"Himaye gören terör örgütü ülkemizi hedef alıyor"
Cumhurbaşkanı Erdoğan, Brooking Enstitüsü'nde düzenlenen panelde konuştu. Erdoğan, Diyarbakır'da yedi polisin şehit edildiği saldırıyı nefretle kınadığını ifade ederek, "Bu saldırıların, Avrupalı ülkeler başta olmak üzere tüm dünyanın PKK terör örgütünün ve uzantılarının gerçek yüzlerini görmelerine vesile olmasını diliyorum. Çeşitli kılıflar altında himaye gören terör maalesef aldığı bu cesaretle ülkemizi, vatandaşlarımızı hedef almayı sürdürüyor" dedi.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Diyarbakır'daki terör saldırısına ilişkin, "Bu saldırılar bizim terörle mücadele azmimizi kesintiye uğratmayacaktır. Terör örgütü köşeye sıkıştıkça bu tür eylemlerle alçak ve kirli yüzünü de ifşa etmektedir. Bu saldırıların Avrupalı ülkeler başta olmak üzere tüm dünyanın PKK terör örgütünün ve uzantılarının gerçek yüzlerini görmelerine vesile olmasını diliyorum" dedi.
Erdoğan, Brookings Enstitüsündeki konuşmasına, Diyarbakır'da güvenlik güçlerini hedef alan terör saldırının gerçekleştiğini belirterek başladı.
Güvenlik güçlerimizi hedef alan terör saldırısını en şiddetli şekilde lanetlediğimi belirtmek istiyorum. Hain saldırıda maalesef 7 emniyet mensubumuz şehit oldu, 13 emniyet mensubumuz ve 14 sivil vatandaşımız yaralandı." diyen Cumhurbaşkanı Erdoğan, şehitlere rahmet, yaralılara acil şifa diledi. Şehitlerin ailelerine ve millete başsağlığı dileklerini ileten Erdoğan, şunları söyledi:
"Bu saldırılar bizim terörle mücadele azmimizi kesintiye uğratmayacaktır. Terör örgütü köşeye sıkıştıkça bu tür eylemlerle alçak ve kirli yüzünü de ifşa etmektedir. Milletimizin basireti ve desteği yanında güvenlik güçlerimizin kararlılıklarıyla inşallah terör belasını bu ülkenin önünde bir engel olmaktan çıkaracağız. Çeşitli kılıflar altında himaye gören terör maalesef aldığı bu cesaretle ülkemizi, vatandaşlarımızı hedef almayı sürdürüyor. Bizim buna tahammülümüz kalmamıştır. Bu saldırıların Avrupalı ülkeler başta olmak üzere tüm dünyanın PKK terör örgütünün ve uzantılarının gerçek yüzlerini görmelerine vesile olmasını diliyorum.
Türkiye şu anda dünyanın en eli kanlı terör örgütlerinin ortak hedefi durumunda bulunan bir ülkedir. Buna rağmen demokrasiden, özgürlüklerden, hukuk devletinden taviz vermeden mücadelemizi sürdürüyoruz. Maruz kaldığı yüksek birçok terör tehdidiyle mukayese edildiğinde hak ve özgürlükler bakımından Türkiye'den daha ileri standartta bir ülke yoktur. Bu hakkın, ülkemize ve milletimize teslim edilmesini özellikle bekliyorum.
"İNSANLIK PEK ÇOK ALANDA EN İLERİ NOKTADA"
Bugün insanlığın bilimde, teknolojide, tıpta ve daha pek çok alanda tarihteki en ileri noktasında olduğunu belirten Erdoğan, uzayın derinliklerinden insan vücudundaki en ince ayrıntılarına kadar geniş bir ilgi alanına sahip olunduğuna dikkati çekti.
Dijital devrim ve internetin hayatı giderek daha da kolaylaştırdığını dile getiren Erdoğan, bu durumun aynı zamanda yeni güçlükler ve başta güvenlik olmak üzere, yeni ve karmaşık sınamaları da ortaya çıkardığını söyledi. İklim değişikliği, gelir adaletsizlikleri, yoksulluk, açlık, düzensiz göç ve terörizm gibi ortak sorunların tüm dünyayı derinden etkilediğini vurgulayan Cumhurbaşkanı Erdoğan, bunların hepsinin birbiriyle yakından alakalı ve aynı öneme sahip meseleler olduğunu bildirdi.
Erdoğan, konuşmasını şöyle sürdürdü:
"Uluslararası toplum olarak yapmamız gereken, küresel sorunlara nasıl kapsamlı çözümler bulabileceğimizi tartışmaktır. Oysa bugün uluslararası toplumun, eli kanlı diktatörleri durdurmak bir yana, gözünü kırpmadan masumların kanını akıtan teröristlere 'terörist' demekte bile zorlandığı bir dönemden geçiyoruz. Türkiye, dünyadaki en belirgin coğrafi, siyasi, ekonomik ve kültürel fay hatlarının kesişim noktasında yer alan bir ülkedir. Bugün dünya gündemini meşgul eden en önemli krizler Türkiye’nin etrafında yaşanıyor. Suriye ile olan sınırımız 911 kilometre, Irak ile olan sınır 350 kilometredir. Öbür tarafta kuzeyde Rusya ve şu anda sıkıntı içinde olan Ukrayna. Bütün bunlarla beraber adeta kuşatılmış bir ülke konumunda. Etrafımızdaki krizler bizim insan odaklı yaklaşımımızda bir sapmaya neden olmadı ve olmayacaktır. Bilakis, bu yaklaşımın, uzun vadede bölgemizde ve hatta küresel düzeyde barış ve istikrarın yerleşmesi için şart olduğuna inanıyoruz. Bu öz güvenimizin gerisinde, kadim tarihi ve kültürel birikimlerimizle özellikle son 13 yılda her alanda kaydettiğimiz çok önemli ilerlemeler var."
Türkiye'nin 2000’li yıllara dış yardım alan bir ülke olarak girdiğini hatırlatan, bu bilgilerin Brookings Enstitüsü'nün arşivlerinde de bulunabileceğini belirten Erdoğan, "Bugün geldiğimiz noktada Türkiye, milli gelirine göre dünyada en fazla insani kalkınma yardımı yapan ülkedir. Yardımların miktarı bakımından da dünyada üçüncü sıradayız. Eğer bunu milli gelire oranla söyleyecek olursak Türkiye dünyada birinci sıradadır." diye konuştu.
"ASILSIZ İDDİALARI ÜZÜLEREK TAKİP EDİYORUM"
Cumhurbaşkanı Erdoğan, imkanlar geliştikçe bunu bölgedeki ve tüm dünyadaki mağdurlara, mazlumlara el uzatmak için kullandıklarını vurgulayarak, şu değerlendirmeyi yaptı:
"Bu sayede bugün, Afrika ve Güneydoğu Asya gibi nispeten uzak coğrafyalarda dahi, dürüst ve güvenilir bir ortak olarak görülen, ikili sorunların çözümünde yardımı aranan bir ülke konumundayız. Gelecekte dünyanın daha güvenli, huzurlu, müreffeh hale gelebilmesinin yolunun, tüm ülkelerin bu politikalara sahip çıkmasından geçtiğine inanıyorum. Bu açık gerçeğe rağmen, insan hakları ve demokratik standartlar bakımından Türkiye’ye yönelik asılsız iddiaları üzülerek takip ediyorum. Bu konuda sadece birkaç hususu gündeme getirmekte fayda görüyorum. Son 13 yılda, toplumun her kesiminden vatandaşlarımızın hak ve özgürlüklerinin daha da ileriye taşınması için kapsamlı reformları hayata geçirdik. 2010'da halkoyuna sunularak kabul edilen Anayasa değişikliği paketiyle, 26 maddedir bu, bir yandan vatandaşlarımız yeni haklara kavuşurken, diğer yandan da anayasal hakları koruyacak ilave mekanizmalar getirdik. Böylece hukuk devleti ilkesini güçlendirmiş olduk. Kamu Denetçiliği Kurumunu ve Türkiye İnsan Hakları Kurumunu ihdas ettik. Bu iki kurum faaliyetlerini bağımsız olarak yürütüyor. Aynı dönemde pek çok reform paketini hayata geçirdik."
Erdoğan, Türkiye’de ifade ve basın özgürlüğü alanlarının genişletilmesi için de çeşitli hukuki düzenlemeler yaptıklarını, ayrımcılıkla mücadele amacıyla yeni açılımlar başlattıklarını anlattı.
"HAK VE ÖZGÜRLÜKLER BAKIMINDAN TÜRKİYE"
Farklı inanç guruplarına mensup olanların yanı sıra farklı kökenlere sahip vatandaşların da talep ve beklentilerinin karşılanması için çok sayıda adım attıklarının altını çizen Erdoğan, şöyle devam etti:
“2013 yılında bizzat açıkladığım Demokratikleşme Paketi ile bu alanlarda önemli mesafe kaydettik. Eğer bu süreç demokratikleşmeden uzaklaşma olarak görülüyorsa, ortada çok ciddi ve bizden kaynaklanmayan bir sorun var demektir. Kendi ülkelerine yönelik terör tehditleri karşısında tüm hak ve özgürlükleri askıya alacak düzeyde sert önlemlere başvuranların, ülkemizdeki demokratik standartlarla ilgili söyleyecekleri bir şey olamaz. Türkiye şu anda dünyanın en eli kanlı terör örgütlerinin ortak hedefinde bulunan bir ülkedir. Buna rağmen demokrasiden, özgürlüklerden, hukuk devletinden taviz vermeden mücadelemizi sürdürüyoruz. Maruz kaldığı birçok yüksek terör tehdidiyle mukayese edildiğinde, hak ve özgürlükler bakımından Türkiye’den daha ileri standartta bir ülke yoktur. Bu hakkın ülkemize, milletimize teslim edilmesini özellikle bekliyoruz.”
TÜRK-AMERİKAN İLİŞKİLERİ
Türk-Amerikan ilişkilerini de değerlendiren Erdoğan, “Türk-Amerikan ortaklığı, etkin kullanıldığında, pek çok önemli meselede pozitif sonuçlar doğurabilen bir ilişkidir. Kore’den itibaren Bosna Hersek, Afganistan ve Somali krizlerinde aynı saflarda mücadele verdiğimiz Amerika ile bugün dünya kamuoyunu meşgul eden önemli meselelerde kapsamlı işbirliği içindeyiz. Bu ilişkinin her zaman canlı ve dinamik tutulması gerektiğine inanıyoruz. Şüphesiz bazı meselelerde görüş ayrılıkları olabilir. Bu makuldür, olması da lazım. Ancak Türk-Amerikan ilişkileri, bu sıkıntıları diyalog yoluyla çözebilecek derinliğe ve güce sahip olduğunu geçmişte defalarca göstermiştir. Bugün de aynı şekilde ilişkilerimizi güçlendirebileceğimiz zemine sahip olduğumuzu görüyoruz.” şeklinde konuştu.
ABD’deki başkan adayı belirleme sürecine de değinen Cumhurbaşkanı Erdoğan, sözlerini şöyle sürdürdü:
“Aday belirleme sürecinde geçilen, böyle bir süreci yaşayan ve başkanlık seçimlerini yakından ilgiyle takip ettiğimiz Amerika’da, inanıyorum ki şu önümüzdeki 8 ay gerçekten çok çok hareketli süreç olacaktır. Amerikan halkının tercihlerini yansıtan yönetimle geçmişte olduğu gibi bundan sonra da ortak çıkarlarımız bağlamında ilişkilerimizi sürdüreceğiz. Tabii ilişkilerimizin seyrini belirlemede, özellikle önümüzdeki güncel meseleler karşısındaki yaklaşımlarımız büyük önem taşıyor. Türkiye olarak şu anda öncelikli sorunlarımızın başında ülkemizi tehdit eden terör eylemleri ile güney sınırlarımızda süren insani kriz ve güvenlik sorunları geliyor. Bu krizler karşısında bugüne kadar samimi ve fedakar bir duruş sergiledik, sergilemeye de devam ediyoruz.”
"2 MİLYON 700 BİN SURİYELİ TÜRKİYE'YE SIĞINDI"
Suriyeli sığınmacıların durumuna da dikkati çeken Erdoğan, ülkelerini terk etmek zorunda kalan 6 milyon Suriyelinin neredeyse yarısının Türkiye’ye sığındığını vurguladı.
Erdoğan, 6 yıl içerisinde 2 milyon 700 bin Suriyelinin Türkiye’ye sığındığını ifade ederek şöyle konuştu:
“300 bin Iraklı aynı şekilde ülkemize sığınmıştır ve biz bunların hiçbirine niçin ülkemize geliyorsunuz deyip kapıları kapatmadık, onları ���lümle baş başa bırakmadık. Kendileri ki bunların 280 bini çadır kentlerde, konteyner misafir edilmekte diğerleri de değişik vilayetlerimizde misafir edilmektedir. Dünyanın değişik yerlerinde başta batı olmak üzere biliyorsunuz mülteci krizini şu anda en önemli krizi olarak görmekte ve kapılarını kapatmaktadır. Hatta botlarla, denizde botlar delinmek suretiyle ölüme terk edilenler vardır. Bizim ise Sahil Güvenlik botlarımız 100 bine yakın denizde ölümle baş başa olanları kurtarmak suretiyle hem insani hem vicdani görevini yerine getirmiştir.
BM Mülteciler Yüksek Komiserliği verilerine göre, bizim şu ana kadar oradan aldığımız destek 455 milyon dolardır, faturalı olarak yapmış olduğumuz harcama 10 milyar doları bulmuştur. Burada STK’ların yaptığı harcamaları, ayni yardımları söylemiyorum, belediyelerimizin yaptığı yardımları söylemiyorum, eğer onları da ortaya koyacak olursak en az yüzde 50 daha fazla bu destekler devam etmektedir. Ülkemizde dünyaya gelen Suriyeli bebek sayısı 150 bini geçti, tek başına bu rakam bile birçok Avrupa ülkesinin kabul ettiği Suriyeli sığınmacılardan daha fazladır. Biz bu kardeşlerimizi kabul ederken ne din ne etnik köken ayrımı yapmadık. Ancak bu insanların sorunlarının nasılsa onları kabul eden ülke var denilerek görmezden gelinmesini de doğru bulmuyoruz.”
"KRİZLERİN SORUMLUSU, SURİYE'DEKİ DİKTATÖRDÜR"
“Yaşanan bir insanlık dramıdır” ifadesini kullanan Erdoğan, şunları kaydetti:
“Çözümü için tüm insanlığın ortak çaba gösterilmesi gerekiyor. Avrupa ülkeleri başta olmak üzere, diğer devletler sorunun daha ziyade düzensiz göç kısmıyla gözükmektedirler. Bu konuda biz Türkiye olarak elimizden gelen hassasiyeti gösteriyoruz. Ancak insani krizlere karşı geliştirilen politikaların sadece güvenlik önlemleri üzerine bina edilmesini doğru bulmuyoruz. İnsanların hatta kalma saikini ve buna yol açan çaresizliği umutsuzluğu sadece güvenlik tedbirleriyle ortadan kaldıramazsınız. Çünkü esas sorun Avrupa’ya doğru bir umut yolculuğuna çıkmaya çalışanlar ve orada hayatını kaybedenler değildir. Bu krizlerin sorumlusu kendi halkının meşru taleplerini şiddetle bastıran Suriye’deki diktatördür. 6 yıl içinde Suriye’de öldürülen insan sayısı 500 bini bulmuştur. Hala bu diktatörle ilgili tespit nedir biliyor musunuz eğer Esed giderse bunun yerine kim gelecek, bu soruyu soracak kadar, gerçekten ülkelerin yönetiminden bihaber olanlar var, bu dünyada."
“DAİŞ terör örgütü, rejimin adeta kendi elleriyle ortaya çıkardığı ve büyüttüğü bir örgüttür” diyen Erdoğan, “DAİŞ ile birlikte rejimin ve onu destekleyen güçlerin Suriye halkına reva gördüğü emsalsiz şiddet ve dehşet ortadır. Yönetilemeyen bir coğrafyaya dönüşen Suriye’den kaçan insanlar, terörden uzaklaşmak, kendilerinin ve çocuklarının istikbalini başka yerlerde aramak için yollara düşmüştür. Akdeniz’de ve Ege’de yaşananlar, derme çatma botlarla çıkılan ve hazin şekilde biten umut yolculuklar, parçalanan aileler, kıyıya vuran masum bedenler hepimizin yüreğini parçalıyor.” değerlendirmesinde bulundu.
"BARIŞIN YENİDEN GELMESİNİ TEMİN ETMEK ZORUNDAYIZ"
IŞİD'in ve PKK'nın hiçbir insani ve ahlaki sınır tanımadan gerçekleştirdiği eylemlerde parçalanan masum bedenlerin, tüm dünyanın bedenini yaralaması gerektiğini belirten Erdoğan, Suriye'deki kaos sürdükçe IŞİD, PYD, YPG gibi terör örgütlerinin büyüyüp serpileceğine ve uluslararası toplumun başına bela olmaya devam edeceğini vurguladı.
Türkiye'nin, Suriye kaynaklı tehditlerin acısını en yakından ve en fazla hisseden ülke olduğuna dikkati çeken Erdoğan, "Milli güvenliğimizi sağlayabilmek için bu ülkeye bir an önce istikrarın, barışın ve huzurun yeniden gelmesini temin etmek zorundayız." ifadesini kullandı.
Irak'a baktıklarında da çok iç açıcı bir durum göremediklerinin altını çizen Erdoğan, "Bulunduğumuz bölgede istikrarın tesisi ve DAİŞ'le mücadelenin başarıya ulaşması, Irak'taki gelişmelerden bağımsız düşünülemez. Ortadoğu'nun küçük bir modeli olan Irak, bölgenin istikrar ve güvenliği açısından bir denge vazifesi görmektedir. Maalesef Irak topraklarının üçte biri yaklaşık iki senedir DAİŞ terör örgütünün işgali altındadır. PKK terör örgütü de on yıllardır Irak topraklarının kuzeyinde serbestçe faaliyet göstermektedir. Son dönemde PKK unsurları bu noktada değişik isimler altındaki uzantılarının Irak Suriye sınırındaki Sincar şehrinin bir kısmına yerleşmeye başlamıştır, bunu gördük." diye konuştu.
"EZİDİLERİN DRAMI PKK TARAFINDAN SÖMÜRÜLMEKTEDİR"
Erdoğan sözlerini şöyle sürdürdü:
"PKK'nın DAİŞ'le mücadeleye katkı sunduğu propagandası maalesef alıcı bulmaktadır. Böyle bir durum yoktur. PKK'nın kendi ajandasını uygularken yaşadığı çatışmalar dışında DAİŞ'le en küçük bir mücadelesi söz konusu değildir, bunlar yalandır. Ezidilerin dramı PKK tarafından sömürülmektedir. Irak yönetiminin mezhep fanatizmine teslim olması, bölgedeki diğer unsurları adeta terör örgütlerinin kucağına itmektedir. Irak'ta DAİŞ'e karşı mücadelede tüm kesimlerin birlik ve beraberlik içinde hareket etmesinin sağlanabilmesi şarttır. Bu hususta Iraklı dostlarımızı cesaretlendirmeye çalışıyoruz."
Doğu Avrupa bölgesinin Avrasya'da barış, istikrar ve güvenlik bakımından hayati bir önem taşıdığını dile getiren Erdoğan, bu bölgenin çalkantılı bir dönemden geçtiğine dikkati çekti. Bölgede yaşanan ihtilafların uluslararası hukuka ve hakkaniyete uygun bir şekilde çözüme kavuşturulmasının son derece önemli olduğunu belirten Erdoğan, "Bu çerçevede Ukrayna'daki krizin Minsk Mutabakatları ve Ukrayna'nın toprak bütünlüğü temelinde Kırım-Tatar halkının emniyet ve huzurunu da güvence altına alacak şekilde çözülmesini temenni ediyoruz." değerlendirmesinde bulundu.
RUSYA İLE İLİŞKİLER
Rusya ile ilişkilerinde 24 Kasım 2015'de yaşanan uçak hadisesinden sonra sıkıntılı bir dönem yaşandığını aktaran Cumhurbaşkanı Erdoğan, şunları söyledi:
"Sovyetler Birliğinin dağılmasından sonra bu ülkeyle ilişkilerimizi itinayla geliştirmiştik. Ancak ilişkilerimiz Rus yönetiminin son yıllarda izlediği politikalar yüzünden zaten yıpranmaya başlamıştı. Uçak hadisesinin ardından Moskova tarafından uygulamaya konan sert ve tepkisel uygulamalar ilişkilerimizi iyice sarsmış durumda. Biz bu hadisenin arkasından Rus tarafının anlam vermekte zorlandığımız aşırı tepkilerine rağmen itidali elden bırakmadık. Türkiye ve Rusya aynı coğrafyada yüzyıllardır birbirleriyle etkileşim içinde olmuş önemli ülkelerdir. Bölgede yaşanan sorunlar ülkelerimiz arasında işbirliğini zorunlu kılıyor. Rus muhattaplarımızın bu gerçeği görmelerini, ilişkilerimizi bu bağlamda değerlendirmelerini bekliyoruz."
"KIBRIS'TA KARARLILIĞIMIZ SÜRÜYOR"
Bir diğer önemli alanın Kıbrıs meselesi olduğunu dile getiren Erdoğan, "Anavatan ve garantör ülke olarak Kıbrıs'ta adil ve kalıcı bir çözüme ulaşılması yönündeki kararlılığımız sürüyor. Önceliğimiz, Kıbrıs meselesinin Kıbrıs Türk tarafının siyasi eşitliğini ve meşru haklarını teminat altına alacak şekilde, bu yıl içinde kapsamlı bir şekilde çözüme kavuşturulmasıdır. Mayıs ayında müzakerelerin yeniden başlayacak olmasıyla ortaya çıkan olumlu havanın sürmesini ve yakalanan fırsatın da değerlendirilmesini arzu ediyoruz." ifadelerini kullandı.
Kıbrıs Türk tarafının, çözüm yönündeki iradesini müteaddit defalar ortaya koyduğunu vurgulayan Erdoğan, Kıbrıs Rum tarafınca da buna samimi bir şekilde karşılık verilmesi halinde Ada'da çözüme ulaşmanın mümkün olacağına işaret etti.
Ada'da çözüm sağlandığında enerji projelerinin gerçekleşmesi dahil bölgesel ölçekte şimdiye kadar değerlendirilememiş pek çok imkanın harekete geçirilebileceğine dikkati çeken Erdoğan, sözlerini şöyle sürdürdü:
"Geçtiğimiz yılın ekim ayında açılışını yaptığımız Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Su Temin Projesi taraflar arasında iş birliğinin tesisine yönelik olarak Türkiye'nin samimi yaklaşımını ifade ediyor. Ada'nın tamamının su ihtiyacının karşılanabileceği bu projeden adil ve kalıcı çözümün ardından her iki halkın da yararlanabilmesini diliyoruz. Hatta ben bu su projesine 'Barış Suyu' adını koydum. Bu adı koymamın sebebi de şuydu; 'Güney hala tankerlerle gelen suyla ihtiyacını giderebiliyor eğer arzu ederlerse Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nden kendilerine su verilebilir' diye bunu açıklamıştım ve biz yine aynı noktadayız. Uluslararası toplumdan beklentimiz kapsamlı çözüm müzakerelerinin bir an önce sonuç vermesine yönelik bu çabaları samimi bir şekilde desteklemeleridir."
"SADECE İSRAİLLİ TURİSTLERE YÖNELİK BİR EYLEM DEĞİLDİR"
Bölgedeki bir diğer önemli meselenin de İsrail-Filistin ihtilafı olduğunu kaydeden Erdoğan, "İsrail'in işgali ve saldırıları altında yaşam mücadelesi veren Filistinli kardeşlerimizin çektiği acılara hiç bir zaman kayıtsız kalmadık. Bugün de aynı hassasiyetle onların yanındayız. Ortadoğu'da kalıcı barışın sağlanabilmesi için Filistin topraklarında 49 yıldır süren işgalin sona erdirilmesi, başkenti Doğu Kudüs olan egemen ve bağımsız bir Filistin devletinin kurulması şarttır." dedi.
Mavi Marmara gemisine düzenlenen saldırıdan sonra Türkiye-İsrail ilişkilerinin normalleşmesi için İsrail'den beklentilerini ifade ettiğini anımsatan Erdoğan, "Başbakan Netanyahu'nun 2013 yılında telefon ederek özür dilemesinin ardından sürece ilişkin görüşmeler başlatılmıştır. Burada gerçekten Sayın Obama'nın özel bir girişimi olmuş ve İsrail ziyaretinden dönüşte de kendileri telefonla aramak suretiyle havaalanından kendileriyle görüşmüş ve bu özür beyanını dinlemiştik ve bununla süreç başladı. Ardından tazminat konusuyla ilgili süreç devam etti ve bu tazminat konusunda da ben herhangi bir sıkıntı olacağına ihtimal vermiyorum." değerlendirmesini yaptı.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, 19 Mart'ta İstanbul'da gerçekleşen bombalı saldırıda, üç İsrailli turistin hayatını kaybetmesinden dolayı duyduğu üzüntüyü İsrailli muhattaplarına ilettiğini, tüm kurumların yaralılara yardım için seferber edildiğine dikkati çekti. Erdoğan, "Ama şunu çok açık samimim söylüyorum, DAİŞ'in bir defa İstanbul'daki bu eylemi sadece İsrailli turistlere yönelik bir eylem değildir. Aynı şekilde ülkemizin çok daha farklı yerlerinde DAİŞ bu eylemlerini sürdürmektedir ve DAİŞ'in bütün örgüt elemanlarına karşı da yoğun bir mücadeleyi bizler güvenlik güçlerimizle sürdürüyoruz." diye konuştu.
İsrail tarafının da sergilenen bu işbirliği için Türkiye'ye teşekkürlerini ilettiğini bildiren Erdoğan, şunları kaydetti:
"Sayın Cumhurbaşkanı ile telefon görüşmemizi de yaptık ve değerlendirmeyi çok açık net işbirliği merkezli olarak ortaya koyduk. Önümüzdeki dönemde İsrail ile ilişkilerimizin aramızda tüm sorun alanlarında olumlu ilerlemelerin sağlanmasını temin edecek şekilde gelişmesini bekliyoruz. Bu noktada ambargonun kaldırılması önemli bir şu anda başlık. Nedir bu? Filistin, biliyorsunuz enerji noktasında ciddi bir sıkıntı yaşıyor. Yaklaşık günde 4 saat enerji imkanı var ve Aşdod Limanı'ndan oraya gelecek bir enerji gemisiyle Gazze'ye oradan elektrik enerjisi verilebilmesi ve burada halkın enerji imkanını bir defa sağlayabilmesi temennimizdir, bunu kendilerine ilettik."
İsrail'in, Filistin ve Gazze'de ciddi su sıkıntısı olduğunu bildiğini ve bu sıkıntıyı gidermek amacıyla hem denizden su temini yoluyla adım atılması hem de sondaj yoluyla su teminini sağlayabilmek için girişimleri olduğunu söyleyen Erdoğan, konuyla ilgili tekliflerinin İsrail tarafına iletildiğini bildirdi.
Okul ve hastane gibi konulardaki ihtiyaçların giderilmesi ve Türkiye üzerinden ayni yardımların Filistin ve Gazze'ye ulaştırılması konularıyla ilgili görüşmelerin de devam ettiğini belirten Cumhurbaşkanı Erdoğan, "Temenni ederim ki nisan ayı ortasında tarafların yapacağı görüşmelerle buradan olumlu bir neticeyi sağlayabiliriz" dedi.
Ekonomik istikrarsızlıklar, gelir dengesizlikleri, yoksulluk, çevre sorunları, genç işsizliği, salgın hastalıklar, sosyal dışlanma gibi konuların başlıca sorunları işaret ettiğine vurgu yapan Erdoğan, bu sorunların her birinin yıkıcı sorunlar ve sonuçlar doğurduğunu ayrıca yeni tehditlerin de tetikleyicisi olabildiğini söyledi.
"KAOTİK ORTAMDA TERÖR MUSİBETİ DE KÜRESELLEŞİYOR"
Terör, düzensiz göç, ırkçılık ve yabancı düşmanlığının bu tehlikelerin en başta gelenleri olduğuna dikkati çeken Erdoğan, hiçbir ülkenin bu sorunlar karşısında "bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın" anlayışıyla hareket edemeyeceğini ifade etti.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, şöyle konuştu:
"Bugün dünyanın neresinde olursak olalım bu sorunların ortaya çıkardığı tehdide hepimiz maruz kalıyoruz. Bu sınamalara karşı bölgesel ve uluslararası kuruluşların çalışmalarına katkıda bulunmak, çözüm yolları aramak her ülkenin ahlaki ve vicdani sorumluluğudur. Bu kaotik ortamda terör musibeti de küreselleşiyor. Terör saldırılarının hedefi olmayan ülke neredeyse kalmadı. Terörizmle mücadelede ancak uluslararası düzeyde müşterek ve samimi çabalarla başarılı olunabilir. Bunun için başta Birleşmiş Milletler müktesebatı olmak üzere bugüne kadar geliştirilmiş olan hukuki çerçeve kuşkusuz önemlidir ancak terör değişen şartlara kendisini uyarlamayı gayet iyi biliyor. İnsanoğlunun temel korkularını, endişelerini, mağduriyetini veya mağduriyet duygularını, inançlarını sömürerek kendine zemin oluşturmayı başaran terörizmin hiçbir insani ve ahlaki değeri bulunmuyor."
"PKK BİZİM İÇİN NEYSE PYD DE ODUR, YPG DE ODUR"
Bu hastalıklı zihniyetin kökünün kurutulabilmesi için daha fazla çaba gösterilmesi gerektiğinin altını çizen Cumhurbaşkanı Erdoğan, sözlerini şöyle sürdürdü:
"Öncelikle temel prensiplerde anlaşmalıyız. Bu ilkeler temelinde mutabık kalabileceğimiz işbirliği söylemimizi kuvveden fiile taşımalıyız. Bunların başında ayrım gözetmeksizin tüm terör örgütlerine karşı aynı kararlılıkla mücadele edilmesi ilkesine kesinlikle sadık kalınması gerekiyor. Örneğin, şu anda DAİŞ bir terör örgütü, özellikle Suriye'de ve Irak'ta etkin. DAİŞ'e karşı YPG'nin mücadele ettiği, dolayısıyla 'YPG iyi teröristtir' böyle bir yaklaşımı kabul etmemiz mümkün değil. 'PYD, DAİŞ'e karşı savaşıyor, dolayısıyla iyi teröristtir' böyle bir anlayışı kabul etmemiz mümkün değil. Bu örgütlerin her ikisi de Türkiye için PKK terör örgütünün yandaşlarıdır, PKK bizim için neyse PYD de odur, YPG de odur. Eğer bu anlayışla yaklaşırsak o zaman ben şu tespiti yaparım, derim ki 'El Nusra bir terör örgütü değil mi? Terör örgütü El Nusra da şu anda DAİŞ'e karşı ve DAİŞ'e karşı savaşıyor. O zaman El Nusra da demek ki iyi bir örgüt'. Böyle mi bakacağız olaylara? Böyle bakamayız, öyleyse biz el ele vereceğiz, koalisyon güçleri olarak bu terör örgütüyle gerekli mücadeleyi hep birlikte yapacağız. Onun için biz DAİŞ'e de PKK'ya da PYD'ye de Boko Haram'a da Eşşebab'a da aynı anlayışla, aynı samimiyetle karşı çıkıyoruz."
Türkiye'nin, yakın coğrafyasında bulunan ve Türkiye'yi de hedef alan IŞİD'le mücadelenin en ön safında yer aldığını dile getirenErdoğan, başta ABD olmak üzere müttefiklerle dayanışma ve güçlü işbirliği içinde hareket ettiklerini söyledi.
"Yabancı terörist savaşçıların çatışma bölgesine geçişinin engellenmesi noktasında hiçbir ülkenin göstermediği çabayı biz gösteriyoruz" ifadesini kullanan Erdoğan, "Bununla birlikte bazı terör örgütlerine karşı tedbirler alırken diğerlerine karşı hareketsiz kalmak, hatta desteklemek uluslararası toplumun ortak vicdanına uygun bir tabloyu yansıtmıyor. PKK veya PYD için Avrupa'da para toplama kampanyaları ve propaganda toplantılarının düzenlendiğini, bu örgütlere silah ve mühimmat gönderildiğini gayet iyi biliyoruz. Böyle bir ortamda terörle mücadele konusundaki dayanışma mesajlarının herhangi bir anlamı kalmıyor." değerlendirmesinde bulundu.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, 17 Şubat ve 13 Mart'ta Ankara'da meydana gelen saldırıların YPG kamplarında eğitim gören PKK'lılar tarafından, 19 Mart'ta İstanbul'da meydana gelen patlamanın da DAİŞ mensubu bir canlı bomba tarafından PKK ve YPG'lilerin desteği ile yapıldığını dile getirerek, şöyle devam etti:
"Bu eylemler ile Paris'te, Brüksel'de veya Lahor'da yapılan saldırılar arasında bir fark yoktur. İşte aynı şekilde biz, biliyorsunuz, Gaziantep'te yakaladığımız teröristi Belçika'ya bildirdik, Belçika'ya bildirmemize rağmen Belçika serbest bıraktı. Serbest bıraktıktan sonra havalimanındaki işte o acı tabloyu, o felaketi yaşadık. Ama aynı şekilde bizde güçlü bir işadamımızı öldüren bir terörist şu anda Brüksel'de elini, kolunu sallaya sallaya dolaşıyor. 10 yıl oldu biz kendisini istedik ve bu isim hala bize teslim edilmedi, teslim edilmiyor. Bunu kendileriyle bir araya geldiğimizde söylediğimizde aldığımız cevap şu 'Biz özgürlüklerden yanayız', bu nasıl özgürlük? Teröriste özgürlük olur mu? Peki o öldürülen insanın hakkını kim alacak, kim savunacak? Nasıl bir özgürlük bu? Ve bunu düşünce özgürlüğü olarak bize tanımlıyorlar. Çalıştığınız bir kurumda oradaki size işveren durumunda olan insanı öldürüyorsunuz. Bu anlayışın, dünyada tüm ülkeler olarak hep birlikte bir defa karşısına dikilmemiz şart ve bu örgütler hiçbir insani, ahlaki değer tanımadıklarını kullandıkları alçakça yöntemler açısından birbirlerinden hiçbir farkları olmadığını ortaya koymuşlardır. Biz sadece biraz samimiyet, biraz ilkeli duruş istiyoruz o kadar."
"HİÇBİR SEMAVİ DİN TERÖRLE BAĞDAŞTIRILAMAZ"
Erdoğan, terörün, dini, ırkı, vatanı olmadığını belirterek, "Maalesef İslam dinini terörizmle ilişkilendirmek gibi bir eğilimle karşı karşıyayız. Antisemitizme karşı olduğumu başbakanlığımın ilk yılında açıklamış bir liderim. Aynı şeyi Batı'dan bekliyorum. Onların da İslamofobiyi aynı şekilde insan suçu olarak açıklamaları gerekir. Bu dinin bir mensubu, bir Müslüman olarak bütün bu iddiaları reddediyoruz. Esasen hiçbir semavi dinin terörle bağdaştırılmasını kabul edemeyiz. Terör gibi dünyanın her yerinde insanları hedef alan bir vahşetin hangi dinde yeri olabilir? Lunapark'ta oyun oynayan, annesinin elinden tutup pazara giden çocukları öldüren bir anlayışın hangi dinde yeri olabilir?" dedi.
Hayat hakkının kutsal olduğunun altını çizen Erdoğan, şunları kaydetti:
"Terörü, belirli bir dine mensup kişilerle veya belirli etnik grubun üyeleriyle bağdaştırma yaklaşımı, yabancı düşmanlığı ve ırkçılık gibi insanlık gibi insanlık tarihinin yüz karası akımların güçlenmesine zemin hazırlıyor. İnsanlığın müşterek geleceği için, ülkelerin ortak çıkarlar ve fayda için daha yakın işbirliği göstermelerine ihtiyaç vardır. Tekrar güçlenmeye başladığını gördüğümüz yabancı düşmanlığı ve ırkçılık, bunun önündeki en büyük engeli teşkil ediyor.
Başbakan olduğum dönemde 2005 yılında İspanyol mevkidaşım Sayın Zapatero ile birlikte Medeniyetler İttifakı girişimini başlatmıştık. Bugün BM çatışı altında faaliyet gösteren Medeniyetler İttifakı Dostları Grubu 118 üye ve bunun yanında 26 uluslararası örgütü bir araya getiren geniş bir yapı haline dönüşmüştür. Terörle mücadelede en önemli hususlardan biri de terörü bitirmek kadar terörü besleyen şartları da ortadan kaldırma gereğidir. Yani, sivrisinek avlamakla bir yere varamazsınız, sivrisineği üreten o bataklığı kurutmak şarttır. O bakımdan, bilhassa küresel boyutta ekonomik dengesizliklerin düzeltilmesi önem taşıyor. Güçlü, sürdürülebilir ve dengesel, küresel büyümenin tüm ülkeleri kapsayacak şekilde sağlanması şarttır."
Erdoğan, bunun aynı zamanda ahlaki bir yükümlülük olduğunu düşündüğünü vurgulayarak, "Bu dönemde, küresel boyutta ticaretin de yeniden şekillendiğine şahit oluyoruz. Amerika ile Avrupa Birliği arasında Transatlantik Ticaret ve Yatırım Ortaklığı Anlaşması müzakere ediliyor. Süreci yakından takip ediyoruz" dedi.
Avrupa Birliği ile mevcut Gümrük Birliği kapsamında, birliğin ortak ticaret politikalarıyla uyum sağlanması gerektiğini dile getirenErdoğan, "Birliğin üçüncü ülkelerle akdettiği serbest ticaret anlaşmalarından doğrudan etkileniyoruz. Özellikle, Transatlantik ve Yatırım Ortaklığı Anlaşması'nın yürürlüğe girmesi, Türkiye'nin dış ticareti üzerinde olumsuz etkiye yol açacaktır. Bunların önüne geçilebilmesi için anlaşmanın müzakerelerine veya anlaşmaya müdahil olmak istiyoruz. Bu hususta, Avrupa Birliği ve üye ülkelerin olduğu kadar Amerika'nın da desteğini bekliyoruz" diye konuştu.
Türkiye son 13 yılda çok büyük ilerlemeler kaydettiğini dile getirenErdoğan, şöyle devam etti:
"Böylece müttefiklerine güven veren, hem de küresel sorunların çözümüne katkı sağlayabilen bir ülke durumuna geldik. Biz, bunu yeterli görmüyoruz. 2023 yılının Türkiye Cumhuriyeti, 100. kuruluş yılını kutlayacaktır. Bu anlamlı yıl dönümü için ekonomiden kültüre, dış politikadan çevreye kadar bir çok alanda kendimize önemli hedefler belirledik. Bu hedeflerin bir kısmı, ülke içindeki toplumsal, ekonomik ve siyasi standartların yukarı çekilmesine yöneliktir. Biz, bu hedeflere ulaşarak vatandaşlarımıza daha iyi hizmetler sunmanın yanında bölgemize ve tüm insanlığa katkı sağlamak istiyoruz. Amerikalı dostlarımızın desteği ve katkısıyla Cumhuriyetimizin 100. yılı için belirlediğimiz hedeflere ulaşmakta kararlıyız."
Erdoğan, Brookings Enstitüsünde, "Küresel Sınamalar ve Türkiye'nin 2023 Hedefleri" temalı konuşmasının ardından soruları yanıtladı.
Kıbrıs sorununun çözümüne ilişkin soru üzerine Erdoğan, süreçle ilgili bilgi verdi. Erdoğan, şu andaki Güney Kıbrıs yönetimiyle 2013'te bir yere gelindiğini belirterek, "Bir mutabakat metni ortaya çıktı. 'Mutabık mıyız', 'Mutabıkız'. 'Artık bununla yola devam edebilir miyiz', 'Tamam' denildi. Fakat bir anda ne olduysa, şeytanlar devreye girdi yine iş bozuldu. Şu anda aynı noktadayız. Tekrar olumlu bazı adımlar atalım diye çalışmalar var. Biz arkadaşlarımıza 'Siz işin pozitif yanında olacaksınız' diyoruz ve bu şekilde süreci devam ettiriyoruz. Mayıs'ta Güney Kıbrıs'ta seçimler var. Seçimlerden sonra tekrar bu süreç temenni ederiz ki olumlu bir şekilde başlar ve devam eder" ifadesini kullandı.
Erdoğan, AB üyeliğine ilişkin soruya da Türkiye'nin fiili olarak Avrupa Birliğine müracaatının 1959, resmi müracaatının ise 1963 yılında yapıldığını anımsatarak, "1963'ten bu yana biz Avrupa Birliğinin kapısındayız. Hep bizi oyalamışlardır" görüşünü dile getirdi.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, başbakanlığı döneminde hep liderler zirvesine katıldığını, o zaman Fransa'dan Cumhurbaşkanı Jacques Chirac'ın, Almanya'dan da Şansölye Schröder'ın bulunduğunu ve çok olumlu çalışmalar yaptıklarını anlattı.
O zamanki süreçte açılan faslın kapanması imkanının bulunduğunu vurgulayan Erdoğan, "Daha sonra gerek Chirac gerek Schröder'in görevlerinden ayrılmasından sonra yeni gelen Fransa'da ve Almanya'daki yöneticilerin döneminden sonra bu kapama olayı kaldırıldı. Açma var, kapama yok" diye konuştu.
Erdoğan, ayrıca gündeme imtiyazlı ortaklığın geldiğini de hatırlatarak, "Avrupa Birliği müktesebatının içinde böyle bir şey yok, nereden çıktı bu? Öyle bir noktaya geldik ki artık kuzuya diyorlar ki 'Seni yiyeceğim, suyu bulandırdın'. İş burada. Her şey yapılıyor, nasıl bir bulandırma bu? Maalesef şu anda 14 fasıl, bunun bir tanesi aç-kapadır. Diğerlerinin sadece açması yapılmıştır, kapaması yapılmamıştır. Süreç de çok ağır işlemekte ama arkadaşlarımız sabrediyor, bizler de sabrettik. Süreci bu şekilde işletiyoruz. Temenni ederim ki bu yeni süreçte Avrupa Birliği, mülteciler sorunundaki yaşadığı sıkıntılar karşısında Türkiye'nin nasıl bir cefakarlık ortaya koyduğunu görüyor. Bütün bunlar yeni bir sürecin başlamasına vesile olur" değerlendirmesinde bulundu.
"İYİ Kİ HAZIRLIKLI GELDİM"
"Bazı Türk gazetecilerinin hapis cezasıyla karşı karşıya kaldıklarını duyuyoruz, sizleri eleştirdikleri için, muhalif görüşler paylaştıkları için. Bu da ABD'de bazı kaygılar doğurmaktadır. Bununla ilgili bize Amerikalıların sormuş oldukları ve serbest özgür medya ortamının Türkiye'de sağlanmasıyla ilgili düşüncelerinizi öğrenebilir miyim?" sorusuna Cumhurbaşkanı Erdoğan, "İyi ki hazırlıklı geldim. Bize sürekli olarak yurt dışından, zaman zaman bizlerin bu konudaki hassasiyetlerini bildiği halde gelip, kendilerine bütün dosyaları önlerine koymamıza rağmen yine ülkemizdeki iktidarlara adeta düşman görüntü içerisinde olanların vermiş olduğu bilgilerle hareket edenler var" cevabını verdi.
Erdoğan, salonda bulunanlara "Şimdi ben, size tutuklu gazetecilerle ilgili burada Adalet Bakanlığımızın bütün dosyalarını içeren bilgiyi vereyim. Eğer detayını isterseniz tek tek her dosyanın detayı da elimin altında" diyerek şöyle devam etti:
"Ben özetini vereyim. Tutuklu gazeteci olduğu iddia edilen 52 isim başta terör suçları olmak üzere birçok suçtan temyiz aşamaları da tamamlanmak suretiyle cezası kesinleşen isimlerdir. Yani bunlar ne gözaltıdır ne tutukludur, bunlar mahkumdur. 4 isimse cezası yerel mahkemeler tarafından hüküm verilen, temyiz süreci devam eden isimlerdir. Tutuklu gazeteci olduğu iddia edilen cezaevlerinde sadece 7 isim vardır. Gazeteci olduğu iddia edilen tutuklu 7 isimden sadece ikisinin sarı basın kartı vardır. Yani bunlar da bizi aldatmasın. 7 isimden 4'ünün -bunun altını çiziyorum- PKK terör örgütüne üye olmak, 3'ünün ise FETÖ terör örgütüne üye olmaktan yargılanmaları devam ediyor."
"FETÖ"nün açılımını da anlatan Erdoğan, "O da milli güvenlik strateji belgesiyle, legal görünüm altında, illegal faaliyetler gösteren bir örgüttür. Bu bizim artık milli güvenlik strateji belgemize de girmiştir" dedi.
"Cezaevlerinde Anayasa ile teminat altına alınan basın hürriyeti kapsamında hükümlü ve tutuklu hiçbir gazeteci yoktur" diyenErdoğan, şöyle devam etti:
"Ama bunlar buralarda çok farklı bir şekilde ifade ediliyor. Şimdi içeri girerken, orada bazı bağıran çağıranları gördüm. O bağıran çağıranlar da bu işi bildikleri için bağırıp, çağırmıyorlar. Sadece Türkiye'de ilk defa yapılmış bir cumhurbaşkanlığı seçiminde yani halkın seçtiği cumhurbaşkanlığı seçiminde, yüzde 52 ile cumhurbaşkanı seçilmiş olan Erdoğan'a karşı burada illegal bir görüntü sergiliyorlar. Şu anda yüzde 52 desteğe sahip olan Erdoğan, diğer adaylardan bir tanesi ki, en yakın olan aday yüzde 35 almıştır arada 17 puan fark var, 14 siyasi partinin desteği olmasına rağmen yüzde 35 almıştır. Biz yüzde 52'yi alırken halkımız herhalde bizi kaşımıza, gözümüze değil ülkemizde yaptıklarımıza bakarak buraya getirdiler."
Cumhurbaşkanı Erdoğan, Türkiye'nin standartlarının ekonomik, siyasi, sosyal alanlarda yapılan yatırımlarla yükseltildiğine işaret ederek, "Ben şuna inanıyorum. Halkın iradesi, en güçlü iradedir. Halk, kolay kolay yanılmaz ve bizde de yanılmamıştır" ifadesini kullandı.
"ELEŞTİRİ NOKTASINDA BİZİM HİÇBİR SIKINTIMIZ YOK"
"Bizim ülkemizde başkanımız sıklıkla eleştirilir ve basından eleştiriler alır, muhalefetten eleştirilir ve farklı kesimlerden kendisi eleştirilir. Aslında bu da bizim özgür toplumumuzun bir parçası. Sizlerin, sizi eleştiren gazetecilerle ilgili bir sıkıntınız var mıdır?" sorusu üzerineErdoğan, "Bu ifadeyi seçerek kullandığınıza inanıyorum. Eleştiri noktasında bizim hiçbir sıkıntımız yok. Ama hakaret noktasında sıkıntımız var" dedi.
Erdoğan, kendisini eleştirenlere teşekkür ettiğini belirterek, hakaret edildiğinde ise avukatlarının hemen yargıya gittiğini söyledi.
Hakaretin ve eleştirinin birbirinden farklı şeyler olduğunu bildirenErdoğan, hakareti insani bulmadığını ama eleştiriyi insani bulduğunu ifade etti.
Tam aksine eleştirilerin istikamet verdiğini ve güç kattığını vurgulayan Erdoğan, şunları kaydetti:
"Onun için keşke hep böyle eleştirilerle bize yaklaşılsa. Ama öyle hakaretler yapılmıştır ki aileme, çocuklarıma tepeden tırnağa ilgili ilgisiz çok korkunç yaklaşımlar. Hırsızlıktan tutunuz, bütün ülkenin imkanlarını, vesairesini çalıp çırpmaya varıncaya kadar, bütün bunları söyleyecek kadar ileri gitmişlerdir. Bu ülkede yargı var. Varsa elinde bir belge, bunu yargıya götür. Muhalefet aynı şekilde varsa elinde bir belge, götür yargıya gereği neyse orada bunu yap. Hele hele FETÖ'cülerin yargıda egemen olduğu dönemde bunu çok daha rahat yapabilirdin. Nitekim o yola da tevessül ettiler. Yani benim Milli İstihbarat Müsteşarımın üzerinden bizi vurmak gibi bir yola da girdiler."
Erdoğan, tüm yaşananların karşısında halkın 10 Ağustos'ta kendisini yüzde 52 ile cumhurbaşkanı yaptığını belirtti.
Türkiye'nin İran ile ilişkileri ve İran'ın uluslararası arenada bir yer kazanması için Türkiye'nin nasıl bir yaklaşım izleyeceği yönündeki soru üzerine Erdoğan, Başbakan Ahmet Davutoğlu'nun İran'a yakın zamanda ziyaret ettiğini hatırlattı.
İran ile ekonomik ilişkilerde bir gerileme olduğunu belirten Erdoğan, "Ekonomik ilişkilerde İran ile bu son yaptırımların da uygulanması süreci dahil olmak üzere ciddi bir gerilemenin olduğunu söyleyebilirim. Çünkü daha önceleri Sayın Ahmedinejad dönemi ve Sayın Ruhani'nin ilk dönemlerinde bir tırmanış söz konusuydu ve 30 milyar dolarlık bir hedefimiz vardı fakat bu hedef şu ana kadar gerçekleşmedi ve ciddi bir düşüş söz konusu." diye konuştu.
İran ile Türkiye arasında Yüksek Düzeyli Stratejik Konsey ilişkisi olduğunu ve bu tür konuların konseyde ele alınacağını ifade eden Erdoğan, sözlerini şöyle sürdürdü:
"İran, özellikle Irak ve Suriye konusunda gerçekten sağlıklı hareket edemediğimiz bir strateji izledi. Burada temenni ederdik ki, bu olumlu yaklaşım Suriye'de olsun, Irak'ta olsun ve Suriye barışına da Irak barışına da birlikte katkı sağlayalım.
Son dönemlerde özellikle Suudi Arabistan ile İran arasındaki sıkıntılarda da yine Türkiye zannediyorum bu işin en sağlıklı arabulucusu olacak. Çünkü bölgenin bir barış havzası olmaya ihtiyacı var. Fakat mezhebi yaklaşımlar bizi sıkıntıya düşürmektedir ve bu mezhebi yaklaşımdan dolayı ciddi sıkıntıların olması bizleri üzmektedir. Bunu aşabilmek için de gerek hükümetimizin gayretleri, dışişleri bakanlarımızın karşılıklı çalışmaları, nitekim Sayın Zarif, geçenlerde ülkemizdeydi, ben de kabul ettim, kendisiyle bu konuları çok açık, net görüştüm ve atacağımız adımlarla ilgili olarak da bu ay Yüksek Düzeyli Stratejik Konsey önem arzediyor diye bunu ifade edeyim. Ama nükleer enerjiyle alakalı olarak biliyorsunuz başta Amerika olmak üzere atılan bir adım var, biz bu adımı da memnuniyetle izliyoruz, takip ediyoruz."
SURİYELİ SIĞINMACILAR KONUSU
Cumhurbaşkanı Erdoğan, bir katılımcının, "Suriyeli sığınmacılara yaklaşımınızla gurur duyuyorum, batının bu sıkıntı karşısında neredeyse hiç birşey yapmamış olmasını, bunu görmezden gelmesini neye bağlıyorsunuz?" sorusuna, "Doğrusu bunu anlamakta biz de zorlanıyoruz" yanıtını verdi.
Türkiye'nin bu soruna insanı olarak yaklaştığına işaret eden Erdoğan, şöyle konuştu:
"Eğer olaya insani noktadan yaklaşacaksak, vicdani noktadan yaklaşacaksak...Şu anda Avrupa Birliği üyesi ülkelerin hemen hemen tamamına yakını ekonomik olarak bizden çok daha güçlü ülkeler. Böyle güçlü ülkeler olmalarına rağmen ülkelerine gelen 500 kişiyi, bin kişiyi, 5 bin kişiyi, 10 bin kişiyi sorun haline getiriyorlar, biz ise bunları sorun yapmadık ve tam aksine 2 milyon 700 bin Suriyeliyi... Çünkü onlar ölümle baş başaydılar, varil bombalarından kaçıyorlardı, kapılarımızı açtık ve onları kabul ettik. Irak'taki 300 bin kişiyi aynı şekilde kabul ettik. Bu bizim insani sorumluluğumuzdur. 'İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi nerede' diye okuyorum ama İnsan Hakları Evrensel Beyannamesine batının pek bakmadığını görüyorum. Eğer bakacak olsalar, hepsi burada çok daha farklı bir sorumluluk alırlardı, çok daha farklı bir mesuliyet alırlardı ve böylece buradaki paylaşımı beraber yapar, bu insanların geleceğine yönelik önemli adımlar atardık."
Batılı ülkelere Suriyeli sığınmacılar için bir teklifte bulunduklarını ancak henüz bir cevap alamadıklarını anlatan Erdoğan, şu değerlendirmede bulundu:
"Suriye'nin kuzeyinde bir bölge ilan edelim, bu bölgede, biz müteahhitlik sektöründe iyiyiz. Mesela Almanya, yılda ben 10 milyar avro bu iş için ayıracağım.' dedi, Sayın Şansölye bunu açıkladı, diğer ülkeler de devreye girsin, biz burada şehir kuralım. Bu terörden arındırılmış bir bölge olsun. Ama birşey daha var burada, o da uçuşa yasak bölge ilan etmek suretiyle de buranın güvenliğini sağlamamız lazım. 'Biz burada 500 metrekarelik arsalar içinde konutlar yapalım, 100, 150 metrekare konutlar ve bu konutlara gerek Suriye'den çıkmak isteyenlere buraya yerleştirelim, gerek bizdekileri buralara yerleştirelim. Bunun içinde okulları olsun, hastanesi, sosyal donatı alanları olsun ve böylece bu insanları kendi topraklarında yaşamaya sevk etmiş olalım.' dedi. Konuştuğumuzda, 'Gayet güzel bir teklif, iyi düşünmüşsünüz.' diyorlar ama şu ana kadar henüz bir adım bu alanda atamadık. Eğer bunu yapabilirsek inanıyorum ki Suriyeli sığınmacılar, artık kalkıp da Avrupa'ya, şuraya, buraya gitmeyeceklerdir ve orada gayet güzel bir şekilde inşa edilmiş o konutlarda yerlerini alacaklardır diye düşünüyorum. Bunu batılı dostlara söyledik ama beklediğimiz cevabı henüz alamadık. Beklemedeyiz."
Güvenli bölgenin nasıl sağlanabileceği yönündeki soru üzerine Cumhurbaşkanı Erdoğan, güvenlik güçleriyle, koruma tedbirleriyle bunun uygulanabileceğini kaydetti. Dünyanın değişik yerlerinde böyle uygulamaların olduğunu aktaran Erdoğan, Kıbrıs'ta Yeşil Hat'ta, Meksika ile ABD sınırında da bu tür alanların oluşturulduğunu, buralarda güvenlik güçlerinin bulunduğunu söyledi.
"Birleşmiş Milletler bu işi yapabilir, hatta daha ileriye gitmek suretiyle gerekirse özel bir düzenlemeyle burada NATO da devreye girer. Çünkü 'burada yaşayan insanların güvenliğini sağlamak hepimiz için bir görevdir' diye düşünüyorum" diyen Erdoğan, birinci derecede görevin ise BM'ye ait olduğunun altını çizdi.
Erdoğan, sadece Türkiye'nin değil, NATO'nun bütün mensuplarının orada güvenlik konusundaki görevi yapmak durumunda olduğunu ifade etti.
- Etiketler :
- Haberler -
- Türkiye
- Ortadoğu
- Dünya
- Avrupa
- Amerika