Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, partisinin grup toplantısında konuşma yaptı.
Erdoğan, geçen hafta sonu İstanbul'da, kamuoyunda ''Cumartesi Anneleri'' olarak bilinen, kaybolan çocuklarını arayan annelerden 12'sini kabul ettiğini ve dinlediğini anımsattı.
Milli birlik ve kardeşlik projesi sürecinde ''anneliğin siyaseti, ideolojisi yoktur'' lafını çok sık tekrarladığını belirten Erdoğan, şunları kaydetti:
''Biz bu sürece, anneler ağlamasın diye başladık. Tamamen insani hassasiyetlerle yüreğimizi, insanlarımızın dertlerine, sorunlarına açtık. Orada 103 yaşına ulaşmış Berfo ana vardı. Bizimle hikayesini paylaştı. Kendisini dinlediğinizde, anneliğin siyaseti ve ideolojisinin olmadığını bir kez daha gördük. Bir gece evinize geliyorlar, gözlerinizin önünde oğlunuzu alıyorlar ve götürüyorlar. Tam 31 yıldır evladınızdan bir haber alamıyorsunuz. (Oğlumu götürürlerken son kez, 'Cemil' dedim, o da bana 'anne' diye seslendi. Son duyduğum sözler bunlar.) Berfo ana, '31 yıldır kapımı kilitlemiyorum' diyor. 'Belki bir gün çıkar gelir, gelirse kapıyı kilitli bulmasın diye hep açık tutuyorum' diyor. Ne yazık ki bu ülke bu acıları yaşadı. Suçlu da olabilir, suçluysa karşılığını bulur. 'Hiç olmazsa derim ki oğlum ağırlaştırılmış müebbet hapse mahkum, veya şöyle, böyle oldu.' Hatta daha ileri gidiyorlar, 'öldü, hiç olmazsa mezarına gidelim, bir çiçek koyalım...' Faili meçhullerin, katillerin bulunmamasının ne büyük bir acı olduğunu biliyoruz ama evladının kemiklerini dahi bulamayan, oğullarının mezarlarını bulmaya dahi razı olan acılı anneler var bu ülkede.
8 yıldır işte biz, bu analar için, bu analar adına çetelerle mücadele ediyoruz. Bu anneler için, milli birlik ve kardeşlik projesi diyoruz. Ama bunun istismar edilmesini doğru bulmuyoruz. Asıl olan bu. Her ne sebeple olursa olsun, ülkemizdeki hiç bir anne evladı için gözyaşı dökmesin, evladının yolunu kaygıyla beklemesin diye hukuksuzluğa karşı mücadele ediyoruz. Biz birilerinin yaptığı gibi acı ve kan üzerinden, şehitler üzerinden, annelerin gözyaşı üzerinden siyaset yapmıyoruz, yapılmasını da istemiyoruz. Tam tersine Türkiye bir daha bu acıları yaşamasın, gözyaşı dursun diye siyaset yapıyoruz. Mücadeleyi 8 yıldır tek başımıza yapıyoruz. Biz çetelerle mücadele ederken birileri çetelere avukatlık yaptı ve yapmaya devam ediyor. Biz demokrasi, hukukun üstünlüğü, 12 Eylül müdahalesi ile yüzleşmek için 12 Eylül'de evet derken, birileri buna hayır dedi ve hayır demeye devam ediyor. Bu dönemde işlenen cinayetlerin faillerini rekor bir sürede bulduk ve adalete teslim ettik. Bizden önce işlenmiş cinayetlerin aydınlatılması için de samimi gayret içinde olduk. Bugün gizli tertipler tek tek açığa çıkartılıyorsa, Türkiye geçmişi ile cesur bir şekilde yüzleşiyorsa, bu bizim ve bu grubun eseridir. Eğer statüko, attığımız her adımda önümüze bir duvar gibi dikilmeseydi, hukuk zorlanarak üzerimize gelinmeseydi, birileri demokrasinin yanında saf tutmak yerine çetelere avukatlık yapmasaydı, inanın Türkiye bugün çok farklı bir yerde olurdu.''
Başbakan Erdoğan, önlerine çıkartılan engellere hiç aldırmadıklarını ve yollarına kararlılıkla, cesaretle devam edeceklerini ifade ederek, Türkiye'nin yakın tarihindeki karanlık noktaları aydınlatmak, gönülleri huzura kavuşturmak, annelerin ve babaların gözyaşlarını dindirmek için samimiyetle çalışmaya, mücadeleye devam edeceklerini bildirdi.
Evladını yitiren ve yolunu gözleyen annelere bir kez daha sabır dileyen Erdoğan, ''O annelerin yüreği bizim yüreğimizi ve yolumuzu aydınlatmaya yeter'' dedi.
Başbakan Erdoğan, şöyle devam etti:
''(İçişleri Bakanı Beşir Atalay'a bakarak) Bunlardan bir tanesi 2004'te olmuş bir hadisedir. Dönemimizde faili meçhul yok diye bildim. Bunu, zaman zaman gerek Abdülkadir beyin gerekse sizin döneminizde paylaştım. Var mı yok mu diye? 2004'te böyle bir faili meçhulün olduğunu o gün orada öğrendim. Evladının İstanbul Teknik Üniversitesinde okurken, bir gidişle gittiğini ve İğneada'da kaybolduğunu, ondan sonra sadece ıslak fanila ve şortunun kendisine ulaştırıldığını... Orada farklı farklı şeylerin kendisine söylendiğini, bunların hakikaten inandırıcı yanı olmadığını... Ben de inanıyorum ona, doğru söylüyor. Çünkü, orada 'tuzlu su filan söylüyorlar' diyor, 'hiç tuzlu suyla alakası yok. Olsun diyorlar, belli ki hepsi sanal' diyor. 'Bunu bizzat gördüm, müşahede ettim' diyor. Çünkü bunu biz de yaşadığımız için biliyorum. Bunlar yapıldı ama şimdi bunların aşılması gerekiyor ve bunların üzerine şiddetle gidip, 2004-2011, 7 yıl... Bu 7 yılı ayrıca hesaba çekmemiz lazım. Nedir, ne değildir? Bunun üzerine ayrıca gitmemiz lazım. Annesi ile tekrar tekrar görüşmemiz lazım. Şu anda Ergenekon'da ismi geçen bazı isimlerle bağlantılarının olduğu söyleniyor. Aldığımız raporların üzerine gideceğiz. Netice almaya gayret edeceğiz.''
Erdoğan, geçen hafta sonu İstanbul'da, kamuoyunda ''Cumartesi Anneleri'' olarak bilinen, kaybolan çocuklarını arayan annelerden 12'sini kabul ettiğini ve dinlediğini anımsattı.
Milli birlik ve kardeşlik projesi sürecinde ''anneliğin siyaseti, ideolojisi yoktur'' lafını çok sık tekrarladığını belirten Erdoğan, şunları kaydetti:
''Biz bu sürece, anneler ağlamasın diye başladık. Tamamen insani hassasiyetlerle yüreğimizi, insanlarımızın dertlerine, sorunlarına açtık. Orada 103 yaşına ulaşmış Berfo ana vardı. Bizimle hikayesini paylaştı. Kendisini dinlediğinizde, anneliğin siyaseti ve ideolojisinin olmadığını bir kez daha gördük. Bir gece evinize geliyorlar, gözlerinizin önünde oğlunuzu alıyorlar ve götürüyorlar. Tam 31 yıldır evladınızdan bir haber alamıyorsunuz. (Oğlumu götürürlerken son kez, 'Cemil' dedim, o da bana 'anne' diye seslendi. Son duyduğum sözler bunlar.) Berfo ana, '31 yıldır kapımı kilitlemiyorum' diyor. 'Belki bir gün çıkar gelir, gelirse kapıyı kilitli bulmasın diye hep açık tutuyorum' diyor. Ne yazık ki bu ülke bu acıları yaşadı. Suçlu da olabilir, suçluysa karşılığını bulur. 'Hiç olmazsa derim ki oğlum ağırlaştırılmış müebbet hapse mahkum, veya şöyle, böyle oldu.' Hatta daha ileri gidiyorlar, 'öldü, hiç olmazsa mezarına gidelim, bir çiçek koyalım...' Faili meçhullerin, katillerin bulunmamasının ne büyük bir acı olduğunu biliyoruz ama evladının kemiklerini dahi bulamayan, oğullarının mezarlarını bulmaya dahi razı olan acılı anneler var bu ülkede.
8 yıldır işte biz, bu analar için, bu analar adına çetelerle mücadele ediyoruz. Bu anneler için, milli birlik ve kardeşlik projesi diyoruz. Ama bunun istismar edilmesini doğru bulmuyoruz. Asıl olan bu. Her ne sebeple olursa olsun, ülkemizdeki hiç bir anne evladı için gözyaşı dökmesin, evladının yolunu kaygıyla beklemesin diye hukuksuzluğa karşı mücadele ediyoruz. Biz birilerinin yaptığı gibi acı ve kan üzerinden, şehitler üzerinden, annelerin gözyaşı üzerinden siyaset yapmıyoruz, yapılmasını da istemiyoruz. Tam tersine Türkiye bir daha bu acıları yaşamasın, gözyaşı dursun diye siyaset yapıyoruz. Mücadeleyi 8 yıldır tek başımıza yapıyoruz. Biz çetelerle mücadele ederken birileri çetelere avukatlık yaptı ve yapmaya devam ediyor. Biz demokrasi, hukukun üstünlüğü, 12 Eylül müdahalesi ile yüzleşmek için 12 Eylül'de evet derken, birileri buna hayır dedi ve hayır demeye devam ediyor. Bu dönemde işlenen cinayetlerin faillerini rekor bir sürede bulduk ve adalete teslim ettik. Bizden önce işlenmiş cinayetlerin aydınlatılması için de samimi gayret içinde olduk. Bugün gizli tertipler tek tek açığa çıkartılıyorsa, Türkiye geçmişi ile cesur bir şekilde yüzleşiyorsa, bu bizim ve bu grubun eseridir. Eğer statüko, attığımız her adımda önümüze bir duvar gibi dikilmeseydi, hukuk zorlanarak üzerimize gelinmeseydi, birileri demokrasinin yanında saf tutmak yerine çetelere avukatlık yapmasaydı, inanın Türkiye bugün çok farklı bir yerde olurdu.''
Başbakan Erdoğan, önlerine çıkartılan engellere hiç aldırmadıklarını ve yollarına kararlılıkla, cesaretle devam edeceklerini ifade ederek, Türkiye'nin yakın tarihindeki karanlık noktaları aydınlatmak, gönülleri huzura kavuşturmak, annelerin ve babaların gözyaşlarını dindirmek için samimiyetle çalışmaya, mücadeleye devam edeceklerini bildirdi.
Evladını yitiren ve yolunu gözleyen annelere bir kez daha sabır dileyen Erdoğan, ''O annelerin yüreği bizim yüreğimizi ve yolumuzu aydınlatmaya yeter'' dedi.
Başbakan Erdoğan, şöyle devam etti:
''(İçişleri Bakanı Beşir Atalay'a bakarak) Bunlardan bir tanesi 2004'te olmuş bir hadisedir. Dönemimizde faili meçhul yok diye bildim. Bunu, zaman zaman gerek Abdülkadir beyin gerekse sizin döneminizde paylaştım. Var mı yok mu diye? 2004'te böyle bir faili meçhulün olduğunu o gün orada öğrendim. Evladının İstanbul Teknik Üniversitesinde okurken, bir gidişle gittiğini ve İğneada'da kaybolduğunu, ondan sonra sadece ıslak fanila ve şortunun kendisine ulaştırıldığını... Orada farklı farklı şeylerin kendisine söylendiğini, bunların hakikaten inandırıcı yanı olmadığını... Ben de inanıyorum ona, doğru söylüyor. Çünkü, orada 'tuzlu su filan söylüyorlar' diyor, 'hiç tuzlu suyla alakası yok. Olsun diyorlar, belli ki hepsi sanal' diyor. 'Bunu bizzat gördüm, müşahede ettim' diyor. Çünkü bunu biz de yaşadığımız için biliyorum. Bunlar yapıldı ama şimdi bunların aşılması gerekiyor ve bunların üzerine şiddetle gidip, 2004-2011, 7 yıl... Bu 7 yılı ayrıca hesaba çekmemiz lazım. Nedir, ne değildir? Bunun üzerine ayrıca gitmemiz lazım. Annesi ile tekrar tekrar görüşmemiz lazım. Şu anda Ergenekon'da ismi geçen bazı isimlerle bağlantılarının olduğu söyleniyor. Aldığımız raporların üzerine gideceğiz. Netice almaya gayret edeceğiz.''