Albert Watson, 2004'ten bu yana pek çok kişisel sergi düzenledi: Museum of Modern Art (Milano, İtalya); KunstHausWien (Viyana, Avusturya); City Art Centre (Edinburgh); FotoMuseum (Antwerp, Belçika); NRW Forum (Düsseldorf, Almanya); Forma Galleria (Milano); Fotografiska (Stockholm, İsveç); Multimedia Art Museum (Moskova). Albert Watson’un Afrika’da Benin’de çektiği fotoğraflarını da içeren kapsamlı retrospektif sergisi, 2013 yılında Hamburg’daki Deichtorhallen’de düzenlendi.
Albert Watson’un fotoğrafları, Londra'daki Ulusal Portre Galerisi, New York Metropolitan Sanat Müzesi, Moskova'daki Puşkin Güzel Sanatlar Müzesi, Çin'deki Lianzhou Fotoğraf Müzesi, New York’ta Uluslararası Fotorağçılık Merkezi, Brooklyn Müzesi ve Deichtorhallen dahil pek çok müzede düzenlenen karma sergilerde yer aldı. Watson’un fotoğrafları ayrıca Ulusal Portre Galerisi, Metropolitan Sanat Müzesi, Smithsonian, İskoç Parlamentosu, Deichtorhallen, Multimedya Sanat Müzesi ve Essen'deki (Almanya) Folkwang Müzesi gibi çeşitli galeri ve müzelerin daimi koleksiyonlarına dahil edilmiştir.
İskoçya'nın Edinburgh şehrinde doğup büyüyen Albert Watson, Dundee'deki Jordanstone College of Art and Design’da grafik tasarım ve Londra’daki Royal College of Art’ta film ve televizyon eğitimi aldı. Doğduğundan beri bir gözü görmemesine rağmen Albert Watson fotoğrafçılığı eğitim müfredatının bir parçası olarak değerlendirdi. 1970 yılında eşi Elizabeth ile birlikte ABD’ye taşındı ve Los Angeles’a yerleşti. Elizabeth ilkokul öğretmeni olarak çalışırken Albert Watson da çoğunlukla hobi olarak fotoğraf çekmeye başladı.
Aynı yılın ilerleyen zamanlarında Max Factor'dan bir sanat yönetmeni ile tanışan Albert Watson, ilk deneme çekimlerinden sonra iki fotoğrafını şirkete sattı. Watson’un kendine özgü stili, Mademoiselle, GQ ve Harper's Bazaar gibi Amerikan ve Avrupa moda dergilerinin dikkatini çekmeye başlamıştı. Harper’s Bazaar’ın isteği üzerine o güne dek çalıştığı ilk ünlü olan Alfred Hitchcock’un fotoğraflarını çekti. Bir süre sonra, Los Angeles ile New York arasında gidip gelmeye başladı ve 1975 yılında Mason Proffit'in “Come and Gone” adlı albümünün kapağındaki fotoğrafıyla Grammy ödülü kazandı. 1976’da Vogue için ilk işini aldı ve aynı yıl New York'a taşınmasıyla kariyeri yükselişe geçti.
Her zaman bir işkolik olan Albert Watson’un Manhattan'daki stüdyosundaki arşivlerde dünyaca ünlü dergilerin ve şirketlerin isimlerin görülebildiği milyonlarca fotoğraf ve negatif film yer alıyor. Aynı zamanda kişisel bir galeri olarak da kullanılan stüdyosunda çoğu Las Vegas'ta çekilmiş olağanüstü büyük ölçekli fotoğraflar dikkat çekiyor. Bu manzaralar, iç mekanlar ve portreler ilk bakışta yumuşak, filtrelenmiş renk yelpazeleriyle görenleri şaşırtıyor. Ama Watson yeni kreasyonlarında bile kendine sadık kalıyor. Fotoğrafları, izleyiciyi içine çeken ama aynı zamanda saygılı bir mesafe talep eden bir aura yaratıyor.
Albert Watson’un görsel dili, kendine özgü kurallarını ve kalite kavramlarını takip ediyor. Watson’un fotoğrafları, parlaklıkları, aciliyet hissi ve hatta ihtişamıyla günümüz dünyasının görüntülerine karşı çok farklı bir şekilde öne çıkıyor. Öznelerine, özellikle fetiş objelerine ve portrelerine ışık tutma tarzı, fotoğraflarında neredeyse meditasyon etkisi yaratan bir atmosfer oluşturuyor.
Albert Watson, kuşkusuz bizim algımızı kendi eşsiz bakış açısıyla zenginleştiren bir sanatçı. Her ne kadar konularının çeşitliliği, onun çok yönlülüğünün bir yansıması olsa da Albert Watson’un fotoğrafları yarattığı etki ve teknik ustalıkla da anında tanınıyor. Örneğin İskoçya'da bir orman, bir süper modelin üzerindeki bir Yohji Yamamoto elbise, astronot Alan Shepard'ın Ay’da giydiği uzay elbisesinin yakın çekimi veya Steve Jobs'un ikonik siyah beyaz portresi olsun mükemmellik tutkusuyla, Albert Watson dünyanın en aranan fotoğrafçıları arasında yer alıyor.