15 Temmuz'da ilk istihbarat darbe olacağına yönelik değil, MİT Müsteşarı Hakan Fidan'a suikast düzenleneceği şeklinde geldi...
Darbe girişimine yönelik önemli ayrıntıyı NTV canlı yayınında Oğuz Haksever'in sorularını yanıtlayan eski Başbakan ve AK Parti Konya Milletvekili Ahmet Davutoğlu verdi.
Davutoğlu, MİT'in saat 16.00'da Genelkurmay'a ilettiği, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın ise "Eniştemden öğrendim" dediği olayla ilgili istihbarat zaafiyeti tartışmalarına değindi.
O gün MİT'te ciddi çatışmalar olduğunu ifade eden Davutoğlu, "MİT karargahını ele geçiremediler. Doğrudan bilgiye sahip değilim ama ilk ihbar Hakan Fidan’a yapılacak bir suikast şeklinde geliyor. Bir darbe şeklinde değil de helikopterle gelip Hakan Fidan'a yapılacak eylem şeklinde" dedi.
Bu nedenle Hakan Fidan'ın sorunu Genelkurmay Başkanı ile çözme yoluna gittiğini dile getiren Ahmet Davutoğlu, her halükarda Cumhurbaşkanı ve Başbakan'a haber verilmesi gerektiğini belirtti.
"EMRİ BEN VERDİM" ELEŞTİRİLERİNE YANIT
Davutoğlu, Rus uçağını düşüren pilotların darbe girişimi soruşturması kapsamında tutuklanmasıyla “Emri ben verdim” sözleri üzerinden kendisine yöneltilen eleştirilere de yanıt verdi. Suriye'nin Türk Hava Kuvvetleri'ne bağlı uçağı düşürmesinin ardından angajman kurallarının değiştirildiğini hatırlatan Davutoğlu, Rusya'nın hava sahası ihlalleri sonrası bu kurallarının genişletildiğini söyledi ve "Burada devlet ortak olarak hareket etmiştir" ifadesini kullandı.
"ÇETE REİSİNİN ABD'DE BARINMASI İZAH EDİLEMEZ"
Fethullah Gülen'in Türkiye'ye iade edilmesi gerektiğinin de altını çizen Davutoğlu, "Bir çete reisinin Amerika’da barınmasını kimse bize izah edemez. Bu yönde üzerindeki baskıyı artırmak için hükümetimizin yaptığı faaliyetler kesinlikle doğrudur" değerlendirmesini yaptı.
"HEP BÖYLE BİR TOPLANTI HAYAL ETMİŞTİM"
Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın Beştepe'de 3 parti lideri ile yaptığı görüşme için "Ben hep böyle bir toplantıyı hayal etmişimdir" diyen Davutoğlu, toplumsal dayanışmanın önemine işaret etti.
"OHAL KARARI DOĞRU"
Davutoğlu, "Bütün bu şer odaklarına karşı mücadele kesintisiz sürmelidir" diyerek de OHAL kararının doğru olduğunu belirtti.
Canlı yayında Ahmet Davutoğlu'na yöneltilen sorular ve alınan yanıtlar şöyle:
O akşamı nasıl yaşadınız? O geceyi, o sabahı sormak istiyorum.
Günler vardır bir yıla bir asra bedel, günler vardır toplumun akışı içinde seyri bütünüyle değiştirebilir ve birçok risklerle imkanları sizin önünüze serer. 15 Temmuz böyle bir gündü. Zor ve karanlık bir gece. O gece sizin yayınınızda, ‘bu gece karanlık olabilir ama Türkiye yarına aydınlık uyanacak’ demiştim. Bazen en zor karanlıktan aydınlığa çıkmak daha da çarpıcı ve belirleyici olabiliyor. O gün hepimiz için normal bir gündü. Bir gün önce İstanbul’dan Ankara’ya geçmiştim. Akşam Sare hanımla birlikte bizim iki basın danışmanımızın düğünü vardı Gölbaşında. Sonra da bir aşçımızın düğününe icabet etmek için Ankara’daydık. Dolayısıyla ikinci düğünden sonra saat 22.00 gibi herkes gibi olağanüstülük haberleri bize de intikal etmeye başladı. Daha sonra birlikte olduğumuz ikinci düğünden eve intikal ederken koruma müdürümüze daha net bilgiler intikal etti ve güvenlik tedbiri alınması talimatı kendisine verildi. Daha sonra güvenli bir yere gittik. O andan itibaren koruma amirinizin doğru gördüğü şeyleri yapmak lazım. Benim tanıdığım değil ama güvenlik amirimizin tanıdığı ve bildiği ama ben yine de gideceğimiz ev kiminse, sorun 'ben kimseye risk atfetmek istemem' kendisinin rızası varsa dedim. Ondan sonra sayın Cumhurbaşkanımıza ve Başbakanımıza ulaşmak için çabalarımız oldu. Arkasından da sizin yayınlara, birçok kanala 5 yerli 4 yabancı kanala gece boyu demeçler vererek saat 24.00’ü biraz geçe ilk açıklamamı yaptım, yarımı biraz geçe de bu yayınlara katıldık. Olayın rengi tam belli olmasa da belli olan bir husus bu olayın kader gecesi olduğuydu. Ertesi sabah belirsiz olabilir ama siz yanlış bir yerde durursanız, bedelini ödemekten korkarak, haksızın, zulmün, darbecinin yanında durursanız sizi bir asır kara bir isimle geriye bırakırsınız. Özellikle yabancı kanallara izahat eksiliği olduğunu gördüğümde de CNN, El Cezire’nin İngilizce ve Arapça versiyonu, NBC gibi kanallara bağlamdım. Orada bir başka algı oluşturulmaya çalışılıyordu. Saat 03.00 civarında Meclis'e gitmek için teşebbüsümüz oldu ama yolların kesildiğini ve gitmenin risk oluşturacağını koruma amirimiz bildirdi. Bu şekilde yoğun bir gece geçirdik. Sabah tablo netleşinceye kadar hepimiz ayaktaydık. Ben buradan bütün medyaya özellikle bu olayın görünür kahramanları olarak, bu yayınların kaynağı olan milletimize ise hepimizin teşekkür borcu var. Herhalde Türkiye'ye bir daha böyle karanlık bir gece yaşatmak isteyenler bir değil iki değil yüz kere düşünmek zorundalar. İradesine sahip çıkacak bir halk olduğu artık herkes tarafından biliniyor.
Sonra o yaptıkları vahşetin görüntüleri de ortaya çıktı, ne düşündünüz?
Büyük bir sarsıntı. Size bağlandığımda bir taraftan kararlı ve rasyonel olmak zorundasınız, halka ve TSK’ya da orada bir seslenmede bulundum. YAŞ toplantılarında 2 yıl birlikte olduğumuz, çoğunu tanıdığım komutanların alınması söz konusuydu. Fakat derin bir hüzünde hissediyorsunuz. Devletin bütün geleneklerinin, devlet ile millet arasındaki güvenin ana odağı olan ordunun algısının sarsılması çok kalıcı bir etki yapabilirdi. Öyle kurumlar vardır ki siyasi partiler yüzde 50-60'a ulaştıklarında sevgi ve muhabbet halkası başarılıdırlar. Ama öyle kurumlar vardır özellikle ordu, diyanet ve hukuk yüzde 100 güven vermek zorunda. Bir kısım o kurumlardan şüphe ettiği zaman toplum düzenini korumak mümkün olmaz. O bakımdan en çok korktuğum geçmişi de düşününce ‘yarabbi bu ülkeyi koru’ ve ordu ile halkı karşı karşıya getireceklere fırsat vermeyecek bir dil lazımdı. Bu katilleri canileri ordudan soyutlayarak, milleti orduyla karşı karşıya getirmek değil bu canilere karşı ortak bir bilinçte buluşturmak. Biz çok isyan gördük güçlü devletler bu tecrübeleri yaşarlar. Osmanlı’daki yeniçeri isyanları da dahil, cumhuriyet dönemindeki darbelerde dahil devletin şahsi manevisini temsil eden mekanlara böylesine alçakça saldıran ve milletin kendisine bu derece alçakça saldıran bir darbe ve kalkışma olmadı. O nedenle yaşadığımız bir ilk ama son olacağını ümit ediyorum. Hem kaybettiğiniz şehitlerimize üzülüyorsunuz ama bir de kaybedilen devlet itibarı var. Halk nezdinde devletin kaybettiği itibar öylesine ağır olabilirdi ki bir daha devletten bahsetmek imkanı kalmayabilirdi. O nedenle devletin bu itibarına sahip çıkan bütün kurumlara ve silahlı kuvvetlerimizin üst komuta kademesi, silahları kuvvetlerde bunun halkla karşı karşıya gelmemesi için çaba sarf eden, sayın Cumhurbaşkanımızın İstanbul’a gelmesini sağlayan bütün ordu komutanlarımıza bunlara teşekkür borcumuz var. Eğer o gün bir başka güne uyanmış olsaydık çok kanlı kitlesel çatışmalar başlayabilirdi ve devlet ile millet arasındaki gerilim hat safhaya ulaşabilirdi.
Hem aktif olarak görevde bulunduğunuz dönemde hem de bundan sonra olanları gözlediğinizde bu yapı için neler söylersiniz? Özellikle 17-25 Aralık sonra 7 Şubat o süreçte önemli yerlerdeydiniz.
Bu yapı hem bürokrasiye sızması bakımından tehlikelidir, hem devleti gayrimeşru yollarla elde etme çabası bakımından, ürettiği adaletsizlik bakımından ama en fazla zihniyeti tehlikelidir. Nihayet modern siyasal toplumsal rasyonel düşünen bireyler üzerinde vatandaşlık ilişkisine dayanır. Modern bürokraside bu vatandaşların seçtiği siyasi iradeye bağlıdırlar. Öyle bir yapıdan bahsediyoruz ki kendisinin mehdi olduğun, metafizik bir takım güçleri olduğuna inanılan başka bir otoriteye bağlı olan bir bürokrasi ve böyle bir sapık zihniyet etrafında örgütlenen bir yapı, önce bu zihniyete savaş açmak lazım. Türkiye'de herkes tek başına vatandaştır ve Türkiye'de bürokrasi tek tek bu vatandaşların seçtiği siyasi otoriteye bağlıdır. Eğer imamlardı filan bunun dışında otoriteler oluşursa devletin bekası da mümkün olmaz milletin huzuru da söz konusu olmaz. Bu yapının böylesi bir özelliği olduğunu son yıllarda keşfettik. Bu eğitim kurumlarıyla kendini meşru bir alan içinde tanımlamaya çalıştı. Fakat bu fark edildikten sonra özellikle 17-25’ten sonra belli şeyleri hedef aldı. Sayın Cumhurbaşkanımızın başbakanken ofisi dinlendi, benim ofisim dinlendi ve o andan itibaren son 3 yıl içinde yapmak istedikleri şey Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin yurt dışındaki itibarını sarsmak ve meşru hükümeti gayrimeşru bir çerçeve içine oturtmak. Benim ofisimdeki şahsi anlamda doğrudan mücadele edeceğim bir yapıdır. Hiç kimse vatandaşlarımızı böyle haşhaşi mantıkla esir alamaz. Siyasal anlamda da bu mücadeleyi her düzeyde yaptık yapmaya da devam edeceğiz. Çünkü bu yapı devletin en mahrem bilgilerini dışarıya yansıtan MİT TIR'larından, oda dinlemelere kadar ve dışarıda devletimizi terörist bir devlet gibi göstermeye çalışan ve bu yollar Türkiye'de meşru halk iradesiyle güç kazanmış siyasi iktidarı gayrimeşru kılmaya çalışan bir urdur. Bütün hedefleri de bu oldu. Onların oyunlarını bozan aslında 1 Kasım seçimleri oldu. Hatta Cumhurbaşkanlığı seçimi, hatta mahalli seçimler. 2014 Mart’ta siyasi iktidarın sarsılacağını düşündüler. Cumhurbaşkanını seçtirmem kendi isteklerine dayalı bir Cumhurbaşkanı seçtirme projesi atıl kaldı.
Kendi adayları mı vardı?
Sayın Cumhurbaşkanı olmasında hangisi olursa olsun, mesele kimin olduğundan çok kimin olmaması gerektiği. Cumhurbaşkanımızın ve AK Parti’nin benim de Başbakan olarak sürdürdüğüm siyasi çizgiden rahatsızdılar. Çünkü o siyasi çizgide böyle sapık bir zihniyetin egemen olma ihtimali yoktu. 1 Kasım seçimlerinde AK Parti tekrar çok güçlü şekilde önümüzdeki 4 yılı teminat altında alacak bir demokrasi sınavından geçince bu sefer başka türlü gidemeyecek elimizde kalan güçle bari, 2015 YAŞ’ı kritiktir orada aldığımız kararlarla budanmışlardı. Orada bir güçleri kırılmıştı. Siyasi iktidarı 4 yıl boyunca değiştirmek mümkün değil. Bu YAŞ’ta geçerse geri kalan unsurlarda temizlenebilir o zaman 15 temmuz tarihinin doğrudan böyle bir alakası var. Geçen sene sayın Cumhurbaşkanımızla birlikte yaptığımız planlamalar ordu içinde hiç bir illegal yapının barınmasına izin vermeyecek şekilde bu yapının kademeli şekilde tasfiye edilmesi yönündeydi.
Ofisim dinlendi dediniz başbakanken mi?
Hayır Dışişleri Bakanı'yken. 2014 seçimlerinden 3 gün önce bunu yayınladılar. Bugün de aynı isimler hedefte. İkinci başkan sayın Güler bu şeyde de en fazla hedef olan komutanlarımızdandır. Sayın Hakan Fidan ve Feridun Sinirlioğlu, ben de bakanım. Konuşulan konu Türkiye'nin Suriye politikası ve atılacak adımlarla ilgili. Bunu dinleyen alçak yapının hedefi çok açıktı. Suriye bağlamında Türkiye'yi suçlu konumuna oturtmak ve Suriye rejimini veya diğer aktörleri aklayacak. Geçen gün bu yapıya bağlı bir hakimin çekmecesinden çıkan bir iddianamede de eğer darbe olsaydı ertesi gün hazırlanacak iddianamede bir numarada sayın Cumhurbaşkanımız iki numarada ben, İçişleri Bakanımız, eski başbakan yardımcımız, Hakan Fidan bir seri isim. Suçlama da terör örgütlerine yardım. AK Parti hükümetleri bir sürekliliktir. Bugün birileri bu sürekliliği kırmaya ve AK Parti hükümetlerinin sanki öncesi sonrası gibi böyle bir şey söz konusu değil. Bu yapının hedef edindiği bütün isimler bu sürekliliği temsil eden isimlerdir.
O dinlemenin failleri belli mi?
O zaman çok araştırdık bir takım şeylerde bulundu ama bakanlık içinden olduğu kesindi. Başka birinin benim odama kadar nüfuz etmesi mümkün değil. Daha sonra başbakanlık dönemimde de bu sızıntıları ortadan kaldırmak için bazen çıkıyor şu kadar kişi Başbakanlık'tan gözaltına alındı filan. Onların şeyi de bütün bakanlıklarda aktif görevde olup görevden el çektirdiğimizde göreve dönme riski taşıyan mahkeme yoluyla bu tür zararlı unsurların hepsini Başbakanlık'ta pasif göreve getirdik. Çünkü görevden alıyorsunuz mahkemeden geri dönüyor. Aynı yere atadığınızda bu zararlı faaliyeti işlemeye devam ediyor. Bütün bakanlıklardaki en zararlı unsurları Başbakanlık'ta görevlendirmek... O zaman kimse mahkemeye gidemez onunla ilgili bir birim oluşturup orada kontrol altında tutmak. Bazen şu kadar Başbakanlık uzmanı gözaltına alındı olayının çoğu zaten bildiğimiz ve bilerek kontrol altına aldığımız unsurlar.
İstihbarat zafiyeti çok konuşulan konu oldu.
O gece yaşanan sürecin içinde değildim, bir hüküm vermek istemem. Cumhurbaşkanımız, MİT Müsteşarı'mızla değerlendirmelerini yaparlar. Ama bu yapının mevcudiyeti konusunda MİT Müsteşarlığı'mızın 2012’den beri çok ciddi uyarıları oldu. Zaten o sebeple bu yapı istihbarat, iletişim, bilişim ve personel hep buralara sızarak sistemi dumura uğratma yolunu tercih etti. Dolayısıyla 7 Şubat 2012’de MİT Müsteşarı Hakan Fidan’a karşı yapılan eylem o zaman yerinden etmek istediler çünkü Hakan Fidan bunların kodlarını ortaya çıkaran bir çalışma içindeydi. Bir risk unsuru olarak o zaman ortaya çıkmaya başladı. O zaman sayın Cumhurbaşkanımız o zaman başbakanımız son derece dirayetli bir tavır sergiledi ve Hakan Fidan’ın bu şekilde hedef alınmasının doğurabileceği sonuçları da görerek MİT’in bu yapının eline geçmesini engelleyen dirayetli bir tavır sergiledi. Ondan önce sivil toplum kuruluşu gibi görünüyor. Onun için bazı insanlar suçlanırken hangi dönemde ne yaptığına bakmak lazım. 7 Şubat 2012’den önce her yerde, her bakanlıkta, her kurumda diğer insanlar gibi vardılar. Ama o andan itibaren bir alarm durumu hepimiz için geçerli oldu. 17-25 Aralık’ta bu potansiyel tehdit, aktüel tehdit haline dönüştü. Bunlar dosya hazırlıyorlar, bunlar başbakan için dönemin başbakanı diye hitap ederek gayrimeşru bir yapı kurmak istiyorlar bu anlamda geçmişe dönük bir istihbarat bilgisi var. O gece itibariyle ben de çok geç ve doğal yollarla bilgi sahibi oldum. Belki hepimize bu bilgilerin çok erken iletilmesi lazımdı. Hatta bu tür olağanüstü durumlarda kimin nereye gideceği, alınacak tedbirler dahi bunun değerlendirilmesi mutlaka yapılır. O gece MİT’te de şiddetli çatışmalar oldu ve MİT Karargahını ele geçiremediler. Esas anladığım kadarıyla, doğrudan bilgiye sahip değilim ama ilk ihbar Hakan Fidan’a yapılacak bir suikast şeklinde geliyor. Bir darbe şeklinde değil de helikopterle gelip Hakan Fidan'a yapılacak eylem şeklinde. Dolayısıyla o sınırlarda olduğu için Hakan Fidan da bunu Genelkurmay Başkanımız ile görüşerek çözme yoluna gidiyor. Ama her halükarda mutlaka haber edilmesi lazımdı, Cumhurbaşkanımızın, Başbakanımızın... Ben de başbakan konumunda olsam bu soruyu sorardım. Ben o gece her türlü unsurun görevlerini yaptığını, yapmamaları halinde muhtemelen gece 03.00'te başlayıp hepimizi uykuda yakalayacak bir darbenin erkene alınma sebebi de bu hareketlilik.
Dışişleri Bakanlığı'ndan görevden uzaklaştırmalar oldu. Bunlardan birisi de sizin özel kalem müdürünüz, bir dönemde özel müşaviriniz olarak çalışan bir kişi.
2009 yılında ben bakan olduğumda bu bahsedilen diplomat özel kalem müdürüydü zaten. O dönemde bütün bankalıklarda ve Başbakanlık'ta böyle bir tehdit görmüyorduk. Bu yapıda kim olursa olsun halka bu zulmü yapmış olan gayrimeşru vahşi tavrı devletimize bulaştırmış kim olursa olsun üzerine gidilmeli. Bu konuda hiçbir taviz verilmemeli. Bu bağlamda da bu tür ismi geçen kişilik bir aktif görevde tutulmamaya başlandı. Özellikle 17-25 Aralık’tan sonra bu isimler aktif görevlerde yer almadı. Bu işin arkasında kimler varsa mutlak sonuna kadar gidilmeli. İkincisi, durduran engelleyen süreçler, o da toplumsal dayanışmanın pekişmesi, özellikle medyanın öncülünde yürütülen bu toplumsal dayanışma mutlak tahkim edilmeli. Üçüncüsü, siyasal konsolidasyon önemli. Darbe karşısında bütün siyasilerin ortak bir çizgide buluşması. Burada da özellikle pazartesi günü sayın cumhurbaşkanımızın muhalefet liderleriyle yaptığı tarihi bir toplantıdır. Ben hep böyle bir toplantıyı hayal etmişimdir. Bir krizden vizyon üretilebileceğini gösteren son derece önemli bir adımdır. Bu siyasi konsolidasyon sürmeli. Türkiye'de halkın seçtiği hiçbir makamın yıpratılmaması lazım. Bu anlamda kamu düzeninin konsolidasyonu anlamında kamu düzeni anlamında OHAL doğru bir karardır. Bütün bu şer odaklarına karşı mücadele kesintisiz sürmelidir.
Rus uçağının düşürülmesiyle ilgili olarak sizin emri ben verdim sözünüz bir eleştiri içerikli olarak size yönlendirildi. Üstelik daha sonrada düşürenlerin gözaltına alınmaları bu yapıya bağlı olmaları düşüncesini de uyandırdı. Ama emri ben verdim sözünüz hep tartışılıyor.
Bir kere bu sözden hareketle bir yere varanlar ya devlet işleyişini bilmeyenlerdir ya da art niyetlilerdir. Düşünün 17 saniye süren bir hava sahası ihlalinde Başbakan'ın o spesifik olay için emri vermesi mümkün mü? Pilot duracak Hava Kuvvetleri Komutanını arayacak, o Genelkurmayı arayacak, o beni arayacak ben de vurabilirsiniz diyeceğim. Benim o ifademe yaptığım konuşmaya bakarsanız 29 Haziran 2012 uçağımız düştüğü zaman yine silahlı kuvvetler Başbakan'ın talimatıyla hareket ettiği için silahlı kuvvetleri o zaman Başbakanımız şimdiki Cumhurbaşkanımız sayın Erdoğan benimde katıldığım bir toplantıda artık bundan sonra Suriye’den ülkemize yaklaşan her Suriye uçağı tehdit olarak görülmeli ve vurulmalı dendi. Bir angajman kuralı Başbakanlığın direktifi olarak Genelkurmay Bbaşkanlığı'na verildi. Bu uygulandı bir helikopter düşürüldü. Ekim 2015’te Rusya sahaya girip arka arkaya hava sahası ihlali yapınca bu angajman kuralını değiştirme gereği ortaya çıktı. Yine devlet geleneği içinde angajman kurallarının direktifi yazılı olarak Başbakan'dan Genelkurmay Başkanı'na bildirildiği için 10 Ekim 2015 tarihinde bu anlamda talimatı ben verdim diyorum. Denildi ki sadece Suriye uçakları değil hangi ülke uçağı olursa olsun hava sahası ihlali yapan uçaklara bu angajman kuralları uygulanır denildi. Bu Rusya tarafına da bildirildi. Burada 24 Kasım günü kritik bir gün o gün ben hükümeti kuracağım saat 10.00 civarı Genelkurmay Başkanımız bilgiyi bana aktardı. Büyük ihtimal Rus uçağı olabilir bir uçak düşürülmesi söz konusu. Cumhurbaşkanımızla bir araya geldiğimiz gerekli değerlendirmeyi yaparız. Siz MİT Müsteşarımız, Dışişleri Bakanlığımızı alın alınabilecek tedbirleri geliştirin bana ve Cumhurbaşkanımıza sunmak üzere hazır hale getirin dedim. Cumhurbaşkanımızla görüştük Bakanlar Kurulunu oluşturduk bu arada bunu da konuştuk. Sonra ben Bakanlar Kurulunu açıkladım. Sayın Cumhurbaşkanımızın Putin ile görüşme talebine olumlu yanıt gelmedi. Yaşanan süreç bu. Burada devlet ortak olarak hareket etmiştir. Devlet kuralları için yapılması gereken neyse o yapılmıştır. Ben bir şey varsa bunun siyasi sorumluluğunu üstlenmekten kaçınmam. O angajman kuralları uygulanmasıyla ilgili kimse sorun var diyemez çünkü hava sahamız savunulmuştur. O günlerde de muhalefet partilerimiz dahil herkes hava sahamızın savunulması yanında yer almıştır. Bu arada bu pilotla ilgili bazı şüpheler o zaman kamuoyunda nasıl oldu diye çıktı. Genelkurmay Başkanımıza bunu tetkik etmesini söyledim. Genelkurmay Başkanımız da elde somut bir irtibat tespit edilemedi. Edilse bile herkesin bilmesi lazım hava sahası ihlal edilen ülke bizi biz suçlu değiliz. Böyle bir tespit yapılamadı ama öyle bir hava oluştu ki ondan sonra o angajman kurallarını uygulayacak kim olursa olsun tereddüt etmeye başlayacaktı. Peki bu uçak başka bir uçak olsaydı ve gelip İskenderun’u bombalasaydı o zaman angajman kurallarını uygulamadığımız için hesaba çekilmez miydik hepimiz? Onun için dedim emri ben verdim diye. Türkiye ile Rusya’nın ilişkilerinin yakınlaşması doğaldır, olmalıdır ama bu hava sahası ihlali yapılan ülkenin suçlu gibi gösterilmesi bizde güvenlik zaafı doğurur. Buradan hareketle benim kitabımla ilgili bir parçasını alıp çıkarıp bir dış politika perspektifini mahkum etmek bilinçli yapılan bir tavırdır. Orada iki argüman önemlidir, Türkiye çevre bölgelerle entegre olmalı ve onun içinde barışçıl yöntemlerle entegre olmalı. Türk Rus ilişkileri de bu bağlamda. İkinci argüman sürekli doğru gördüğüm akademisyen olarak, Dışişleri Bakanı olarak, Başbakan olarak ve şimdi de bir milletvekili ve vatandaş olarak savunduğum Türkiye çok kanatlı dış politika uygulamak zorunda. Ne tek NATO kanadı, ne tek AB kanadı ne tek Rusya kanadı. Onun için ana argüman Türkiye'nin Rusya ile ilişkileri derinleştirmesi yönündedir. AB ile NATO ile ilişkilerini, Çin’le yeni ufuklara açılması, Afrika açılımlarıyla Türkiye'nin çok kanatlı dış politika sergilemesi. Bu sebeple bizim Afrika’daki 12 büyükelçimiz 39’a çıktı. Şimdi bütün bu birikimi mahkum edeceksiniz, bir iki fevri olay üzerinden Türkiye'nin çevre bölgelerdeki etkisini artıran ve Türkiye'yi bir dünya gücü haline getirecek dış politika çeşitlenmesi sağlayan bir yaklaşımı mahkum edeceksiniz.
Fethullah Gülen’in Amerika’dan iadesi olur mu?
Olmalı. Türkiye ile Amerika arasında eğer müttefiklik ilişkisi varsa, Amerika Türkiye'nin bir müttefiki olarak iç huzuru ve güvenliği ile pozitif anlamda ilgiliyse NATO bağlamında en güçlü ordulardan birinin itibarı söz konusuysa bütün bunları sarsan bir çete reisinin Amerika’da barınmasını kimse bize izah edemez. Ve kimse acaba o mu diyemez. Maalesef dış dünya çok kötü sınav vermiştir burada. Bu düşmanlık üzerinden Türkiye'ye zarar veriyor. Türkiye’ye zara verilmesi aynı zaman NATO’ya ve bütün bölge istikrarına zarar verilmesi anlamına gelir. Yeterli veri var elimizde. Bu çete Türkiye'de insanları katletmiştir. Bu çete Türkiye'nin geleceğini karartmak istemiş ve NATO’yu da zaafa uğratmak istemiştir. Dolayısıyla ABD’nin mutlaka vermesi gerektiğine inanıyorum ve bu yönde üzerindeki baskıyı artırmak için hükümetimizin yaptığı faaliyetler kesinlikle doğrudur.