Ahmet Yeşiltepe yazdı: Çin "İpek yolu"ndaki Türkleri kendi masasına topluyor
Çin’in Xi’an kentini, Türkçe fonetiğine uygun olarak Şian’ı, “mutlaka görülmesi gereken yerler” listesinde en üst sıralara çıkaran çok sayıda gerekçe var. Bunlar arasında ilk akla gelen Toprak Askerler ya da Terrakotta Ordusu. Kil topraktan imal edilmiş, gerçek insan boyutunda 8 bin askerden oluşan 2 bin yıllık bu ordu Şian’ı günümüz dünyasının önemli bir turizm destinasyonuna dönüştürüyor. Gerçek bir arkeolojik hazineye sahip Şian’ı biz ekseriyetle eski dünyanın Asya’daki ticaret başkenti olarak biliyoruz.
* “Şimdi Büyük Oyun’u oynamaya en Kuzey’e gideceğim…” Rudyard Kipling, Kim, 1901
İpek Yolu’nun başlangıç noktası Şian’ın bu tarihi misyonu şimdilerde Çin Halk Cumhuriyeti yönetimi tarafından yeniden canlandırılmaya çalışılıyor. Geçtiğimiz hafta bu kentte düzenlenen Çin-Orta Asya Zirvesi, Orta Asya’yı, özellikle Türk Dünyası’nı yakından takip edenlerin yakın plana aldığı önemli bir diplomatik olaydı. Hatta kimileri için bunun çok ötesinde, bir “kırılma sürecinin” tarihi dönüm noktalarından biriydi.
ABD merkezli düşünce kuruluşları Orta Asya’da uzun süredir devam eden Rusya etkisinin Ukrayna Savaşı sırasında azaldığına, ortaya çıkan boşluğun Çin tarafından doldurulabileceğine dikkat çekiyor. Bu iddiayı araştırmak ve Pekin Yönetiminin bölgedeki “olası heveslerini” anlamak amacıyla; 1991 yılının sonunda Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nin resmen dağılmasıyla başlayan dönemin hikayesine bakalım.
RUSYA’NIN DİKKATİ UKRAYNA’DAYKEN...
1992’den sonra Orta Asya’daki yeni cumhuriyetlerle ticari, sosyal ve kültürel bağlarını güçlendirmeye çalışan Rusya Federasyonu, geçmişten gelen alışkanlıkların etkisiyle “Arka Bahçesi” olarak gördüğü bu coğrafyada zemin kaybetmemek için büyük çaba sarfetti. Putin’in Kremlin’de “tek patron” olmasıyla Orta Asya ülkeleriyle bağlar daha da sıkılaştırıldı, siyasi güç dengesinde Moskova’nın ağırlığı hissedilir ölçüde arttı. Son olarak 2022’deki Kazakistan protestoları gerekçe gösterilerek ülkeye Kolektif Güvenlik Antlaşması Örgütü birliklerinin konuşlandırılması, çoğu bölge uzmanı tarafından “Rusya müdahalesi” şeklinde değerlendirildi.
Güvenlik, öncelikli olmakla beraber, Rusya, Orta Asya’da ekonomik ve siyasi bir entegrasyon politikası güdüyor. Bunu uygularken kültür ve dil alanındaki özel ilişkilerin korunmasına özen gösteriyor, çünkü Rusya’yı bölge ülkeleri nezdinde değerli kılan unsurlardan biri, belki en önemlisi bu. Ancak, kültür politikaları zemininde inşa edilmiş güçlü köprülerin karşısında artık “kazan-kazan” esasına dayalı ticari ilişkiler, refah vaatleri ve zenginlik umudu var. Orta Asya ülkelerinde genç kuşaklar arasında gözünü Batıya çevirmiş, internet üzerinden küresel ağları takip ederek büyümüş kitleler Orta Asya’ya daha etkin şekilde girmeye çalışan süper güçlerin öncelikli hedefleri arasında. Bir örnek olarak; ABD’nin özellikle Kırgızistan’daki artan “dil eğitimi” gayretini görmemek mümkün değil. Lakin bu ülkeleri topyekun odağına almış ve en somut projeleri öneren ve en kararlı adımları atan ülke Çin.
ÇİN, ORTA ASYA’DAKİ BOŞLUKLARI DOLDURUYOR
Çin-Orta Asya Zirvesi, Çin Devlet Başkanı Şi Cinping (Xi Jinping) ev sahipliğinde Şian’da gerçekleşti. Şi Kazakistan, Kırgızistan, Tacikistan, Türkmenistan ve Özbekistan cumhurbaşkanlarını sofrasında ağırladı, bu ülkelere olan “özel ilgisini” dile getirdi. Zirve toplantısı 31 yıl önce diplomatik ilişkilerin kurulmasından bu yana Çin ile beş Orta Asya ülkesinin liderleri arasında gerçekleşen ilk yüz yüze zirveydi.
2000 yıl önce İpek Yolu’nda Çin kervanlarına pazar yeri açan, doğuyla batıyı bu noktalarda buluşturan Orta Asya kavimleri “zengin keşiflerin ve kıymetli metanın üretildiği yer” Çin’e yine kapıyı açacaklar. Onun ürettiği ve bir bakıma Batıyı bağımlı hale getirdiği ucuz metanın ta en uç noktadaki Rotterdam limanına kadar hızlı ve güven içerisinde gidebilmesi için “yol koruyucusu ortak” rolünü yeniden üstlenecekler! Bu, Çin’in "Kuşak ve Yol İnisiyatifi" çerçevesinde yaptığı iş birliğinin nihai hedefi. Ancak kimi uzmanlar bunun ötesinde “planların” yapıldığını düşünüyor, Pekin yönetiminin adımlarını temkinli şekilde izlemeyi öneriyor.
Sovyetler Birliği’nin 1992 yılında çökmesi ile birlikte İdeolojik kardeşi Çin, yeni dönemde eski Sovyet toprakları olan bağımsız Orta Asya ülkelerine karşı kendi stratejisini oluşturmak için daha fazla seçeneğe sahip oldu. Bu süreçte coğrafi konumu ve iç dinamiklerle doğrudan bağlantılı yeni siyasetinin birçok değişkeni ortaya çıktı. Yeni jeopolitik durum, sahip olduğu büyük nüfus, hızla büyüyen ve modernleşen ekonomisi ve yeni güvenlik sorunları, Çin’in bu bölgedeki politikalarının ana unsurlarını oluşturuyor.
İPEK YOLU’NDAKİ DURAKLAR İÇİN MÜCADELE
İpek Yolu’nun ortaya çıkışı ve bir ticaret rotası olarak kullanılmaya başlaması MÖ 130'lara kadar gidiyor. En yoğun şekilde kullanımıysa MS 7 ile 11. yüzyıllar arasında. Özellikle Orta Asya’daki Türk kökenli kavimlerle yoğun ilişki içerisinde olan Tang Hanedanı İpek Yolu’nun güvenliği açısından Göktürklerle sık sık çatışma noktasına gelmiş. Batılı tarihçilere göre İpek Yolu’nun işlevini kaybetmeye başlaması MS 1453 yılında İstanbul’un Türkler tarafından fethiyle oluyor. Yeni ticaret yolları arayışında coğrafi keşifler ve denizciliğin ilerlemesi sonucu Çay ya da Porselen Yolu olarak da tanımlanan deniz rotaları ortaya çıkıyor.
Tarihsel süreçte Çin’in Asya’daki yükselişi ya da sendeleyişi her defasında Batı’da ciddi manada etkileri olan bir fenomen. Dünya ticaretinin belki de en önemli odaklarından biri olan bu dev ülkenin hikayesi, yaklaşık 150 yıllık bir aradan sonra, günümüzde de küresel ekonomi ve siyasetin terazi kefelerinden birine dönüşmüş durumda.
Pekin yönetimi, ülke üretimini dış pazarlara yönlendirdiği 90’ların başından bu yana olağanüstü bir ekonomik güç elde etti. Bunu askeri alanda teknolojik yatırımlara akıtan, tahkim ettiği “güçlü aktör” imajını küresel siyasetteki manevralarıyla somutlaştıran Çin, Afrika’dan Güney Amerika’ya, Ortadoğu’dan Balkanlar’a durmaksızın yeni açılım kanalları yaratıyor. Elbette bu açılımlar arasında en dikkat çekici olanı Orta Asya’da yeniden canlandırmaya çalıştığı İpek Yolu. Ancak bu defa hedefin sadece ekonomik değil, boşlukları dolduran, eksikleri gideren, bozukları tamir eden bir ülke görüntüsü olduğu aşikar. “Yumuşak Güç”, “kolaylaştıran ülke” profili Batı’nın Çin üzerindeki hesaplarını boşa çıkaracak yöntemlerden biri. Bu şekilde özellikle hinterlandı Orta Asya’daki siyasi varlığını ve etkinliğini yükselten Pekin yönetimi, belli ki kurduğu masanın etrafına kendi kurallarıyla hareket edecek “konuklar” yerleştirmek istiyor. Bu, kafasındaki oyun planını (o her ne ise) kolay uygulayacak bir zemin oluşturabilir. Olasılıkları elbette Türkiye ile akraba ülkeler arasındaki ilişkiler bağlamında da değerlendirmek gerekiyor.
ÇİN HERKESİN “BİR NUMARASI” OLUYOR
Çin, Orta Asya diplomasisini zengin enerji kaynakları ve stratejik coğrafi konumu ile bu ülkelere çeşitli yatırımlar yaparak sürdürüyor. Gelişen ekonomik bağlar, Orta Asya bölgesini siyasi ve ekonomik anlamda giderek Çin’e daha bağımlı hale getiriyor. Çin Ticaret Bakanlığı’nın verilerine göre, Orta Asya ve Çin arasındaki ticaret hacmi 1992 yılında sadece 460 milyon dolarken, 2022 yılında ise bu rakam 70 milyar doları aşmış durumda. Yani 1992 yıllı rakamı yaklaşık 200 katına ulaşmış. Bu bağlamda Çin, Orta Asya’da Kazakistan ile Türkmenistan’ın en büyük, Özbekistan ve Kırgızistan’ın ikinci büyük, Tacikistan’ın ise üçüncü büyük ticaret ortağı haline gelmiş.
KÜLTÜR KÖPRÜLERİ KURARAK ORTA ASYA’YA GİRMEK
Orta Asya’nın “İpek Yolu Ekonomik Kuşağı” güzergahında bulunması ve zengin enerji kaynaklarına sahip olması, yüksek ekonomik büyüme sürecinde enerji kaynaklarına talebi giderek artan ve üretim fazlası sorununu yaşanan Çin için aşırı önem taşıyor. Fakat genel ülke imajı açısından bölgedeki başka güçlere, özellikle Rusya’ya göre daha düşük bir seviyeye sahip olan Çin, bölge ülkeleriyle aradaki diplomatik ve kültürel ilişkileri başta olmak üzere, kültürel olarak kendini tanıtmak ve bölgedeki yumuşak gücünü arttırmaya çalışıyor.
Çin’in ülke imajının Orta Asya’da tarihsel, kültürel ve ekonomik nedenleriyle “olumsuz” algılanmasına paralel olarak, son dönemde Çin’in bölgedeki ekonomik varlığının artması, Orta Asya’ya gelen Çinlilerin çoğalması ve Çin hükümetinin bölgede arazi kiralama talebinde bulunması da Çin imajını olumsuz etkiliyor. İşte bu yüzden Çin’in bölgedeki ülke imajını düzeltmek amacıyla kültürel açıdan gösterdiği çabalarının önümüzdeki yıllarda daha da artacağı öngörülüyor.
Pekin yönetimi, Şangay İşbirliği Örgütü (ŞİÖ) çerçevesindeki kültürel iş birliğini Orta Asya ülkelerinde etkin şekilde arttırıyor. 2007’de kurulan ŞİÖ Üniversitesi’nde Orta Asya ülkelerinden binlerce yetenekli gence burslar veriliyor. Son olarak 2012 yılında Pekin’de düzenlenen ŞİÖ Zirvesinde Çin, önümüzdeki 10 yıl içerisinde ŞİÖ ülkeleri için 30 bin kişiye Çin Hükümeti bursunun tahsis edileceğini açıkladı. Diğer yandan, Konfüçyüs Enstitüleri de Pekin’in Orta Asya’da etkin kullandığı bir yapı. Dünyanın çeşitli ülkelerinde kurulan Konfüçyüs Enstitüsü, Çin dili ve kültürünü dünyaya tanıtmak görevini taşıyor. Asya’nın 32 ülkesinde 110 Konfüçyüs Enstitüsü varken, Orta Asya’nın dört ülkesinde 11 Konfüçyüs Enstitüsü ve 17 Konfüçyüs sınıfı (17’si de Kırgızistan’da) faaliyet gösteriyor. Ayrıca, halen 10 bin Konfüçyüs enstitüsü öğretmenleriyle öğrencilerini burslu olarak Çin’in farklı şehirlerinde eğitiyor. Çin’in Kazakistan, Kırgızistan, Tacikistan, Türkmenistan ve Özbekistan ile kurduğu kültür köprüleri arasında Çin Kültür Merkezleri, Çin Kültür ve Filmleri Haftaları gibi yapı ve etkinlikler de bulunuyor. Ayrıca, Çin’in “Bir Kuşak Bir Yol” stratejisi de kendini barışçıl bir güç olarak değerlendirerek, yumuşak gücünü arttırma hedefine hizmet ediyor.
İlişkilerin son iki yılda derinleştiği alanlar ise; altyapı projelerini artırmaya yönelik projeler, salgın önleme, tahıl güvenliği ve kalkınma finansmanı olarak öne çıkıyor.
ORTA ASYA’DA YENİ “BÜYÜK OYUN”
Tüm 19. yüzyıl boyunca dünyanın iki büyük gücü, Britanya İmparatorluğu ile Çarlık Rusyası arasında Orta Asya’nın ıssız geçitlerinde, çöllerinde, doruklarından kar ve buz hiç eksik olmayan yüksek dağlarında gizli bir savaş sürdü. Rusya, bir yandan Kafkasya ve Orta Asya’daki topraklarını genişletirken, diğer yandan da Britanya İmparatorluğu’nun en büyük sömürgesi olan, “alt-kıta” Hindistan’a giden yollara ve geçitlere hakim olma yarışında adım adım ilerlemeye çalışıyordu. Britanya ise Afganistan, Özbekistan, İran ve Kafkasya gibi pek çok coğrafyada Rusya’yı stratejik olarak “çevrelemeye” gayret ediyor; bölge, yerel hanların kalelerine varıncaya dek, iki tarafın temsilcileri arasında amansız bir mücadeleye sahne oluyordu.
Bu gizli savaşın aktörleri tarafından söz konusu mücadeleye konan “Büyük Oyun” adı, ünlü yazar Rudyard Kipling tarafından Kim adlı romanında ölümsüzleştirilmişti.
Peter Hopkirk’ün çok satan kitabı “Büyük Oyun – Orta Asya’da Gizli Savaş”ta çizilen manzara şimdilerde günümüz konjonktürüne uyarlanıyor. Doğudaki büyük oyunun aynı coğrafyada bugün Çin ile ABD arasında yaşandığı öne sürülüyor. Çoğu Batılı uzmanın projeksiyonunda Rusya yakında oyun dışı kalabilir ve sırada büyük bir heyecanla bekleyen Çin var! ABD önderliğindeki Batı kampı Çin-Orta Asya iş birliğine ekseriyetle jeopolitik bir perspektiften bakıyor, Çin'i “Orta Asya'yı kontrol etmek” ve “orada nüfuz alanı kurmakla” suçluyor. Bu “sıfır toplamlı oyunda” asıl amacın Rusya’nın zayıflamaya yüz tutan alan hakimiyetini ele geçirmek, olduğu iddia ediliyor.
Ancak bu iddia ve suçlamalara karşı görüş ortaya koyanlar da az değil. Onlara göre, Orta Asya’da Çin sayesinde refahın, kalkınmanın işareti gelişmeler yaşanıyor. Projeler somutlaşıyor. Örneğin, bizzat tanıklık ettiğim bir konuşmada; Türkmenistan'dan yola çıkan ve Çin'e özgü bir şifalı bitki olan meyan kökü hammaddesiyle dolu Çin-Avrupa yük treni Şian’da boşaltılırken, “artık biz de kazanıyoruz”, diyen Türkmen iş insanları geleceği umut verici buluyor.
Bölge ülkeleri açısından bakıldığında Çin’in artan varlığı bu ülkelerin önünde yeni fırsatlar açıyor. Çin’in sunduğu ekonomik imkanlardan yararlanarak kendi ülkelerinin sorunlarını çözmeye çabaladıkları görülüyor.
ÇİN-ORTA ASYA ZİRVESİ’NİN “AİLE” FOTOĞRAFI
Çin-Orta Asya Zirvesi'nin sonuç bildirisinde, iki taraf arasındaki “karşılıklı fayda” anlayışına dayalı iş birliğinde yeni bir sayfa açılacağı görüşüne yer verildi. Mevcut 17 demiryolu hattının Şian'ı Orta Asya ülkelerine, Asya ve Avrupa'daki pek çok diğer noktaya bağladığına dikkat çekildi. İstatistiki veriler de 2023’ün ilk üç ayında bu hatlar üzerinden 1100'den fazla tren seferi yapıldığını gösteriyor. Buğday, soya fasulyesi, meyve, kuru meyve, sığır ve koyun eti gibi kaliteli Orta Asya tarım ürünlerinin Çin'e ihraç edilerek bu coğrafyanın halklarına somut faydalar sağladığı anlaşılıyor.
Ancak madalyonun diğer yüzünde ticaret dengesinin ezici bir ağırlıkla Çin’den yana olduğu söylenebilir. Çinli şirketlerin petrol ve doğal gaz arama, işleme ve üretim, bağlanabilirlik (boru hatları), değerli madenlerin çıkarılması ve işlenmesi, telekomünikasyon, dijital teknolojiler ve geniş bir yelpazede çok sayıda sektörde artık tek söz sahibi oldukları biliniyor. Özellikle enerji ihtiyacı giderek artan Çin’in Orta Asya’dan İran’a, oradan Suudi Arabistan’a uzanan eksende daha aktif ve yön belirleyici ülke konumuna yükselmesi, Batı’nın endişe duyduğu bir gelişme.
2013’ten itibaren Çin’in ortaya koyduğu “İpek Yolu Ekonomik Kuşağı” inisiyatifi orta ve uzun vadede yeni dengeler oluşturabilir. Çoğu Batılı uzmana göre Çin’in bu süreçten daha karlı çıkacağı aşikar. Lakin bu gelişmeler Orta Asya ülkelerinin egemenliklerine ve/veya “demokrasi heveslerine” tehdit oluşturabilecek bir stratejik dönüşüme yol açabilir mi? Şian’daki zirve toplantısının aile fotoğrafına bakarak bu “uç” sorunun cevabını bulmak elbette mümkün değil... Yapılacak tek şey; Orta Asya-Çin ilişkisinde mevcut manzarayı ve bundan sonraki “Büyük Oyun”u iyi okumak.
- Etiketler :
- Haberler -
- Asya
- Ahmet Yeşiltepe
- Çin