Dışişleri Bakanı Hakan Fidan Ankara'da basın mensuplarıyla buluştu.
Gündeme ilişkin değerlendirmelerde bulunan Fidan'ın açıklamalarını NTV Ankara Temsilcisi Ahmet Ergen aktardı.
Fidan'a yöneltilen sorular ve yanıtları şöyle:
Gazze’deki sürecin gidişatını nasıl görüyorsunuz? Bu mesele daha ne kadar devam edecek? 2024 Ocak- Şubat gibi biter mi? Ne düşünüyorsunuz?
Uluslararası toplumun bu süreci engelleme yolunda herhangi bir çaba göstermemesi, sistem için ciddi bir kırılma anı olmuştur. Bunun etkilerinin tabii ki konuşulması gerekecek. Her ülke kendisine bundan ağır dersler çıkarmak durumundadır. İttifakların o kadar işe yaramadığını, yarın bir gün aynısı kendilerinin başına gelirse hiç kimsenin bir şey yapmayacağını düşünenler olacaktır.
Bölgedeki güç dengeleri değişmeye başladıkça, politik tavırların da değişeceğine inanıyorum. Bu o bölgede ABD’nin ve İsrail’in en yakın arkadaşı olduğu var sayılan ülkeler için de geçerli. Şu anda alınan tavırlar, dostluktan ya da düşmanlıktan alınmıyor, çaresizlikten alınıyor. ABD’nin ya da bazı Batılı ülkelerin İsrail’e kayıtsız şartsız destek vermeleri ciddi bir sorun. ABD’nin İsrail adına savaşmakta olduğu bir denklemde bölge ülkeleri karşı gücü geliştirmek isteyecektir. Gazze’deki türden katliamların bir daha olmasını istemiyenler, bundan sonra çok büyük bir silahlanma ve güç arayışına girebilirler diye düşünüyorum.
Gazze’de yaşananlar, Batı’nın ve Avrupalıların bütün repütasyonlarını, bütün biriktirdikleri krediyi bir anda kaybetmelerine yol açtı. İnsanlık nezdinde, özellikle bizim jenerasyonlar nezdinde tüm kredilerini harcamış oldular. Bunu geri kazanmaları kolay olmayacak.
Ukrayna Rusya meselesindeki tavırlarının tersine, Gazze konusunda bambaşka bir yerde durmaları, iki yüzlülüğün tavan yaptığı yerdir. İlke, erdem ve ahlaktan bahsedemiyorlar. Bunları tümüyle yok sayıyorlar. Tüm bunların, çok büyük bir jeostratejik kırılmaya zemin hazırladığını görüyorum.
Bu süreçte bizim ilk defa ortaya koyduğumuz pratikler var. Bölge ülkeleri olarak, İslam dünyası olarak, Gazze meselesinde ilk defa bir temas grubunun oluşturduk. Sistemli bir şekilde belli yerlere hep birlikte baskı yapmamız, argüman üretmemiz önemli. Hep birlikte olmamız, aynı pozisyonu korumamızı, söylem birliğini de sağladı.
Gazze’de katliamlar, geçmişteki büyük katliamlara göre düşük yoğunluklu olarak devam ediyor. Fakat sürekli var. Bu çerçevede Müslüman ülkelerle yaptığınız görüşmelerde, İsrail’e tavır koyma, tedbir amaçlı öneriler konuşuldu mu? Türkiye’nin Müslüman ülkeleri harekete geçirmek için ne gibi çabaları var?
Bu, Gazze’de bizim tanık olduğumuz üçüncü savaş. Filistin meselesini de yakından takip eden bir ülke olarak, bu konuda daha hazırlıklı ve tecrübeli olduğumuzu, elimizden geleni de yaptığımızı düşünüyorum.
Birincisi, farklı politika olarak, hep beraber hareket etmenin daha etkili olacağı tezini tedavüle soktuk. İmkanlar dahilinde bunu hayata da geçirdik. Nitekim Arap Ligi ve İslam İşbirliği Teşkilatı (İİT) ilk defa ortak bir zirve yaptılar. Önerimiz zirvenin nihai bildirgesinde de kabul edildi. Bu bir manifesto olması açısından önemliydi. Bu konular etrafında bir araya gelebiliyor olmak önemli. Bu işin takipçisi olmak için kurulan Temas Grubu’nun ortaya koyduğu çabalar, çalışmalar, dünyadaki güç merkezleriyle temaslar hakikaten önemli. Bu sayede, muhataplarımızın, yaşanan problemin nereye gittiğini, nereye evrildiğini bizim dilimizden dinlemelerini sağladık. Bunun büyük büyük bir tehdidi, küresel bir tehdidi beraberinde getirdiğini onlara anlatmamız da önemliydi.
Diğer taraftan tabii yani bu temasları yaparken İslam ülkeleri olarak, bölge ülkeleri olarak neler yapabileğimiz konusu önemli. Olay, tabiatıyla askeri bir olay. Amerika'nın kayıtsız şartsız, Batının kayıtsız şartsız İsrail'e destek verdiği bir yerde bölgedeki tabii ki güç kullanma imkanı yok. Dolayısıyla bu meseleye yaklaşırken daha farklı teknikler üzerine yoğunlaşmamız lazım. Burada özellikle bölge ülkelerinin, kendilerine önemli dersler çıkardığını düşünüyorum. Daha farklı bir dayanışma ruhu içerisinde olduklarını düşünüyorum.
Daha da önemlisi Rusya'nın ve Çin'in tabi burada daha farklı bir pozisyonlanma içerisinde olduğunu, yani bölgedeki rekabet denkleminin başka bir yere evrildiğini de görmek lazım. İslam dünyası olarak bizim yapmamız gereken çok şey var. İsrail'le ilişkilerden bahsediliyor zaten. Hani İsrail'le ilişkisi olan çok fazla bir ülke yok açıkçası. Dolayısıyla esas tavır, Batıya konulmalı. Buna karar vermek lazım. Yani İsrail'in arkasında kayıtsız şartsız duran ülkelere tavır konulacak mı koyulmayacak mı? Soru bu olmalı. Çünkü İsrail'le birçok ülke ilişkiyi başlatmamış zaten. İsrail kritik konuların hepsinde başka türden yoluna devam ediyor.
Gazze'de artan katliam yine Kızıldeniz bünyesinde artan gerilimler ve Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nin bu çatışmaları durdurma konusunda başarısız olması bağlamında ülkemizin bu karmaşık durumları ele alma ve etkili bir dış politika geliştirme stratejisi nedir? Yine biraz evvel konuşmanızda bahsettiniz. Bölgede silahlanma ve güç arayışı artacak. Amerika Birleşik Devletleri farklı çatışma alanları oluşturacak demiştiniz. Kızıldeniz bunlardan bir tanesi olabilir mi?
Kızıldeniz yani bu bir alanı. Özellikle Yemen'de ikmal yollarına yönelik saldırılar da bir denklem. Biliyorsunuz bölgede yani Filistin sorunu olsun olmasın çeşitli ülkelerin farklı meseleleri var Amerika'yla ve Batı’yla. Bu çok boyutlu bir yaptırım savaşı, zaman zaman istihbarat savaşı, zaman zaman da fiili askeri çatışmaya ve eyleme doğru evriliyor. Bütün alanlarda devam eden bir çatışma süreci bu. Şimdi Kızıldeniz'deki özellikle ticaret yollarına yönelik faaliyet Amerika'nın bunu kontrol altına biz almak istiyoruz diye Batıyla bir ittifak oluşturma çabası, bir deniz ittifakı ve buna yönelik bir ortak operasyon başlatması meselesi. Tam da bizim aslında dikkat çektiğimiz eskalasyonu, yani bölgesel yayılmayı içeren bir konu. Bu bölgesel yayılma meselesi, savaşın yayılması ciddi bir risk.
Bu esasen, başka denklemlerin de hesapta olduğunu ortaya koyuyor. Devam eden, paralel devam eden başka çatışmalar var. Onların aslında yürürlükte olduğunu, değişik formlara büründüğünü de gösteriyor bize.
Bunların çeşitli şekilde harekete geçirilmesi, ne kadarı Filistin için ne kadarı diğer yürüyen önceki hesaplar için onu tabii daha farklı değerlendirmek gerekiyor. Ama günün sonunda şu anda bölgede olan her şey Filistin meselesiyle Gazze’de yürüyen katliamla direkt ilintili görünüyor. Bu savaşın yayılması ciddi bir tehlike. Biz bunu Batı toplumlarına ve Doğu toplumlarına da anlatıyoruz.
Devletler gerektiği kadar sert tavır almazlarsa, tedbir almazlarsa kamuoyları bu konudan tatmin olmazsa, kamuoyu çeşitli gerekçelerle bu meseleyi kendi eline almaya yönelebilir. Bu radikal örgütlere zemin hazırlar.
Bazen söylüyorlar ya, işte niye Türkiye bu kadar sert tavır koyuyor? Diyorum ki Türkiye'deki seçilmiş bir lider var. O, toplumun duygularına tercüman olmak zorunda. Millet, devletin ve siyasetin kendi düşüncelerini yansıttığını görmek istiyor.
Ama bazı ülkelerde, bu tür net tavırlar konulmadığı için oralarda örgütlerin kendilerine zemin bulabildiklerini görüyoruz. Dolayısıyla devletler toplumları için varlar, yeri geldiğinde onların hislerine tercüman olmak zorundalar.
Bu türden sert kırılmaların olduğu dönemlerde, bölgede toplumsal hareketlilik oluyor. Şimdi bölge rejimlerini en fazla yıpratan konuların başında hep Filistin meselesi gelmiştir. Yani buradaki Batının ikircikliği ve Batıya buna yönelik gerekli tavrın konulamaması, tersine giderek daha da müzahir olunması, toplumsal tabanda her zaman için bir kaynamaya yol açmıştır, siyasal reaksiyona yol açmıştır.
Bu reaksiyon zaman zaman örgütlenmeye gitmiştir. Zaman zaman daha radikal formlara gitmiştir, silahlı eylemlere dönüşmüştür ve daha sonra da başka şekilde kontrolden çıkıp başkalarının kullandığı araç haline de dönüşmüştür. Bu büyük bir risk.
İsrail, Lübnan’da Salih Aruri’ye suikast düzenledi. Bunu savaşın bölgeye yayılma eğilimi göstermesinin bir emaresi olarak yorumlayabilir miyiz?
Ben İsraillilerin Lübnan'la savaşa girmemek için kendilerini zor tuttuğunu düşünüyorum. Ama hep söylüyorum. Bu yol çıkmaz sokaktır. Öyle bir şey olursa bu savaş tabii ki bitmez. Tam tersine, meselenin çözülmesi isteniyorsa, barış ve iki devletli çözüme odaklanmak lazım.
Tehditleri zor kullanarak ben elimine edeceğim dediğiniz zaman, burada belli şeylerin olacağını öngörmek zor değil açıkçası. İsrail'in de Lübnan'daki bu operasyonu baktığınız zaman şöyle bir şey var. Bir Hizbullah hedefini, Hizbullah yöneticisini vurmuyor ama Lübnan’a ben senin üstünde uçuyorum, takip ediyorum mesajını veriyor.
Salih Aruri’yi Hizbullah koruyordu. Hizbullah’ın kontrolündeki bir bölgede oldu bu. Yani Hizbullah üzerinden bir çatışma ve savaş geliştirebiliyor…
Dediğim gibi havadan operasyon yaptığınız zaman işte bölgenin önemi kalmıyor. Nerede olursanız olun vuruyor. Hizbullah buna nasıl aksiyon gösterecek? Yani tamamıyla savaşa girerek mi reaksiyon gösterecek yoksa misilleme yaparak mı? Bugün gelen raporda 3 askeri hedefe saldırdık diyorlar. Başından beri savaşın ilk gününden beri ortaya koyduğu aslında tavrın bir devamı. Burada daha farklı bir şey yapılmış değil.
Türkiye'nin Hamas'a yönelik yaklaşımı Türkiye'nin vaktiyle ilişkilerinde yeni bir adım. Güncel gelişmeleri düşünecek olursak komplikasyonlara, zorluklara yol açabilir mi? Özellikle Amerika Birleşik Devletleri Kongresinde ve Avrupa Birliği’ndeki bazı kesimlerde böyle bir arayış olduğunu görüyorum. Bu kimi zaman mevcut ambargoların devam ettirilmesi veya ilerde bir takım finansal yaptırım arayışları gibi şeyler. İlave bir zorluk ortaya çıkıyor mu Türkiye'nin duruşundan kaynaklanan önümüzdeki süreçte sayın Bakanım?
Şunu söylemek lazım. Tarafların Hamas ile ilgili tutumunda, 7 Ekim öncesi ile sonrası arasında bir şey değişmedi. Bizim gibi bunu, terörist olarak görmeyenler, bir direniş hareketi olarak görenler, siyasi parti görenler, o şekilde görmeye devam ediyor. Hakeza, terörist görenler de aynı pozisyonlarını koruyor.
Ama yapılan hareketin sivillerle ilgili kısmı tabii ki eleştirilir. Biz de ilk gün itibarıyla bunu yapmaktan çekinmedik. Ama onları bahane edilerek Gazzelilerin ayrım gözetmeksizin öldürülmesi meselesini gözden kaçırmamak lazım.
Bizim Hamas’ın direniş vasfını vurgulamamızın reaksiyon oluşturması biraz da İsrail ile alakalı. Netanyahu'nun ilk günden pazarladığı bir resim var. Bütün bu süreci 7 Ekim gününde olan bazı olaylarla fotoğraflayıp, onun üzerinden Batıya anlattığı bir kurgu var. ‘Ben, katledildim. Bunu yapanlar barbar’ diye anlatıyor hadiseyi. Dolayısıyla onun için ne olduğunun önemi yok.
Bizim duruşumuz bizim çıkışımız ise onun ortaya koyduğu o stratejiyi, Batı’nın satın aldığı o resmi, tamamıyla tersyüz ediyor.
Biz diyoruz ki: Hiçbir gerekçe on binlerce sivilin ayrım gözetmeksizin öldürülmesi mümkün değil. Bunun adı barbarlıktır. Eğer Hamas'a yönelik tanımlamaları siz sivil katliamı üzerinden yapıyorsanız, aynı kuralı İsrail için de uygulamanız lazım. Yani tanımlamaları İsrail'e yönelik olarak da yapmanız lazım.
Şimdi tabii bunlar, cevap veremedikleri konular. Bazen diyorlar ki bildirilerde, işte şeyi kınayalım diyorlar, Hamas’ı kınayalım. Tamam hiç problem yok, kınayalım. Hangi gerekçe ile kınıyorsunuz Hamas’ı? Sivil öldürdüğü için. Peki aynı gerekçeyle İsrail’i de kınayalım. Bunu yapamıyorlar.Şu anda en fazla onu, böyle bir şey yapmamaya çağırıyorlar. Şimdi bunlar tabi büyük bir pozisyon kaybı onlar açısından.
Bu konuda, özellikle Cumhurbaşkanımızın ilkeli duruşunu biliyorsunuz. Doğruların ifade edilmesi ve doğru yerde durmak olunca mesele, orada maliyete bakılmıyor açıkçası. Bakılmaması da gerekiyor.
Ama konuştuğumuz muhataplarımız şunu görüyor: İsrail'in yaptığı katliam hiçbir şeyle kıyaslanacak bir katliam değil. Hani İsrail'in burada daha fazla eleştirilmesi, kınanması, itilmesi gerekiyor, işin o boyutuna gelince bir şey yapamıyorlar.
14 Mayıs seçimleri öncesi Esad rejimiyle ile Moskova'da dörtlü bir zirve gerçekleştirilmişti. Toplantıların devamı ortasında mutabık kalınmıştı. Süreç ne aşamada? Yeni bir görüşme gerçekleşebilir mi ki; İsrail’in özellikle son dönemde Gazze'ye yaptığı saldırılar söz konusuyken bir temas sağlanır mı tekrar?
Temas meselesi her zaman çeşitli boyutlarda bir temas oluyor. Direkt oluyor, dolaylı oluyor. Daha farklı seviyelerde oluyor ama orada şu anda birinci öncelik yeni bir çatışma alanı çıkmaması rejimle muhalifler arasında. Herkes pozisyonunu koruyor, daha doğrusu Astana Mutabakatı çerçevesinde çizdiğimiz bir resim var. Onun korunması önemli.
Biz bu çatışmaların çıkmamasını niye önemsiyoruz arkadaşlar? Birkaç sebepten birincisi daha fazla göçmen olmaması için çatışmaların olmaması elzem. İkincisi sessizliğin olduğu bir ortamda iki tarafın da sahip olduğu nefret unutulup biraz daha barışa yönelik, geleceğin inşasına yönelik belki siyasal duruş çıkabilir yani etkileşimlerle. Bu önemli.
Üçüncüsü tabii ki her türlü çatışmadan bizim ayrıca dikkat ettiğimiz terör örgütü ciddi bir şey alıyor, kendine fırsat alanı oluşturuyor. Onun olmaması için biz belli bir denklemde çatışmasızlığın devam etmesini, tarafların bulundukları pozisyonlarda kalmasını temin edecek yoğun bir diplomatik ve diğer faaliyetler içerisindeyiz. Onun içerisinde çok fazla emek var. Gerçekten inanılmaz emek var istihbarat tarafında hem asker tarafında hem bu tarafta yani bu denklemi bu şekilde götürmek çok büyük bir emek.
Sayın Bakanım, son zamanlarda Türkiye’nin artırdığı operasyonlara yönelik, Irak’ta Bağdat’la Erbil’in tutumları neler? Bunları sormak istiyorum. Çünkü bildiğiniz üzere zaman zaman olumsuz yorumlar alabiliyoruz, Türkiye’nin terörle mücadele operasyonları konusunda. Şu an ki mevcut tutumları neler? Ayrıca Irak’taki seçimleri de yorumlar mısınız?
Terörle mücadelede Erbil'le tam bir iş birliğimiz var arkadaşlar. Özellikle PKK konusunda bizim hassasiyetlerimizi paylaşıyorlar. Onlarla iş birliği konusunda her geçen gün daha da iyi bir noktaya gidiyoruz. Onu söylemekte bir beis görmüyorum.
Biliyorsunuz, PKK aynı zamanda Erbil yönetimini de hedef alır bir durumda. Şu anda PKK’nın Süleymaniye ile geliştirdiği bir ittifak var, KYB ile. KYB ve PKK ittifakı, KDP bloğuna olduğu gibi karşı. Süleymaniye ve PKK, bunlar Erbil yönetimine karşılar. Burada büyük bir sıkıntı var.
Bağdat'taki belediye seçimleri, bölgede çeşitli sonuçlar çıkarttı. Bunlara da yakından bakıyoruz. Taraflarla görüşüyoruz. Dün Türkmen cephesi başkanı Hasan Turan buradaydı, onunla uzun bir görüşme yaptık. Kerkük öznesinde nereye, nasıl gideceğiz meselesi. Şimdi seçim sonuçlarına baktığınız zaman orada, tabii seçimlerde ne kadar hile yapıldı yapılmadı bunlar şu anda kendi aralarında çok tartışılan bir mesele. Aslında beklenmedik şekilde KYB’nin oylarını artırdığı görünüyor.
Bizim istediğimiz önceden geliştirilen kuralın devam ettirilmesi, yani taraflar arasından yine münavebeli bir valilik sisteminin devam etmesi önemli. PKK ve KYB ortaklığının bölgede etkinlik kuracağı bir denklemin olmaması için çalışmaya devam ediyoruz.
Sizin bir önceki görevinizden de yola çıkarak 12 şehidimizin ardından (Irak) Dışişleri Bakanıyla yaptığınız görüşme çerçevesinde Bağdat hükümeti ortaklaşa operasyonlarını kabul etti mi? PKK’dan kurtulma yönünde kesin kararları var mı? Bu çerçevede ortak adım atılacak mı?
Iraklılarla biliyorsunuz, bu eylemlerden önce bir ortak güvenlik toplantısı yaptık. Geliştirdiğimiz format bugüne kadar olmamış bir formattı. Hatta bu odada 30’ar kişi mi, 40’ar kişimi toplandık, sonra yukarıdaki odaya gittik daha az insanla bir araya geldik. Diplomat, asker, istihbaratçı, havacı, karacı kim varsa herkes burada…
Iraklı muhataplarımızla daha dar bir şekilde de bir araya geldik. 4-5 saat konuştuk. Konuların hepsini masaya yatırdık.
Burada tabii bizim için öncelikli olan defaatle, bıkmadan usanmadan PKK’nın ne kadar önemli bir tehdit olduğunu bizim için de ifade ettiğini anlamak.
Şimdi değerli arkadaşlar bazen biz kendimizde çok hakikat ve doğru olan bir şeyin karşı tarafta da aynı olduğunu varsayıyoruz. Aslında öyle olmuyor. Herkesin kendi dünyası ve öncelikleri var. Bağdat'taki PKK farkındalığı son 3 yılda 4 yılda ortaya çıkartabildiğimiz bir şey açıkçası.
Bu çok sistematik temaslarla, argümanlarla, ilişkilerle, iş birlikleriyle, desteklerle, şunlarla, bunlarla çok boyutlu götürülmüş bir konu. Bir taraftan Bağdat hükümeti benim anladığım kadarıyla bizim temel argümanımız olan yani şey meselesidir. PKK, Türkiye'ye karşı kurulmuş bir örgüttür. Türkiye'de bir metrekare toprak bile kontrol etmiyor. Ama Irak'ta büyük toprak alanlarını kontrol eder noktaya gelmişler.
Sincar, Mahmur’u şimdi dağıtıyorlar. Mahmur, Süleymaniye, Zaho, Kandil vesaire buralarda PKK varlığı var. Yani alan kontrol ediyor, köyleri kontrol ediyor. Ya diyorum ‘Bu bizim için bir tehdit değil. Sizin için bir tehdit, sizin egemenliğiniz için bir tehdit, bununla ilgili ne düşünüyorsunuz? Silahlı bir grup var, kontrolsüz burada’. Bir de biz kendi aramızda kalkınma yolunu konuşuyoruz. Yani bu türden örgütlerin bulunduğu bir coğrafyaya finansı nasıl getireceğiz? Sırf bunun için bunları ortadan kaldırmak. ‘Egemenlik meselesini nasıl halledeceksiniz burada.’?
Tabii orada farklı denklemler var arkadaşlar. Onlara da diyoruz ki ‘İstiyorsanız siz çözün, istiyorsanız beraber çözelim, bırakın biz çözelim yani biz savaşmaya devam edeceğiz. Zaten siz isteyin istemeyin. Bunda bir sıkıntımız yok. Bu konuda da netiz.’
Ama irademizi ortaya koyuyoruz. Bizim oradaki varlığımızın tek sebebi PKK ile mücadele. Siz PKK ile mücadeleyi sahiplenirseniz bizim de o zaman şey yapmamıza gerek kalmaz. Bu kadar fazla telaş göstermemize sebep kalmaz arkadaşlar.
Kalkınma Yolu Projesinden bahsettiniz. Bu konuya ilişkin detayları paylaşır mısınız? Şu an ne aşamada bu proje?
Biliyorsunuz arkadaşlar Kalkınma Yolu Projesinin birkaç tane önemli ayağı var. Yani aslında inşaat yapılacak yer 2 ülke şu anda esas itibariyle. Yaklışık 1200 kilometrelik projenin 10’da 1’i Türkiye’de yer alacak. Ağırlıklı olarak konu Irak’ın El Fav şehrinde bir büyük liman inşası. Ondan sonra döşenecek olan karayolu, demiryolu ve doğalgaz ve petrol boru hatlarının döşenmesi bunların yanına fiberler de konabilir. Basra Körfezi’ndeki El Fav’daki limanın man genişletilerek yapılması isteniyor. Şimdi bu lojistik bağlantısallığı açısından fevkalade önemli bir proje. Biz Irak hükümetinin Başbakan Şiya es-Sudani’nin bunu sahiplenmesini çok önemli ve kıymetli gördük. Yani Cumhurbaşkanımız bu konuda da büyük destek verdi, destek vermeye devam ediyoruz projeye. Şimdi projede ilk etapta çıkan fizibilite çalışmaları var.
Biz bölgesel kalkınma projelerinin son derece önemli olduğuna inanıyoruz, yani aslında bölgenin vizyonunu, yaşam kalitesini, iş birliği derinliğini yükseltecek tek şey bu türden proje, ortak projelerin hayata geçirilmesi. Yani bunlar bu coğrafyanın pek alışkın olmadığı projeler. Hani 1-2 tane enerji projesi oluyor genelde. Ama bu büyük çaplı bağlantısallık, ayrıca bölgesel ekonomik sistemlerin kurulması, ihracat imalat vesaire konularına ağırlık verilmesi.
Daha oturmuş yapıların yapacağı bir iş. Aslında Türkiye'nin ekonomik ve siyasi tecrübesi ve teknolojik alt yapısı bu sistemlere bölgesel sistemlere öncülük edecek düzeyde.
Dolayısıyla biz yeni hükümeti kurduğumuzda geliştirdiğimiz yani dış politika hedefi olarak hani bölgede bu türden projeleri hani arttırılması ve uygulanmasını bir numaralı hedef haline getirdik. Yani bunlar olduğu sürece yani ortak iş birliği alanı artar, çatışma alanı minimize olur görüşü bence doğru bir görüş.
Blinken’in Cumartesi günü Türkiye ziyareti konusunda bir programlama netleşti mi? Yine Amerika Birleşik Devletleri başlığında sayın Cumhurbaşkanının bu ay bir Washington ziyareti planlandığına yönelik son günlerde gelen bilgiler var. Biden'la görüşme hususunda. Bu konuda Sayın Cumhurbaşkanının bir Beyaz Saray ziyareti konusunda da bir gelişmeniz var mı?
Değerli arkadaşlar, yani Blinken’ın cumartesi seyahati yani olacak. Benim misafirim olarak Türkiye gelecek. Şu anda planlanan o yani bir değişiklik olmazsa misafirimiz olarak geliyor. Cumhurbaşkanımızın şu anda planlanan bir seyahati yok. Yani üzerinde konuştuğumuz seyahat yok şu anda.
Avrupa’ya Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının vizesiz seyahati konusunda içine girdiğimiz yılda yeni bir gelişme olacak mı? Bu konuda bizimle paylaşacağınız gelişmeler var mı?
Bu önemli bir konu, üzerinde çalışıyoruz. İlk etapta, vize sınırlamalarını yumuşatılmasını üzerine eğildik. Nitekim bazı uygulamalarda da bunun hayata geçmeye başladığını gördük. Yani iş adamları öğrenciler vs. bu artık normale dönüyor. Ama bizim kapsamlı bir vize liberalizasyonuna gitmemiz için ciddi şeyleri tartışmamız gerekiyor. AB’de de birçok konu maalesef birçok ilgisiz konuyla ilişkilendirilebiliyor. Şu anda biz vize serbestliği ve gümrük birliği güncellenmesi olmak üzere iki konuda çalışıyoruz. Göç konusunda ciddi işbirliğimiz var. O önemli, bizim için de onlar için de. Yapıcı bir süreç isteniyor. Ege de gerginliğin azaltılması kapsamında işte Yunanistan'la yürüyen olumlu havayı da önemsiyoruz. Bu Avrupa, Avrupa Birliği üzerindeki baskıyı azaltıyor, gerginliği azaltıyor. Bunlar önemli başlıklar, bizim açımızdan bunların hepsini, belli bir orkestrasyon içerisinde eş zamanlı götürmek önemli.
Türkiye dahil başka bir kaç ülkede yaşayan Filistinlilere yönelik suikast düzenleyeceğine dair haberler yer almıştı. Dün de Türkiye'deki istihbarat teşkilatımız tarafından İsrail casuslarına yönelik bir operasyon düzenlendi. Siz Türkiye'nin istihbarat ve güvenlik kapasitesinin geldiği seviyeyi ilişkin ne tür bir değerlendirmeniz olur?
Değerli arkadaşlar, yani gerçekten, özellikle uçağa da istihbarat giderek daha kazanıyor. Çok üzerinde durmamız odaklanmamız, teknolojiyi yakından takip etmemiz, metot geliştirmemiz gereken bir alan. Çünkü kimse kimseye bunun metodunu, teknolojisini vermiyor. Oturup kendimizin birçok şeyi yeniden bulup operatif metotları hayata geçirmemiz gerekiyor. Kendi içerisinde çok çeşitliliği olan bir olay. Yani şimdi terörle mücadele bir ihtisas alanı, dış politika, yani dış operasyonlarda dost unsurlarla beraber çalışma konusu başka bir operasyon alanı. Kontrespiyonaj başka bir uzmanlık alanı yani sizin işinize faaliyet gösteren casus bulma meselesi. Bunların hepsi de tabii ciddi bir çabayla yeniden kendini üreten bir yapı içerisinde evrilmesi gerekiyor. Milli İstihbarat Teşkilatında çok ciddi reformlar yapıldı. Çok ileri reformlar yapıldı. Yani gerçekten şimdi görüyorsunuz sonuçlarını belli ülkelerde. İşte diyelim Suriye, Irak’ta bilinen yerler, dost unsurlarla yürütülen ve bize askeri maliyeti çok az olan çok önemli operasyonlar var. Tabii bunların hepsi basına yansımıyor, basına yansıyan kısmı belli yeteneklerin nasıl geliştiğini de gösteriyor. Şimdi teknoloji ayağına ciddi yatırım yapmak gerekiyor. İnsan ayağına ciddi yatırım yapmak gerekiyor. Yeni metotların inanılmaz şekilde geliştirilmesi gerekiyor. Türkiye bu alanda çok ilerleme kaydetti. Şu anda İbrahim Bey de iyi çalışıyor, sistem devam ediyor. Terör şebekelerinin vurulduğunu ve casus servislerin yakalandığını görüyoruz.
Burada odaklanma ve bir hedefin olması önemli. Türkiye'nin tehditlerini iyi anlamak önemli. Kendinizi sürekli düşmanın yerine koymanız gerekiyor. Yani düşmanın yerine koyup ona göre hareket etmeniz gerekiyor.