Üzerimizden bir Oscar daha geçti. Artık ödüller süpriz isimlere gitmiyor. Hepimiz birer tahminci haline geldik. Kırmızı halı olayı da çok şık değildi açıkçası. Tüm bunlar bir yana, beni mutlu eden biricik şey, kadınların ruhunun bir şekilde törene sinmiş olmasıydı. Taciz skandallarına gösterilen tepkinin üzerine çıkan bir ruhtu bu. Çünkü kadının benliğini bu yıl en çok, izlediğim Oscar filmlerinde hissettim.
Önce Oscar’sız kadınlardan başlamalıyım!
Greta Gerwig, ABD’nin inanması zor romantik hikayelerine başkaldıran genç bir kadın... Yönetmen Noam Baumbach ile Amerikan bağımsız sinemasına dair özel işler yapıyorlar. Gerwig’in yönettiği “Lady Bird” filminde de inatçı bir romantizm var kuşkusuz. Onu özel kılansa gerçeğe yakın olması. Ergenlik krizi yaşayan liseli bir kızın anlatıldığı filmde, hepimizin geçtiği karanlık, umutlu, birden güneşin açtığı ve hemen ardından yağmurun yağdığı o anlar, kalbi biraz burkarken biraz da gülümsetiyor. Hayat ve kadın her şeyden biraz demek. Biraz sinir krizi, biraz yalan, biraz hayal, biraz erkek...
Three Billboards Outside Ebbing, Missouri
Bir anne yaşayabileceği en acı deneyimi yaşadığında, hayatın geri kalanı bir fıkradan ibaret oluyor sanırım. Yani Frances McDormand’ın canlandırdığı anne öyle yapıyor. Kızını korkunç bir şekilde kaybeden bir annenin fobilere, hikayelere, günlük dertlere, ölüme ve diğer çocuğuna bakışını ancak onun gözlerine bakmaya cesaret ederseniz görüyorsunuz. Dipsiz bir uçurum... Düşerken çakılmayı beklediğiniz, sonu bir türlü gelmeyen belirsiz bir karanlık...
McDormand’ın kızının katilini bulmak için kiraladığı 3 bilborda yazdırdığı sorular, kayıp, katili bulunmayan, hiç bulunmayacak olan kaç kız annesinin hafızasında depreme yol açtı bilmiyorum. Sadece o annelerin ağırlığı tüm bedeninde ve ruhunda hisseden Frances McDormand’ın Oscar’ı sonuna kadar hakettiğini düşünüyorum.
Anne demişken...
Her kadın biraz annedir ve her anne biraz delidir. Anne olmayan kadınlarsa annelerine benzemek zorundadır, bütün ömürlerini benzememek için mücadele ederek geçirseler de... Frances McDormand gibi güçlü, Laurie Metcalf gibi fedakar annelerin dışında bu yılki Oscar filmlerinde birçok anneyle tanışma fırsatı buldum.
En iyi yardımcı kadın oyuncu ödülünü kazanan Allison Janney, dünyanın en öfkeli buz patencisi Tonya Harding’in annesi LaVona Fay Golden’i canlandırdı. LaVona, Tonya’nın öfke pınarıydı. İnsan üstü bir disiplin isteyen buz pateninde kızını eğitmek için çaba gösterirken, o kızdan yırtıcı bir panter yaratıyordu. Ve boşunaydı. Çünkü, ne kadar uğraşırsa uğraşsın tıpkı kendisi gibi kızı da hırçın, disiplinsiz ve yanlış kararlar konusunda uzmandı.
Anne, kızının kendisindeki hataları yapmaması için çaba gösteren, ancak kızının o hataları izleyerek büyüdüğünü unutandır. Bu haliyle naif, katıksız, vahşi ve cüretkar yanlarımızı okşayan LaVona Fay Golden’e ve Allison Janey’e teşekkürü bir borç bilirim.
Bazı kadınlar çok güçlü!
Çalışmak zorundayız! Zor bir cümle... Paralı askerler gibiyiz, biliyorum. Doğayla uyumlu bünyelerimiz, kocaman şehirlerin altında eziliyor. Yine de insan çok kolay alışıyor. İçinde ağır ağır tüten bir isyan saklayan biz kadınlarsa, eğer biraz da şanslıysak daha sert basabiliyoruz toprağa. Bundan yıllar yıllar önce de varmış öyle kadınlar. Mesela, Katharine Graham! Pentagon belgelerini yayınlama kararı alan gazetenin kadın gücü!
Meryl Streep’in canlandırdığı “The Post” filminde 1971’de yayınlanan belgelerde Amerikan hükümetinin Vietnam Savaşı ile igili yaptığı bazı açıklamaların ve haberlerin birer yalandan ibaret olduğunu anlatan tam 7 bin sayfadan bahsediliyordu. Bu olağanüstü bir olay, evet. Ama bence daha iyisi Katharine Graham’ın hayat hikayesi. The Washington Post önce Graham’ın babasının kararıyla, üstelik “Hiçbir erkek karısının patronluğundan hoşlanmaz” diyerek damadına devrediliyor. Şirket bir süre sonra kara geçse de ağır sorumluluk, görkemli hayat derken damat önce alkolik oluyor ardından intihar ediyor. İşte Graham, gazetenin başına böyle geçiyor. Bir erkeğin, kocasının ölümüyle...
Kadınların yaşaması için, erkeklerin ölmesi gerekmiyor. Birlikteyken iyiyiz biz. Kazanacağımızı bildiğimiz bir savaşa yine de girmeyişimizin nedeni, sizi sevmemizdendir. Günümüz kutlu olsun!