişmelerin bir kısmı radyolojik tanı yöntemleriyle alakalı. Radyolojik tanı yöntemleri giderek gelişiyor, daha hassaslaşıyor ve daha az zahmetli hale geliyor. Bunlardan biri tomosentez denilen dijital mamografi yöntemi. Bu yöntem, memenin incelenmesini daha kesitsel olarak sağlıyor, mamoğrafiye nazaran daha küçük lezyonları tespit edebiliyor, radyolojik olarak daha zor takip edilen memelerde takip kolaylığı sağlıyor ve tanı süresini hızlandırıyor. Radyasyon oranı da klasik mamografiden daha düşük. Bir de meme MR’ının kullanım sıklığı arttı. Eskiden sadece genetik sendromu olanlarda ve çok genç yaştaki hastalarda önerirdik ama değişen radyolojik kurallarla memenin rutin takibinde iki yılda bir meme MR’ının da mamografinin yanında kullanılması öneriliyor. Çünkü MR’da da teknik açıdan gelişmeler oldu.”
Meme kanseri ile ilgi önemli gelişmelerin tümörün radyolojik yöntemler dışında tanınmasına yoğunlaştığını dile getiren Prof. Demir, bunlardan birinin de meme kanseri nüks ve metastazlarını önlemede rol oynayan circulating DNA yöntemi olduğunu söyledi.
Tümör dokusunun ancak belli bir büyüklüğe geldiği zaman radyolojik yöntemlerle görüntülenebildiğini vurgulayan Onkoloji Uzmanı, “Tümör DNA’sının avlanması” olarak nitelendirilen yöntemin nasıl avantaj sağladığını şöyle açıkladı:
“KANSER HÜCRESİ MİLİMETRENİN 5’TE BİRİ BÜYÜKÜLÜĞÜNE ULAŞMADAN YAKALANABİLİYOR”
“Tümör, 200 mikron, yani milimetrenin 5’te biri büyüklüğüne geldiği zaman damar yapısı, metastaz yeteneği gibi bütün özellikleri tamamlanmış oluyor. Bu evredeki bir tümörü, şu anki radyolojik yöntemlerle tanıma şansımız yok. İşte bunu tanımak için özellikle kanda dolaşan tümör DNA’sının avlanması yöntemi olan circulating DNA kullanılıyor. Yani meme kanseri tedavisi olmuş bir hastada kandan tümör DNA’sının takibi ile acaba radyolojik görüntülemeden çok daha önce metastazı ve nüksü yakalayabilir miyiz diye bakıyoruz ve hastada daha fazla adjuvan tedaviye (1) ihtiyaç olup olmadığını belirliyoruz. Çünkü adjuvan tedavinin mantığı zaten radyolojik olarak görülmeyen mikroskopik seviyedeki mikro metastazları elimine etmek. Ama biz hangi hastada bu riskin daha yüksek olduğunu bilmiyoruz, sadece tümörün özelliklerine bakarak karar verebiliyoruz. Yani ‘lenf metastazı varsa, agresif tümörse o zaman mikro metastaz olma ihtimali daha fazla, ona kemoterapi verelim’ diyoruz. Halbuki şimdi ameliyattan sonra kanda circulating DNA’ya bakarak hangi hastanın daha çok risk grubunda olduğu ve ona daha yoğun tedavi yapmak gerektiği konusunda bilgiler oluşuyor ki bunlar da tedavi başarısı ve yaşam süresi açısından son derece önemli bilgilerdir.”
“TÜMÖRÜN GENOMİK YAPISI TEDAVİ İLE İLGİLİ NET BİLGİLER VERİYOR”
Tümörün genomik yapısına yönelik yıllardır devam eden çalışmaların artık son sonuçlarını verdiğini belirten Onkolog, genomik testlerle kanser hücresinin gen yapısına bakılarak hangi tümörün nüks riskinin kemoterapi ile azalacağı, hangisinin azalmayacağı konusunda daha net bilgiler edindiklerini söyledi.
GEN TESTLERİNİN MALİYETİ ÇOK YÜKSEK
Genomik testler, hastaların yaklaşık yüzde 25’ini gereksiz kemoterapilerden koruyabiliyor. Bu testler, ameliyatla çıkarılan tümörün gen haritası yapılarak sonuç veriyor. Onkologlar tümörün patolojik özelliklerinden ziyade biyolojik ve genetik özelliklerinin tedaviyi ve hastalığın gidişatını belirlemede çok daha önemli olduğunu düşünüyor ancak bu testlerin maliyeti çok yüksek. Genomik testlerin bazıları Türkiye’de yapılıyor, oncotype DX denilen test ise sadece Amerika’da yapılıyor.
Meme kanseri tedavisindeki gelişmelere de değinen Dr. Demir, “Bunlardan biri de son yıllarda bizim tanıdığımız ve hırçınlığını bildiğimiz bir meme kanseri alt grubu olan üçlü negatif, (triple-negative) meme kanserinde yeni bir tedavi motalitesi dünyada geçen yıl onaylandı. Bu da immünoterapi” dedi.
“İMMÜNOTERAPİNİN MEME KANSERİNDEKİ ETKİNLİĞİ GÖSTERİLDİ”
İmmünoterapi, akciğer, böbrek, mesane, baş-boyun, bazı kalın bağırsak ve mide kanserlerinde zaten kullanılan bir yöntem ama meme kanserinde immünoterapinin etkinliğinin son yapılan çalışmalarla gösterildiğini kaydeden Prof. Demir’e göre, özellikle de üçlü negative meme kanserinde immünoterapinin kemoterapi ile beraber kullanılması hastalık kontrolünde önemli bir güç sağladı:
“HORMONAL TERAPİ- AKILLI MOLEKÜL BİRLİKTELİĞİ OLUMLU SONUÇLAR VERDİ”
“Bir önemli gelişme de özellikle östrojen reseptörü pozitif olan ve hormonal tedavi alan hastalarımızda oldu. Biz hep hormonal tedaviyi başlayıp direnç geliştiğinde o direnci nasıl kırarız diye uğraşıyorduk. Bazı akıllı moleküllerin hormonal tedavi ile birlikte kullanılmasının bu direnci kırdığı gösterilmişti ve biz de kullanmaya başlamıştık. Bugün artık o hormonal direncin başlamasını beklemeden, tanı konduktan sonra hormonal terapilerle akıllı molekülleri beraber kullanmanın, etkinliği ve kontrolü çok önemli oranda arttırdığını biliyoruz. Bunlar Türkiye’de geri ödeme kapsamında değil ama piyasada var olan ajanlardır.
“ARTIK TÜMÖR DNA’SI İLE OYNAMAYA BAŞLADIK”
Bir de bu akıllı ilaç kombinasyonuna yepyeni bir ilaç daha eklendi. Etken maddesi tasalesin olan bu ilaç şu anda Türkiye’de yok, sadece Amerika’da var. Bunun da aynı şekilde hormonal tedavilerle beraber kullanıldığında kanser tedavisinde etkin olduğu gösterildi. Yani biz artık tümör DNA’sı ile oynamaya başladık. Bu ilaçlar tümör DNA’sı ile oynayan, tümör DNA’sının bölünmesini ve çoğalmasını durdurabilen, frenleyebilen ilaçlardır. Gittikçe kanseri hem daha erken tanımaya, daha riskli hastaları belirlemeye başlıyoruz ve ileri evrelerde de kronik bir hastalık olarak kontrol altında tutuyoruz.”
FİBROKİSTLER VE FİBROADENOMLAR KANSERE DÖNÜŞÜR MÜ?
Meme kanserinde kadınların en çok merak ettiği noktalardan biri de fibrokistlerin ve fibroadenomların kansere dönüşüp dönüşmeyeceği konusu.
Fibrokist ve fibroadenom gibi selim lezyonların kansere dönüşme riskinin net olarak gösterilmediğini vurgulayan ve “Bu konuda kadınların rahat olması gerekir. Poliklinik başvurularında sıkça karşılaştığımız fibrokistik değişiklikleri olan hastalarımızı takip altına alırız. Çünkü bu yapıda memelerde muayene ve görüntüleme daha zordur ve kanser olabilecek diğer lezyonlar atlanabilir. Bu nedenle özellikle fibrokistik meme yapısına sahip kadınların takiplerini aksatmaması önemlidir” ifadelerini kullanan Op. Dr. Selman Emiroğlu, meme kanserinden korunmada etkili olabilecek önerilerini ise şöyle sıraladı:
MEME KANSERİNDEN KORUNMAK İÇİN BUNLARA DİKKAT!
- En başta düzenli spor veya yürüyüş.
- Sağlıklı beslenme.
- Bağışıklık sistemini bozacak durumlardan uzak durmak (stres, yoğun çalışma temposu, hastalık, uykusuzluk gibi). Bunun için vitamin takviyesi, nefes egzersizleri, meditasyon, yoga gibi rahatlatıcı uygulamalara başvurulabilir.
- Mümkünse çocuk doğurmak ve emzirmek.
- Östrojen içerikli ilaçlardan (doğum kontrol hapı, tüp bebek uygulaması gibi) mümkün olduğunca uzak durmak.
- Sigara ve alkol kullanmamak.
- Aile öyküsünün farkında olmak. Ailede meme, yumurtalık, tuba kanseri varlığında hastalık gelişmeden koruyucu (profilaktik) meme ameliyatı düşünülebilir.
(1): Adjuvan tedavi: Kanserin nüks (tekrar) riskini azaltıcı uygulamalar.
VİDEO: MEME KANSERİNDE RİSK YAŞI DÜŞTÜ (02.10.2019)
- Etiketler :
- Haberler -
- Türkiye
- İmmünoterapi
- Yaşam
- Kemoterapi
- Meme kanseri
- Prof. Dr. Gökhan Demir
- Kadın
- Dr. Selman Emiroğlu
- Tülay Karabağ
- Kanser