1980 yılında George R. R. Martin tarafından kaleme alınan Buz Ejderhası, yazarın hayal gücü ve zengin üslubuyla ördüğü önemli bir eserdi ve tüm dünyada yüz binlerce kopya sattı.
Ancak 1996 yılında Buz ve Ateşin Şarkısı (Taht Oyunları) serisi okurla buluştuğunda farklı bir anlam daha kazanacaktı: Buz Ejderhası, Martin’i tüm dünyada milyonlarca okura tanıtacak bir serinin ayak seslerini taşıyordu.
Hem kitapların hem de başarılı bir uyarlama olarak kabul edilen dizinin hayranları ve eleştirmenler tarafından bu bağ kurulduğunda yazar, kişisel bloğundan cevap hakkını kullanıp iki hikâyeyi birbirine bağlamanın doğru olmadığını açıklamıştı. Yine de Buz ve Ateşin Şarkısı serisinden 16 yıl önce kaleme alınan Buz Ejderhası, hikâyeye yön veren kritik noktalara dönük ilginç benzerlikler barındıyor.
Buz Ejderhası, şimdi Epsilon tarafından Türkçeye kazandırıldı. Kitabın film hakları Warner Bros tarafından alındı ve yakında beyazperde izleyicisiyle buluşacak.
KİTAP NE ANLATIYOR?
Küçük ve cesur bir kız olan Adara buz ejderhasını ilk kez ne zaman gördüğünü hatırlamıyordu. Sanki ejderha hep orada, hep onun hayatındaydı. Diğer çocuklar soğuktan kaçarken Adara karda oynar, buz ejderhasını uzaktan izlerdi.
Soğuktan korkmuyordu.
Kış çocuğuydu o, atalarının bile hayatlarında gördükleri en korkunç kışta doğmuştu.
Dört yaşındayken ejderhaya dokunabildi.
Beş yaşındayken onun geniş, soğuk sırtına ilk defa bindi. Sonra, yedi yaşına bastığında, sakin bir yaz günü, kuzeyden gelen ateş ejderhaları Adara’nın yaşadığı huzurlu çiftliğe saldırdı. Burayı sadece bir kış çocuğu ve onu seven buz ejderhası koruyabilirdi.
“ADARA mevsimlerden en çok kışı severdi çünkü dünya soğuduğunda buz ejderhası gelirdi. Soğuğu mu buz ejderhasının yoksa buz ejderhasını mı soğuğun getirdiğinden asla emin olamazdı.
Ondan iki yaş büyük ve doymak bilmez bir meraka sahip abisi Geoff’un aklını sıklıkla kurcalayan türden bir soruydu bu, ancak Adara böyle şeyleri umursamazdı. Soğuk, kar ve buz ejderhası tam vaktinde geldiği müddetçe Adara mutluydu.
Bunların ne zaman geleceğini de doğum gününden dolayı her zaman bilirdi. Adara bir kış çocuğuydu, herhangi birinin hatta komşu çiftlikte yaşayan ve hiç kimse doğmadan önce yaşanmış olayları dahi hatırlayan İhtiyar Laura’nın bile hatırladığı en kötü donda dünyaya gelmişti. İnsanlar hâlâ o dondan bahsederdi. Adara sık sık konuşanları duyardı.
Başka şeylerden de konuşurlardı. O korkunç donun sebep olduğu soğuğun, Adara’nın babasının yaktığı büyük ateşin ardında annesinin doğum sancıları çektiği o uzun gecede içeri girip doğum yatağının üzerini örten kat kat battaniyenin altına sızdığını ve annesini öldürdüğünü söylerlerdi. Soğuğun Adara’ya henüz anne karnındayken nüfuz ettiğini de anlatırlardı zira doğduğunda teni soluk maviydi ve buz gibiydi, o günden beri geçen yıllar içinde de hiç ısınmamıştı. Kışın eli değmişti ona, işaretini üzerine bırakmış, onu kendisinin yapmıştı…”