80'lerin efsane dergisi Gırgır'da Bülent Arabacıoğlu'nun yarattığı zayıf, çelimsiz, hiçbir süper gücü olmayan ama süper kahramanlara özenen bir karakterdi "En Kahraman Rıdvan".
İlişkili Haberler
"Ey zalim, haydut, üç kağıtçı ve bilumum kötüler!.. titreyin ve savulun! En Kahraman Rıdvan geliyor! Kukuriiikuuu!" diye bağırarak kötülüklere karşı amansız bir savaş açmaya karar veren her defasında yenilse de yine de kavgaya girmekten korkmayan bir "kahraman"...
Çizeri Bülent Arabacıoğlu, En Kahraman Rıdvan'ı; "Kahramanlığa okuduğu Tommiks, Teksas, Teks dergileri, televizyonda Kung Fu, sinemada Superman seyrederek esinleniyor. Kuvvetli biri değil fakat içinde bir Don Kişot ruhu var. Kötülerle mücadele etmek istiyor" diye anlatıyor.
Gırgır dergisinin efsane olduğu yıllar ve siz de oradasınız. Gırgır'a geçişiniz nasıl oldu?
Tipitip çok başarılı olunca o dönemde o kadar çok firmadan sakızlar çıkıp reklam yapıldı ki sakız antipatik olmaya başladı. “İnsanların geçinmeye parası yok, bu ne sakız furyasıdır böyle” diye laf olunca o arada sakız firmaları aralarında anlaşıp reklam yapmama kararı aldılar. Bütün yoğunluğumuzu sadece Tipitip’e verdiğimiz için birdenbire işsiz kaldık. Üç ay, beş ay, bir sene dayandık, baktık olmuyor; yine kendi dünyamıza, karikatüre dönelim dedim. Tekrar Çarşaf’a gittim fakat Çarşaf’ta arzu ettiğim ortamı, o eski ortam gibi bulamadım. Benim çalıştığım dönemdeki büyüklerimiz ayrılmışlar, farklı arkadaşlar vardı. Onlar da çok iyi ama ben ne de olsa dışarıdan gelen bir insan olarak kendimi oraya ait hissedemedim. O zaman da Gırgır çok takdir ettiğim bir dergi, “Bu işi yapacaksam işi bilen bir insanla yapayım, gideyim, ne olur ki” dedim. Çünkü duyuyordum Oğuz Abi mert bir insandır, çıkıp karşısına konuşabilirsin. Aldım işlerimi gittim. Baktı, inceledi “Tamam gel ama işimiz kolay değil. Çünkü ben genç insanlarla çalışıyorum. Onları alıyorum, yoğuruyorum, benim tarzımda bir kıvama getiriyorum. Onlarla çalışmam daha rahat. Sen şimdi belli bir kıvama gelmişsin, mayan tutmuş; ben seninle zorlanacağım. Gırgır’ın bütün sayfaları, köşeleri dolu sana bir yer veremem ama Tekin’in (Aral) yönettiği “Laklak” diye bir dergi var istersen orada başla” dedi. Orada başladım. Gani Müjde de orada, amatör zamanlarıydı. Yavaş yavaş Gırgır’a, Fırt’a da karikatür çiziyordum.
Video: "Nuri Kurtcebe 'sigara almaya gidiyorum' diye çıktı ve gelmedi..."
En Kahraman Rıdvan’ın başlama hikayesi de çok enteresan oldu. Haftada bir kere sabahlamaya alışmıştık Gırgır’da, Çarşaf’tayken sabahlamamız yoktu. O sıralarda kayınbiraderimin evlilik durumu var, ona gitmemiz, havaalanına gidip birini karşılamamız gerekiyor falan derken 3 gün arka arkaya uykusuz kaldım. Dergide de işi bitirmemiz lazım. O yorgunlukla dergiye gittim. Oğuz Abi gerçekten zor beğenen bir insandı. Yeni bir şey çıkacak o da haklı, “Böyle olmamış, şöyle olsun, git, değiştir” falan diyor; elim ayağım titremeye başladı. Kağıdı, kalemi götürdüm Oğuz Abi’nin masasına koydum, resmen pat diye… “Ben bunu çizmiyorum” dedim. Gece saat 3’e geliyor. Oğuz Abi tam Nuri’yi bitirmiş yeni bir krizle karşı karşıya, “Şimdi oğlum sen bunu bu akşam çizmezsen, bir daha çizgi çizemezsin. Bırak ben çizdiririm çizdirmem ayrı mesele ama sen kendine güvenini kaybedersin. Biz bu akşam bunu yapacağız” dedi. Çağırdı çocukları, “Behiç sen şunu yapacaksın, Şevket sen şunu şöyle yapacaksın” dedi ve ilk sayfalar öyle çıktı. Hikaye benim, bazı çizimlerin taslakları benim ama çinilerinde Oğuz Abi dahil arkadaşların payı vardır. Gerçekten o gece acayip sinirim bozulmuştu. Bırakın çizgi çizmeyi, kalemi tutamaz hale gelmiştim. Ertesi hafta normal çizimler devam etti.
Rıdvan kendi halinde yaşarken Tom Miks, Mandrake, Superman’e özeniyor ve taklit ediyor. Nedir onu kahramanlığa özendiren?
Rıdvan kendi halinde yaşarken Tom Miks, Mandrake, Superman’e özeniyor ve taklit ediyor. Nedir onu kahramanlığa özendiren?
Rıdvan, kahramanlığa okuduğu Tommiks, Teksas, Teks dergileri, televizyonda Kung Fu, sinemalarda Superman seyrederek esinleniyor. Tabii vücudu buna el vermiyor; zayıf, çelimsiz. Kuvvetli biri değil fakat içinde bir Don Kişot ruhu var. Kötülerle mücadele etmek istiyor, kültürü de ona müsait. Teksas gibi yumruk atacak, Tom Miks gibi silah çekecek, Mandrake gibi hipnotize edecek buna inanmış ve haksızlığa tahammülü yok. Çok dürüst ve saf bir çocuk, kahramanlığı öyle algılıyor ve gerçekten beni çok zorluyordu. Neden? Bir şeyi alt etmesi o vücutla, o çelimsizlikle zor, ben burada bu adamı başına bir şey gelmeden nasıl kurtaracağım diye uğraşırdım. Ama oradan mizahı, espriyi yakalıyorsunuz. Yoksa benim Oğuz Abi’ye ilk götürdüğüm taslaklardaki gibi güçlü, kuvvetli olsa vurur geçer ama o çelimsizliğiyle, çeşitli tesadüflerle, kazalarla başarıyı elde ediyordu. Bir olumsuzlukta dahi “ya zaten bu böyle değil şöyleydi, olur böyle şeyler" diye kendi kendine teselli buluyordu. O kahraman olduğuna inanmıştı. Aslında herkesin içinde var olan bir duygudur kahramanlık. Çünkü, bazen bir haksızlık, yanlışlık gördüğümüz zaman müdahale etmek isteriz. Ama o andaki durumumuz buna müsait değildir, yapamayız, içimizde de kalır. Bazıları bunu yapar, tepki gösterir ama çoğumuz yapamaz. “Ben olsaydım bunu şöyle yapardım, bunu böyle yapardım, karşı koyardım, böyle döverdim”… Ama Rıdvan “ben bunu yaparım” diyor ve işin içine giriyor.
"Bir kahraman herkes gibi ceket pantolonla gezemez" deyip kendine kıyafet dikiyor ve nara atıyor…
Süperman’in pelerini var uçarken kullanıyor, Tom Miks’in asker rangers kıyafeti, Teksas’ın kürkten şapkası ve çeşitli kıyafetleri var. Bir kahramanın kıyafeti olması lazım ama maddi imkanı yok öyle bir şeyler diktiremiyor. İç don tabir ettiğimiz şeyi alıyor zayıf çünkü, onun alameti farikası, yani logosu da kemik olacak, kendisi dikiyor. Bir de naraya ihtiyacı var her kahraman gibi; Zagor’un “Ahyaak”, Tarzan’ın “Aaa” diye nidaları var. O da diyor benim de olması lazım. Sabaha kadar düşünüyor, sabaha karşı horoz ötüyor bir taraftan “hah” diyor buldum. “Kukuriiikuuu!” nidası da oradan geliyor.
Daha ilk macerasında yaşadığı kasabadan İstanbul’a gidiyor. Rıdvan nereli?
Rıdvan aslında Anadolu’da bir kasabada doğuyor ve zaten orada bu kültürü ediniyor. Fakat okuduğu gazetelerde görüyor ki bütün olaylar İstanbul’da oluyor, bütün kötülerin kaynağı İstanbul. Onun için kalkıyor İstanbul’a geliyor çünkü İstanbul’un ona ihtiyacı var, ona inanıyor. İstanbul’un kötülerden kurtulması lazım, bunu yapacak kimse de kedisinden başka kimse değil. Superman Amerika’da çünkü Türkiye’de değil. Ona inanarak geliyor.
İlk maceralarında saçları uzunken sonra kel bir karakter oluyor. O da imaj değiştiriyor…
Evet, ilk maceralarında saçlı yaptık. İlk hikayenin sonunda hapse girdi. Hapse girince tabii insanın saçlarını kesiyorlar. Onun da saçlarını kestim. Okuyuculardan gelen tepkilerde “bu hali daha güzel, yakışmış, Rıdvan’a daha uyuyor, o koca burnu ortaya çıkmış” deyince öyle devam etmeye karar kıldık. Çizerken de saç bazen gözlerini önlüyordu.
En Kahraman Rıdvan deyince akla futbolcu Rıdvan da geliyor. Hatta bir hikayede beraber oynuyorlar. Futbolcu Rıdvan nasıl dahil oldu hikayeye?
O dönem futbolcu Rıdvan çok popülerdi. En Kahraman Rıdvan da çizgi yönünden çok popülerdi. Oğuz Abi’yle ya da başka bir arkadaşla konuşurken tam hatırlamıyorum, “Ya bunlar karşı karşıya gelemezler mi?” dedi. Futbolcu Rıdvan’ın da lakabı “şeytan”dı. Cıva gibi, şeytan gibi oradan oraya kıvrılırdı. Sanki şeytanlar çok kıvrakmış gibi. Ben de neden olmasın dedim. Sonuçta bizim elimizde, biz çizeceğiz, istediğimiz gibi onu kötü bir şekilde çizmediğimiz takdirde futbolcu Rıdvan da buna karşı çıkmaz. En Kahraman Rıdvan’ı da o hikayede futbolcu yapmıştık.
Süperman’in pelerini var uçarken kullanıyor, Tom Miks’in asker rangers kıyafeti, Teksas’ın kürkten şapkası ve çeşitli kıyafetleri var. Bir kahramanın kıyafeti olması lazım ama maddi imkanı yok öyle bir şeyler diktiremiyor. İç don tabir ettiğimiz şeyi alıyor zayıf çünkü, onun alameti farikası, yani logosu da kemik olacak, kendisi dikiyor. Bir de naraya ihtiyacı var her kahraman gibi; Zagor’un “Ahyaak”, Tarzan’ın “Aaa” diye nidaları var. O da diyor benim de olması lazım. Sabaha kadar düşünüyor, sabaha karşı horoz ötüyor bir taraftan “hah” diyor buldum. “Kukuriiikuuu!” nidası da oradan geliyor.
Daha ilk macerasında yaşadığı kasabadan İstanbul’a gidiyor. Rıdvan nereli?
Rıdvan aslında Anadolu’da bir kasabada doğuyor ve zaten orada bu kültürü ediniyor. Fakat okuduğu gazetelerde görüyor ki bütün olaylar İstanbul’da oluyor, bütün kötülerin kaynağı İstanbul. Onun için kalkıyor İstanbul’a geliyor çünkü İstanbul’un ona ihtiyacı var, ona inanıyor. İstanbul’un kötülerden kurtulması lazım, bunu yapacak kimse de kedisinden başka kimse değil. Superman Amerika’da çünkü Türkiye’de değil. Ona inanarak geliyor.
İlk maceralarında saçları uzunken sonra kel bir karakter oluyor. O da imaj değiştiriyor…
Evet, ilk maceralarında saçlı yaptık. İlk hikayenin sonunda hapse girdi. Hapse girince tabii insanın saçlarını kesiyorlar. Onun da saçlarını kestim. Okuyuculardan gelen tepkilerde “bu hali daha güzel, yakışmış, Rıdvan’a daha uyuyor, o koca burnu ortaya çıkmış” deyince öyle devam etmeye karar kıldık. Çizerken de saç bazen gözlerini önlüyordu.
En Kahraman Rıdvan deyince akla futbolcu Rıdvan da geliyor. Hatta bir hikayede beraber oynuyorlar. Futbolcu Rıdvan nasıl dahil oldu hikayeye?
O dönem futbolcu Rıdvan çok popülerdi. En Kahraman Rıdvan da çizgi yönünden çok popülerdi. Oğuz Abi’yle ya da başka bir arkadaşla konuşurken tam hatırlamıyorum, “Ya bunlar karşı karşıya gelemezler mi?” dedi. Futbolcu Rıdvan’ın da lakabı “şeytan”dı. Cıva gibi, şeytan gibi oradan oraya kıvrılırdı. Sanki şeytanlar çok kıvrakmış gibi. Ben de neden olmasın dedim. Sonuçta bizim elimizde, biz çizeceğiz, istediğimiz gibi onu kötü bir şekilde çizmediğimiz takdirde futbolcu Rıdvan da buna karşı çıkmaz. En Kahraman Rıdvan’ı da o hikayede futbolcu yapmıştık.
En Kahraman Rıdvan’ın maceraları devam edecek mi?
Medyadan uzun süredir uzağım. Tipitip’i yaptığım firmanın grafik departmanında uzun yıllar çalıştım. Aşağı yukarı bir yıldır grafikten de uzağım, evdeyim artık. Uygun ortam bulursam çizmek istiyorum, içimde o duygu var ama o uygun ortamı nerede bulurum, nasıl bulurum bilmiyorum. Çünkü Uykusuz dergisinden En Kahraman Rıdvan’ın albümlerini yapıyorlar, çok güzel fakat tabii şimdiki jenerasyonun mizah anlayışı farklı, bizim dönemimizde farklıydı. Dolayısıyla onlarla aynı dergi içinde ben yapabilir miyim, onlar kabul edebilir mi bilmiyorum. Sadece Uykusuz için değil, genel olarak söylüyorum. Ama sadece Rıdvan’ı değil bir şeyler çizmek istiyorum. Çünkü günlük olaylardan sürekli etkileniyorsunuz. Eskiden gazete ve dergilerde çalışırken benim için acayip bir ilaçtı. O muhalif olduğunuz konuları çok rahatlıkla işleyebiliyorsunuz ve rahatlıyordunuz çünkü onu söyleme ihtiyacı hissediyorsunuz. İnsan konuşmak imkanı varsa, konuşamazsa büyük sıkıntı yaşar ama konuşursanız rahatlarsınız. Bir doktor söylüyordu: “Sesli söyleyeceksin, ağzından çıkacak dolanacak kulağına. İçerden konuşursan sen onu duyamazsın, sesini duyman lazım.” Sinirlendiğim, yanlışı gördüğüm zaman onu ifade etmem lazım, ben çizgiyle ifade edince rahatlıyordum. Şimdi uzun süredir içimde birikti birikti; şu an rahatlayamıyorum, rahatlamam lazım. Tabii ki şimdiki jenerasyondan daha farklıyız bir ortam bulursam çizmek istiyorum. Ama Rıdvan olur ama başka şey olur…
Mizah dergilerini takip ediyor musunuz?
Zaman zaman. Her sayılarını takip edemiyorum çünkü bazen dediğim gibi jenerasyon farkından olsa gerek bazı şeyler bana biraz itici geliyor. Gerçi sadece bana değil, etrafımda duyduğum, gözlediğim arkadaşlardan, daha alt yaş gruplarından da duyuyorum bunu üst yaş grubundan da kendi yaş grubumdan da… Zaten toplam mizah dergilerinin tirajını ortaya koyduğumuzda bir Gırgır dahi edemiyor. Çünkü 12 Eylül döneminden sonra gençlerin olaylara bakış şekli değişti, ister istemez değişti. O zamanlar ki gençlik daha politik bakıyordu, düşünebiliyordu, dünya görüşü farklıydı. Şimdiki jenerasyon daha teknolojik; politik değil, daha farklı. Aradaki o farktan dolayı benim dahi tahammül edemediğim espriler, espri bile gelmeyen bazı şeyler hatta bazen iğrençliğe kaçan tarzda çizimler, espriler oluyor ama onun yanında gerçekten çok değerli arkadaşlar çok güzel şeyler de yapıyorlar.
Beğendiğiniz, takip ettiğiniz çizerler var mı?
Yiğit Özgür, Selçuk Erdem, Metin Üstündağ, Can Barslan, Erdil Yaşaroğlu var. Şimdi sayamıyorum ama okuduğum zaman çok hoşuma giden çizerler var. Ama dediğim gibi bazı şeyler bana hitap etmiyor.
Medyadan uzun süredir uzağım. Tipitip’i yaptığım firmanın grafik departmanında uzun yıllar çalıştım. Aşağı yukarı bir yıldır grafikten de uzağım, evdeyim artık. Uygun ortam bulursam çizmek istiyorum, içimde o duygu var ama o uygun ortamı nerede bulurum, nasıl bulurum bilmiyorum. Çünkü Uykusuz dergisinden En Kahraman Rıdvan’ın albümlerini yapıyorlar, çok güzel fakat tabii şimdiki jenerasyonun mizah anlayışı farklı, bizim dönemimizde farklıydı. Dolayısıyla onlarla aynı dergi içinde ben yapabilir miyim, onlar kabul edebilir mi bilmiyorum. Sadece Uykusuz için değil, genel olarak söylüyorum. Ama sadece Rıdvan’ı değil bir şeyler çizmek istiyorum. Çünkü günlük olaylardan sürekli etkileniyorsunuz. Eskiden gazete ve dergilerde çalışırken benim için acayip bir ilaçtı. O muhalif olduğunuz konuları çok rahatlıkla işleyebiliyorsunuz ve rahatlıyordunuz çünkü onu söyleme ihtiyacı hissediyorsunuz. İnsan konuşmak imkanı varsa, konuşamazsa büyük sıkıntı yaşar ama konuşursanız rahatlarsınız. Bir doktor söylüyordu: “Sesli söyleyeceksin, ağzından çıkacak dolanacak kulağına. İçerden konuşursan sen onu duyamazsın, sesini duyman lazım.” Sinirlendiğim, yanlışı gördüğüm zaman onu ifade etmem lazım, ben çizgiyle ifade edince rahatlıyordum. Şimdi uzun süredir içimde birikti birikti; şu an rahatlayamıyorum, rahatlamam lazım. Tabii ki şimdiki jenerasyondan daha farklıyız bir ortam bulursam çizmek istiyorum. Ama Rıdvan olur ama başka şey olur…
Mizah dergilerini takip ediyor musunuz?
Zaman zaman. Her sayılarını takip edemiyorum çünkü bazen dediğim gibi jenerasyon farkından olsa gerek bazı şeyler bana biraz itici geliyor. Gerçi sadece bana değil, etrafımda duyduğum, gözlediğim arkadaşlardan, daha alt yaş gruplarından da duyuyorum bunu üst yaş grubundan da kendi yaş grubumdan da… Zaten toplam mizah dergilerinin tirajını ortaya koyduğumuzda bir Gırgır dahi edemiyor. Çünkü 12 Eylül döneminden sonra gençlerin olaylara bakış şekli değişti, ister istemez değişti. O zamanlar ki gençlik daha politik bakıyordu, düşünebiliyordu, dünya görüşü farklıydı. Şimdiki jenerasyon daha teknolojik; politik değil, daha farklı. Aradaki o farktan dolayı benim dahi tahammül edemediğim espriler, espri bile gelmeyen bazı şeyler hatta bazen iğrençliğe kaçan tarzda çizimler, espriler oluyor ama onun yanında gerçekten çok değerli arkadaşlar çok güzel şeyler de yapıyorlar.
Beğendiğiniz, takip ettiğiniz çizerler var mı?
Yiğit Özgür, Selçuk Erdem, Metin Üstündağ, Can Barslan, Erdil Yaşaroğlu var. Şimdi sayamıyorum ama okuduğum zaman çok hoşuma giden çizerler var. Ama dediğim gibi bazı şeyler bana hitap etmiyor.
Gırgır’da çiçekli imzanızı attığınız, panoromik sayfa da çok seviliyordu…
Hürriyet’e girdiğim zaman benden önce oraya giren Bülent Düzgit vardı. Rahmetli oldu çok sevdiğim bir arkadaşımdı. Bülent Düzgit’in çizgisi benden daha profesyonel, daha oturmuş bir çizgiydi. Ben de gidince iki Bülent karışıyordu birbirine, ondan ayrılmak düşüncesiyle imzama bir çiçek ilave ettim. Başlangıcı öyle oldu. Hatta çok takıldılar bana o zaman, sen çiçek çocuk musun? hippi misin? gay misin? diyenler oldu. Sadece diğer Bülent’ten ayırmak için yaptığım bir şeydi öyle kaldı.
Ben kalabalık çizgiyi seven bir insanım Rıdvan’ı yaparken de o duygularımı tatmin edebiliyordum, onun da karşılığını okuyucudan görüyordum. Zaten yoğun çalışıyordum. Laklak’a çizim yapıyorum zaman zaman Fırt’a da çiziyordum. Bir de Rıdvan’ı çiziyordum ki ilk başladığında iki sayfaydı. Bayağı yoruluyorum fakat yine de içimde bir aşk var. Başlangıçta yarım sayfa panoromik bir sayfa yaptım. Meğerse; Günaydın’ın sahibi Haldun Simavi de öyle kalabalık çalışmayı çok severmiş, Oğuz Abi de çok severmiş. Dergi çıktı, ertesi hafta Rıdvan’ı çizdiğim sırada Oğuz Abi geldi “Bülent bir çocuğun oldu" dedi. Hayırdır abi dedim. “Haldun Bey de çok beğenmiş, benim de çok hoşuma gitti. Bir de kalabalık sayfa yap” dedi. “Nasıl yani zaten zor yetiştiriyorum” dedim. “Çare yok yapacaksın” dedi. O sayfayı ben çiziyordum ama çok yoğun olduğum için esprileri bulmaya benim yetişmem mümkün değildi. İlk dönemde birkaç arkadaş esprileri buluyorlardı. Ben de ilave yapıyordum. Rıdvan’ı bitirdikten sonra ona başlıyordum ilk haftalarda çok zorlandım gerçekten, sonra sonra çok hoşuma gitmeye başladı. Hatta ilk çizimlerden itibaren Alfred Hitchcock filmlerinin bir köşesine kendisini koyarmış ya ben de kenarlarına kendimi çiziyordum, bir gün simitçi olurdum bir gün ayakkabı boyacısı. Daha üçüncü haftasında okuyuculardan mektup gelmeye başladı, o dönemde çok dikkatli okuyuculardı. Herkes orta sayfa derdi ona ama aslında adı orta sayfa değildi. Sayfayı yatık kullandığım için o imajı veriyordu “o orta sayfada bir tip yapıyorsunuz yeni bir tip mi çıkacak? Kimdir o?” diye sorarlardı. Vallaha bravo, üç haftada bunu fark ettiyse o kalabalık içinde ki zaman zaman öyle çok insan çizerdim ki bazen okuyucuyla iletişim kurardım, sorardım bakın bakalım bu hafta kaç kişi var diye. O sayfanın fotokopisini çeker tek tek kırmızı kalemle hepsini işaretler, sayardım. Gerçekten kişi sayısını bilmem lazımdı.
İnsanlar sadece düz espriyi verdiğiniz zaman o da güzel hoş ama bir de kenarda çizenin de farkında değilmiş, kimse de farkında değilmiş gibi bir espri gördüğü zaman hoşuna gidiyor insanın. Amerikan MAD dergisinde yıllar öncesinden beri gelen hala var mı bilmiyorum, Sergio Aragones sayfanın kenarlarında incecik, bir santimlik alanda dikine ya da enine küçük küçük espriler yapardı. Normal sayfadan çok MAD’de onları okurdum. Çünkü kimsenin farkında olmadığı bir şeydi. Bir gün siz keşfediyormuşsunuz gibi gelirdi. Espriler önemsizmiş gibi. Kenarda, tiyatroda gak dedikleri küçük küçük espriler insanların çok hoşuna gitti. Ondan sonra sürdü gitti.
Bir hafta kendinizi bıyıksız çizmişsiniz ve okurlar da fark etmiş…
Sayfaya kendimi çiziyordum ama zaman zaman farkında olmadan eşimi, çocuğumu da çiziyordum. Gerçekten kasten yapmıyordum fakat eşime arkadaşları söylüyormuş sizin ailedeki gelişmeleri oradan takip edebiliyoruz diye. Hem Rıdvan hem panoramik sayfa bayağı yoğun çalışıyoruz bazen dikkatimizden kaçan noktalar oluyordu. Kurşun kalemle çizdikten sonra çinileme yaparken yarı grogi gibi oluyorsunuz ve bazı şeyleri görmüyorsunuz. Çini bitip kuruduktan sonra kurşun kalemle çizdiklerimizi siliyoruz. Silmeden önce kurşun kalemle bıyık varken koyu renkle de çizince çiniyle de karışmış. Yayımlandığının ertesi günü okuyucu telefon açtı, “ya ne kadar dikkatsiniz çiziyorsunuz o bıyıklı adam bir karede bıyıksız çizmişsiniz bir daha yapmayın” dedi. Bir de azar işittim. Sonradan baktım unutmuşum, kitap haline getirirken düzelttim.
Hürriyet’e girdiğim zaman benden önce oraya giren Bülent Düzgit vardı. Rahmetli oldu çok sevdiğim bir arkadaşımdı. Bülent Düzgit’in çizgisi benden daha profesyonel, daha oturmuş bir çizgiydi. Ben de gidince iki Bülent karışıyordu birbirine, ondan ayrılmak düşüncesiyle imzama bir çiçek ilave ettim. Başlangıcı öyle oldu. Hatta çok takıldılar bana o zaman, sen çiçek çocuk musun? hippi misin? gay misin? diyenler oldu. Sadece diğer Bülent’ten ayırmak için yaptığım bir şeydi öyle kaldı.
Ben kalabalık çizgiyi seven bir insanım Rıdvan’ı yaparken de o duygularımı tatmin edebiliyordum, onun da karşılığını okuyucudan görüyordum. Zaten yoğun çalışıyordum. Laklak’a çizim yapıyorum zaman zaman Fırt’a da çiziyordum. Bir de Rıdvan’ı çiziyordum ki ilk başladığında iki sayfaydı. Bayağı yoruluyorum fakat yine de içimde bir aşk var. Başlangıçta yarım sayfa panoromik bir sayfa yaptım. Meğerse; Günaydın’ın sahibi Haldun Simavi de öyle kalabalık çalışmayı çok severmiş, Oğuz Abi de çok severmiş. Dergi çıktı, ertesi hafta Rıdvan’ı çizdiğim sırada Oğuz Abi geldi “Bülent bir çocuğun oldu" dedi. Hayırdır abi dedim. “Haldun Bey de çok beğenmiş, benim de çok hoşuma gitti. Bir de kalabalık sayfa yap” dedi. “Nasıl yani zaten zor yetiştiriyorum” dedim. “Çare yok yapacaksın” dedi. O sayfayı ben çiziyordum ama çok yoğun olduğum için esprileri bulmaya benim yetişmem mümkün değildi. İlk dönemde birkaç arkadaş esprileri buluyorlardı. Ben de ilave yapıyordum. Rıdvan’ı bitirdikten sonra ona başlıyordum ilk haftalarda çok zorlandım gerçekten, sonra sonra çok hoşuma gitmeye başladı. Hatta ilk çizimlerden itibaren Alfred Hitchcock filmlerinin bir köşesine kendisini koyarmış ya ben de kenarlarına kendimi çiziyordum, bir gün simitçi olurdum bir gün ayakkabı boyacısı. Daha üçüncü haftasında okuyuculardan mektup gelmeye başladı, o dönemde çok dikkatli okuyuculardı. Herkes orta sayfa derdi ona ama aslında adı orta sayfa değildi. Sayfayı yatık kullandığım için o imajı veriyordu “o orta sayfada bir tip yapıyorsunuz yeni bir tip mi çıkacak? Kimdir o?” diye sorarlardı. Vallaha bravo, üç haftada bunu fark ettiyse o kalabalık içinde ki zaman zaman öyle çok insan çizerdim ki bazen okuyucuyla iletişim kurardım, sorardım bakın bakalım bu hafta kaç kişi var diye. O sayfanın fotokopisini çeker tek tek kırmızı kalemle hepsini işaretler, sayardım. Gerçekten kişi sayısını bilmem lazımdı.
İnsanlar sadece düz espriyi verdiğiniz zaman o da güzel hoş ama bir de kenarda çizenin de farkında değilmiş, kimse de farkında değilmiş gibi bir espri gördüğü zaman hoşuna gidiyor insanın. Amerikan MAD dergisinde yıllar öncesinden beri gelen hala var mı bilmiyorum, Sergio Aragones sayfanın kenarlarında incecik, bir santimlik alanda dikine ya da enine küçük küçük espriler yapardı. Normal sayfadan çok MAD’de onları okurdum. Çünkü kimsenin farkında olmadığı bir şeydi. Bir gün siz keşfediyormuşsunuz gibi gelirdi. Espriler önemsizmiş gibi. Kenarda, tiyatroda gak dedikleri küçük küçük espriler insanların çok hoşuna gitti. Ondan sonra sürdü gitti.
Bir hafta kendinizi bıyıksız çizmişsiniz ve okurlar da fark etmiş…
Sayfaya kendimi çiziyordum ama zaman zaman farkında olmadan eşimi, çocuğumu da çiziyordum. Gerçekten kasten yapmıyordum fakat eşime arkadaşları söylüyormuş sizin ailedeki gelişmeleri oradan takip edebiliyoruz diye. Hem Rıdvan hem panoramik sayfa bayağı yoğun çalışıyoruz bazen dikkatimizden kaçan noktalar oluyordu. Kurşun kalemle çizdikten sonra çinileme yaparken yarı grogi gibi oluyorsunuz ve bazı şeyleri görmüyorsunuz. Çini bitip kuruduktan sonra kurşun kalemle çizdiklerimizi siliyoruz. Silmeden önce kurşun kalemle bıyık varken koyu renkle de çizince çiniyle de karışmış. Yayımlandığının ertesi günü okuyucu telefon açtı, “ya ne kadar dikkatsiniz çiziyorsunuz o bıyıklı adam bir karede bıyıksız çizmişsiniz bir daha yapmayın” dedi. Bir de azar işittim. Sonradan baktım unutmuşum, kitap haline getirirken düzelttim.