‘The Dark Knight’ta adaletin, doğruluğun simgesi Harvey Dent bir suçluya dönüştüğünde Joker’in ağzından çıkan her cümle de bi’ kat daha anlam kazanmıştı. Gotham’da yozlaşma ve sosyal adaletsizlik varken kötülüğün iyiliğin karşısına konulacak kadar basit bir şey olmadığını göstermişti Joker. Kaos istemişti çünkü şehir (dünya) çoktan çürümüştü. O yüzden Batman’in kahramanlığı yerine Joker’in nedensiz şiddetinin temeli daha sağlamdı çünkü suçlular olmasa da Gotham’da adalet yoktu.
Joker yere çakılırken bile gülecek kadar kaçık olsa da dev para yığınını bir çırpıda benzin dökerek yakacak kadar da anarşisttir. Bir ‘kötü’den öte filmin/ve üçlemenin temelini oluşturan karanlığı ve karşıtlığı yaratan bir başkaldırıdır. Üçlemenin son bölümü ‘The Dark Knight Rises’ı da bu karşıtlık üzerinden incelemek üçlemenin genel resmini görmemize yarayabilir.
İkinci filmin sonunda bir suçluya (Two Face) dönüşen Harvey Dent’in suçlarını üstlenen Batman, seyircinin gözünde kahraman kalmaya devam etse de hikaye açısından bakıldığında; polis köpeklerinden kaçan bir Batman imgesi o kahramanlığı yıkan bir kare olarak hayli etkileyicidir. Joker’in tam tersine insanların içindeki iyiliğe inanan Batman, Harvey Dent’in simge bir isim olarak kalmasını sağlar belki ama Gotham halkı bilmese de seyirci bilir ki; o inanç yalan üzerine kuruludur. O inanç Gotham’ın temelidir üç film boyunca…
‘The Dark Knight Rises’ta Batman’siz 8 yılın ardından görünürde Gotham suçlardan arınmış ve huzurludur. Ama sadece görünürde… Çünkü, Gotham’daki en büyük suç eşitsizliktir. (Yani Joker hala haklıdır) Fakirler için yardım geceleri, kimsesiz çocuklar için vakıf yardımları vs. malikanelerle, finans merkezleriyle dolu o koca çürümüşlüğün sadece üstünü kapatmaya yarar. Patlama an meseledir ve yeni bir ‘kötü’ ve yeniden Batman hikayesinin başlaması kaçınılmaz hale gelir.
Joker yere çakılırken bile gülecek kadar kaçık olsa da dev para yığınını bir çırpıda benzin dökerek yakacak kadar da anarşisttir. Bir ‘kötü’den öte filmin/ve üçlemenin temelini oluşturan karanlığı ve karşıtlığı yaratan bir başkaldırıdır. Üçlemenin son bölümü ‘The Dark Knight Rises’ı da bu karşıtlık üzerinden incelemek üçlemenin genel resmini görmemize yarayabilir.
İkinci filmin sonunda bir suçluya (Two Face) dönüşen Harvey Dent’in suçlarını üstlenen Batman, seyircinin gözünde kahraman kalmaya devam etse de hikaye açısından bakıldığında; polis köpeklerinden kaçan bir Batman imgesi o kahramanlığı yıkan bir kare olarak hayli etkileyicidir. Joker’in tam tersine insanların içindeki iyiliğe inanan Batman, Harvey Dent’in simge bir isim olarak kalmasını sağlar belki ama Gotham halkı bilmese de seyirci bilir ki; o inanç yalan üzerine kuruludur. O inanç Gotham’ın temelidir üç film boyunca…
‘The Dark Knight Rises’ta Batman’siz 8 yılın ardından görünürde Gotham suçlardan arınmış ve huzurludur. Ama sadece görünürde… Çünkü, Gotham’daki en büyük suç eşitsizliktir. (Yani Joker hala haklıdır) Fakirler için yardım geceleri, kimsesiz çocuklar için vakıf yardımları vs. malikanelerle, finans merkezleriyle dolu o koca çürümüşlüğün sadece üstünü kapatmaya yarar. Patlama an meseledir ve yeni bir ‘kötü’ ve yeniden Batman hikayesinin başlaması kaçınılmaz hale gelir.
Amerikanın simgeleri
Çizgi romanları – ve dolayısıyla uyarlamaları - Amerikan toplumu ve tarihi ile birlikte okumak kaçınılmaz elbette. Batman ve özellikle Christopher Nolan’ın üçlemesi de Gotham üzerinden politik bir metin okumaya davet ediyor izleyicisini. Üçleme boyunca Batman’in doğuş hikayesinde, kötü karakterlerde ve birçok olayda simgeleşen Amerikan unsurlarını bulmak mümkün. ‘The Dark Knight Rises’taki stadyum sahnesi bu unsurları görmek için belki de en önemli sahne. Maçtan önce küçük bir çocuk Amerikan Milli Marşı’nı okur, tüm stat gururla eşlik eder. Her milli marş gibi ‘tarihi gurur’ dolu sözlerin arkasından stadyumun çöküşünü izleriz. Çöken şeyin ne olduğunu iyi biliriz, simgesel bir anlama gerek bile yoktur. O çok övünülen bayrak bile başka şeyler üzerinden dalgalanıyordur artık. Burada Wall Street işgaline gönderme yapan saldırı sahnesi de beraber düşünülmeli. En zengin küçük bir yüzdenin toplam servetin çoğunluğuna sahip olması mutlaka bir yerde patlak verecektir çünkü. Birileri dünyadan bihaber huzur içerisinde yatarken çoğu insan karanlıktadır. Gotham yerine birkaç kez Batı’nın adı boşa anılmaz ‘The Dark Knight Rises’ta. Zengin-fakir ayrımı Batı-Doğu okuması olarak da görülebilir. Gotham’ın Amerika’yı- ve Batı’yı temsil ettiğini söylemeye bile gerek yok zaten.
Kokuşmuş Gotham'ın yıkılışı
‘The Dark Knight’ta Joker’in altını kazıdığı Gotham’ın iki yüzlü ahlakı varoluşsal bir zeminde masaya yatırılırken ‘The Dark Knight Rises’ta bu ikiyüzlü ahlak daha düz ve doğrudan bir şekilde vuku buluyor. Joker’in yerini doldurup dolduramayacağı merak edilen Bane, zengin-fakir ayrımını en basit haliyle intikamı haline getiriyor. ‘Bütün dünya yansın’ diyen Joker kadar sofistike bir karakter olmasa da Gotham konusunda bir planı vardır Bane’in de. Bu plan Gotham’ın bütün kokuşmuş kurumlarına, sermayesine, polisine, hatta Batman’e karşıdır. Batman, ne kadar adaleti savunursa savunsun üçlemenin kötüleri Ra's al Ghul, Joker, Bane için bu kokuşmuşluğun parçasıdır. (İşin Bruce Wayne tarafı üşünüldüğünde bu düşünce çok da yanlış değildir, Wayne Gotham’ın en zenginidir, o sermayenin tam merkezindedir) Ra's al Ghul gibi Bane de gerçekten bu ekonomik ve ruhsal çöküntüye karşı Gotham’ı yıkmak mı istiyor yoksa başka planları mı var? Bir yerde Batman, Kedi Kadın için Robin Hood benzetmesi yapar, bu benzetme belki başlarda Bane için de yakın durabilir, ancak daha büyük ve farklı bir şeydir Bane'in kafasındaki. Sonuçta Robin Hood ‘yıkımı’ baz alan bir karakter olmadığı için doğru örnek bile değildir. Korkutucu fiziğiyle Bane, dahiyane bir fikir değil sıradan bir yıkımın peşindedir, en azından öyle görünmektedir.
Çizgi romanları – ve dolayısıyla uyarlamaları - Amerikan toplumu ve tarihi ile birlikte okumak kaçınılmaz elbette. Batman ve özellikle Christopher Nolan’ın üçlemesi de Gotham üzerinden politik bir metin okumaya davet ediyor izleyicisini. Üçleme boyunca Batman’in doğuş hikayesinde, kötü karakterlerde ve birçok olayda simgeleşen Amerikan unsurlarını bulmak mümkün. ‘The Dark Knight Rises’taki stadyum sahnesi bu unsurları görmek için belki de en önemli sahne. Maçtan önce küçük bir çocuk Amerikan Milli Marşı’nı okur, tüm stat gururla eşlik eder. Her milli marş gibi ‘tarihi gurur’ dolu sözlerin arkasından stadyumun çöküşünü izleriz. Çöken şeyin ne olduğunu iyi biliriz, simgesel bir anlama gerek bile yoktur. O çok övünülen bayrak bile başka şeyler üzerinden dalgalanıyordur artık. Burada Wall Street işgaline gönderme yapan saldırı sahnesi de beraber düşünülmeli. En zengin küçük bir yüzdenin toplam servetin çoğunluğuna sahip olması mutlaka bir yerde patlak verecektir çünkü. Birileri dünyadan bihaber huzur içerisinde yatarken çoğu insan karanlıktadır. Gotham yerine birkaç kez Batı’nın adı boşa anılmaz ‘The Dark Knight Rises’ta. Zengin-fakir ayrımı Batı-Doğu okuması olarak da görülebilir. Gotham’ın Amerika’yı- ve Batı’yı temsil ettiğini söylemeye bile gerek yok zaten.
Kokuşmuş Gotham'ın yıkılışı
‘The Dark Knight’ta Joker’in altını kazıdığı Gotham’ın iki yüzlü ahlakı varoluşsal bir zeminde masaya yatırılırken ‘The Dark Knight Rises’ta bu ikiyüzlü ahlak daha düz ve doğrudan bir şekilde vuku buluyor. Joker’in yerini doldurup dolduramayacağı merak edilen Bane, zengin-fakir ayrımını en basit haliyle intikamı haline getiriyor. ‘Bütün dünya yansın’ diyen Joker kadar sofistike bir karakter olmasa da Gotham konusunda bir planı vardır Bane’in de. Bu plan Gotham’ın bütün kokuşmuş kurumlarına, sermayesine, polisine, hatta Batman’e karşıdır. Batman, ne kadar adaleti savunursa savunsun üçlemenin kötüleri Ra's al Ghul, Joker, Bane için bu kokuşmuşluğun parçasıdır. (İşin Bruce Wayne tarafı üşünüldüğünde bu düşünce çok da yanlış değildir, Wayne Gotham’ın en zenginidir, o sermayenin tam merkezindedir) Ra's al Ghul gibi Bane de gerçekten bu ekonomik ve ruhsal çöküntüye karşı Gotham’ı yıkmak mı istiyor yoksa başka planları mı var? Bir yerde Batman, Kedi Kadın için Robin Hood benzetmesi yapar, bu benzetme belki başlarda Bane için de yakın durabilir, ancak daha büyük ve farklı bir şeydir Bane'in kafasındaki. Sonuçta Robin Hood ‘yıkımı’ baz alan bir karakter olmadığı için doğru örnek bile değildir. Korkutucu fiziğiyle Bane, dahiyane bir fikir değil sıradan bir yıkımın peşindedir, en azından öyle görünmektedir.
İlk iki film Batman’in kahramanlığı ve adaletini sorgular ve bunu karanlık bir hikaye içerisinde yapar. ‘The Dark Knight Rises’ ise iki filmde kurulan kahraman olgusunu farklı bir yere çekmese de seriyi sonlandıracak film olması nedeniyle ‘kötü’nün varoluşundan ‘kötü’nün hikayesine geçiş yapıyor ve tekrar Gotham’ın kurtuluşu ön plana çıkıyor. Bunda Bane’in amacı kadar hikayenin ikinci filmden çok birinciye yakın olmasının da payı var. Batman’in akıl hocası ve aynı zamanda düşmanı olan Ra's al Ghul, ‘Çürümekte olan bir toplumun ancak yok olduğunda iyi bir şeye dönüşebileceğini’ düşünüyordu. ‘The Dark Knight Rises’ta ise Bane’in ilk amacı varlıklı bir şekilde yaşayanlardan öç almak, yani durumu eşitlemek. Yeraltından çıkarak 'devrim' yapmak. ‘Yok etme’ amacı ise baki. (Bane'in Talia al Ghul'la ilişkisi bu durumu değiştirmiyor) Yıkım; üçlemenin anahtar kelimelerinden biri zaten.
Kahramanlık ve yıkım
Nolan’ın üçlemesinin gerçekle bağı güçlü olduğu için salt Batman’in kahramanlığı değil bu yıkım ve karanlık önem kazanıyor. Wall Street işgali sırasında Time dergisinin yaptığı bir araştırma Amerikalıların yarısından fazlasının protestolara destek verdiğini göstermişti. Dark Knight üçlemesine bakıldığında bunun tam karşılığını göremeyiz belki ama kötülerin varoluş nedenine bakıldığında o protesto/isyan noktası daha iyi anlaşılabilir. Nolan’ın kötüleri; Joker değil ama (O toplumu kurtarma ya da büyük amaçlar peşinde değil çünkü) Ra's al Ghul ve Bane, ne kadar kötü olursa olsunlar Batman’le aynı nedene sahipler çünkü. Batman de düşmanları da bu yozlaşmanın karşısında ancak Batman'in seçtiği ‘Gotham halkı zarar görmesin’ fikri 'kötü karakterler' için düzenin devam etmesini sağlayan çarkın ta kendisi.
Kahramanlık ve yıkım
Nolan’ın üçlemesinin gerçekle bağı güçlü olduğu için salt Batman’in kahramanlığı değil bu yıkım ve karanlık önem kazanıyor. Wall Street işgali sırasında Time dergisinin yaptığı bir araştırma Amerikalıların yarısından fazlasının protestolara destek verdiğini göstermişti. Dark Knight üçlemesine bakıldığında bunun tam karşılığını göremeyiz belki ama kötülerin varoluş nedenine bakıldığında o protesto/isyan noktası daha iyi anlaşılabilir. Nolan’ın kötüleri; Joker değil ama (O toplumu kurtarma ya da büyük amaçlar peşinde değil çünkü) Ra's al Ghul ve Bane, ne kadar kötü olursa olsunlar Batman’le aynı nedene sahipler çünkü. Batman de düşmanları da bu yozlaşmanın karşısında ancak Batman'in seçtiği ‘Gotham halkı zarar görmesin’ fikri 'kötü karakterler' için düzenin devam etmesini sağlayan çarkın ta kendisi.
İlk film 'Batman Begins' Kara Şövalye'nin doğuş hikayesini anlatırken kahramanın kendi içindeki karanlığı merkezine alıyordu. Ra's al Ghul, öğrencisi olan Batman'le çatışırken Doğu-Batı, iyi-kötü, zengin-fakir, yıkım-sistemin düzeltilmesi vs. ayrımları o çatışmanın parçası haline gelmişti. Joker'in kaosu ise kötü külliyatını alt üst ederken karanlığa da hak ettiği yeri veriyordu. Bane ile birlikte bir kez daha o karanlık Batman'in kendi dünyasına da dönüşü haline geliyor. Bane'in hikayesi Gotham'ın çöküşünün anahtarı olarak bizi cevaplar için finale götürüyor, diğer yandan Batman'e neden ihtiyaç duyulduğu meselesi de tekrar önümüze çıkıyor.
‘The Dark Knight Rises’ ilk iki filmin gerçekleştirdiği yıkımı istemese de nihayete erdirmeye/ toplamaya çalışıyor. Üçlemenin sonu olduğu için film kahramana ihtiyaç duyulan bir hikayeye dönüşüyor. Nolan, Gotham’a adalet getirmiyor elbette, o yozlaşma üçlemenin özü olarak duruyor. Joker’in gösterdiği o içi boş Gotham ahlakı orada bir yerde, kaybolmuyor hala. Ancak, Batman’in doğuşu ve Bane'in hikayesi kahraman mitini yeniden yaratıyor. Bane'in 'umut çaresizliği yaratır' sözleri aklımızda duruyor ancak, finalin üçlemenin temel meselesini nereye çektiği tartışılacağa benziyor. Çünkü üçlemenin nasıl sonlandığı o soruda yatıyor: Gotham'a adalet gelir mi?
'The Dark Knight Rises'
Yönetmen: Christopher Nolan
Senaryo: Christopher Nolan, Jonathan Nolan, David S. Goyer (Hikaye)
Oyuncular: Christian Bale, Tom Hardy, Anne Hathaway, Gary Oldman, Joseph Gordon Levitt, Marion Cotillard, Michael Caine ve Morgan Freeman
‘The Dark Knight Rises’ ilk iki filmin gerçekleştirdiği yıkımı istemese de nihayete erdirmeye/ toplamaya çalışıyor. Üçlemenin sonu olduğu için film kahramana ihtiyaç duyulan bir hikayeye dönüşüyor. Nolan, Gotham’a adalet getirmiyor elbette, o yozlaşma üçlemenin özü olarak duruyor. Joker’in gösterdiği o içi boş Gotham ahlakı orada bir yerde, kaybolmuyor hala. Ancak, Batman’in doğuşu ve Bane'in hikayesi kahraman mitini yeniden yaratıyor. Bane'in 'umut çaresizliği yaratır' sözleri aklımızda duruyor ancak, finalin üçlemenin temel meselesini nereye çektiği tartışılacağa benziyor. Çünkü üçlemenin nasıl sonlandığı o soruda yatıyor: Gotham'a adalet gelir mi?
'The Dark Knight Rises'
Yönetmen: Christopher Nolan
Senaryo: Christopher Nolan, Jonathan Nolan, David S. Goyer (Hikaye)
Oyuncular: Christian Bale, Tom Hardy, Anne Hathaway, Gary Oldman, Joseph Gordon Levitt, Marion Cotillard, Michael Caine ve Morgan Freeman