Celal Bayar Üniversitesi Tıp Fakültesi Dermatoloji Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Serap Öztürkcan, sedef renkli kepeklerle karakterize bir hastalık olan psoriazisin, görünümü nedeniyle insanları rahatsız ettiğini vurguladı.
Hastalığın kesinlikle bulaşıcı olmadığını dile getiren Öztürkcan, şöyle devam etti:
''Sedef hastaları, bu döküntüler ve toplumun da bulaşıcı olduğunu düşünmesi nedeniyle toplum içerisinde hep kendilerini geri çekme, sosyalleşmeden kaçınma durumundalar. Halbuki bu hastalık temasla, el sıkışmayla bulaşan bir hastalık değil. Sedef hastalarının görünümle ilgili hissettikleri sıkıntının boyutu, hastalığın şiddetiyle de gittikçe artmakta. Sonuçta sadece sosyal ortamdan kaçmaya değil, önemli psikolojik sorunlar yaratacak boyuta gelebiliyor. Bu hastalarımızda biz depresyonu çok daha fazla görebiliyoruz, intihar eğilimi de oldukça yüksek olabiliyor. Sosyal hayattan kaçarken, tedavi nedeniyle işten de uzak durmak zorunda kalıyorlar.''
Öztürkcan, hastalık nedeniyle yaşam kalitesi bozulan hastaların evden çıkmama, işe gitmeme, sosyal aktivitelerden kaçınma gibi davranış biçimleri geliştirdiklerini anlatarak, etkin tedavi ile bu hastaların topluma kazandırılabileceğini kaydetti.
Toplumun ve hasta ailelerinin bilinçlendirilmesinin çok önemli olduğuna değinen Öztürkcan, buna ilişkin çeşitli toplantılar düzenlediklerini sözlerine ekledi.
''PSORİAZİS OLDUĞU İÇİN İŞTEN ATILAN HASTA BİLE VAR''
Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Dermatoloji Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Nilser İlter de her bebeğin yüzde 2 oranında bu hastalığı geliştirme riskiyle doğduğunu aktararak, hastalığın çok geniş bir yaş grubunu içerdiğini, en geç vakanın 108 yaşında bir kişide görüldüğünü söyledi.
Anne ve babası bu hastalığa sahip bir çocuğun sedef hastalığına yakalanma oranının yüzde 41 olduğunu belirten Prof. Dr. İlter, ''Bu, klinik olarak yaşamı çok ciddi etkileyen bir hastalık. Çünkü görsel olarak çok önemli ve vücudun görülen yerlerinde tutunabiliyor'' dedi.
Prof. Dr. İlter, özellikle saçlı deri, diz, dirsek ve kalça bölgesinde tutunan hastalığın bazı türlerinin el ve ayakta görüldüğünü, tüm vücudu kaplayan çeşitlerine de rastlanabildiğini dile getirerek, ''Maalesef başladığında bu hastalığı tamamen yok etmek mümkün değil. Ancak dönem dönem kontrol altına alınabiliyor. Ama hastalık yapan faktör, sürekli devam ediyor ve hayat boyu alevlenme riski bulunuyor'' diye konuştu.
Hastaların en yakındığı konunun, bulaşıcı olduğu düşüncesiyle kendilerine gösterilen tavır olduğunu ifade eden İlter, ''Psoriazis olduğu için işten atılan hasta bile var. Hastalık, el bölgesinde olduğunda, sıklıkla el sıkmaktan kaçınıyorlar, kendilerine güvenlerini yitiriyorlar. Psoriazis hastasının elini sıkmaktan kaçındığınızda, her an kendinizin de hayatınızın bir döneminde bu hastalığa yakalanabileceğinizi hatırlamanız lazım'' dedi.
''ÜMİTSİZLİĞE KAPILMADAN HEKİME BAŞVURUN''
Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Dermatoloji Ana Bilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Sibel Alper de erken tanı ve tedavinin, tüm hastalıklarda olduğu gibi bu hastalıkta da büyük önem taşıdığını belirtti.
Hastalık ölümcül olmasa bile, görünür olduğu için hastaların yaşam kalitesini olumsuz etkilediğini dile getiren Alper, şunları kaydetti:
''Halk arasında 'bunun çaresi yok' deniyor. Ama aslında tedaviyle lezyonlar tamamen silinebiliyor. Ve tedaviler sanıldığı kadar maliyeti yüksek değil. Tek sıkıntımız nüksü (tekrarı) önleyecek bir tedavinin olmaması. Onun için de lezyonları geçen hastalarımıza tedbirleri açıklıyoruz. Tanıyı alınca ümitsizliğe kapılmadan hekime başvurmak lazım. Evet, kronik, zor bir hastalık, ömür boyu sürüyor. Ama aynı zamanda yapılabilecek de çok şeyi olan bir hastalık.''
Hastalığın kesinlikle bulaşıcı olmadığını dile getiren Öztürkcan, şöyle devam etti:
''Sedef hastaları, bu döküntüler ve toplumun da bulaşıcı olduğunu düşünmesi nedeniyle toplum içerisinde hep kendilerini geri çekme, sosyalleşmeden kaçınma durumundalar. Halbuki bu hastalık temasla, el sıkışmayla bulaşan bir hastalık değil. Sedef hastalarının görünümle ilgili hissettikleri sıkıntının boyutu, hastalığın şiddetiyle de gittikçe artmakta. Sonuçta sadece sosyal ortamdan kaçmaya değil, önemli psikolojik sorunlar yaratacak boyuta gelebiliyor. Bu hastalarımızda biz depresyonu çok daha fazla görebiliyoruz, intihar eğilimi de oldukça yüksek olabiliyor. Sosyal hayattan kaçarken, tedavi nedeniyle işten de uzak durmak zorunda kalıyorlar.''
Öztürkcan, hastalık nedeniyle yaşam kalitesi bozulan hastaların evden çıkmama, işe gitmeme, sosyal aktivitelerden kaçınma gibi davranış biçimleri geliştirdiklerini anlatarak, etkin tedavi ile bu hastaların topluma kazandırılabileceğini kaydetti.
Toplumun ve hasta ailelerinin bilinçlendirilmesinin çok önemli olduğuna değinen Öztürkcan, buna ilişkin çeşitli toplantılar düzenlediklerini sözlerine ekledi.
''PSORİAZİS OLDUĞU İÇİN İŞTEN ATILAN HASTA BİLE VAR''
Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Dermatoloji Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Nilser İlter de her bebeğin yüzde 2 oranında bu hastalığı geliştirme riskiyle doğduğunu aktararak, hastalığın çok geniş bir yaş grubunu içerdiğini, en geç vakanın 108 yaşında bir kişide görüldüğünü söyledi.
Anne ve babası bu hastalığa sahip bir çocuğun sedef hastalığına yakalanma oranının yüzde 41 olduğunu belirten Prof. Dr. İlter, ''Bu, klinik olarak yaşamı çok ciddi etkileyen bir hastalık. Çünkü görsel olarak çok önemli ve vücudun görülen yerlerinde tutunabiliyor'' dedi.
Prof. Dr. İlter, özellikle saçlı deri, diz, dirsek ve kalça bölgesinde tutunan hastalığın bazı türlerinin el ve ayakta görüldüğünü, tüm vücudu kaplayan çeşitlerine de rastlanabildiğini dile getirerek, ''Maalesef başladığında bu hastalığı tamamen yok etmek mümkün değil. Ancak dönem dönem kontrol altına alınabiliyor. Ama hastalık yapan faktör, sürekli devam ediyor ve hayat boyu alevlenme riski bulunuyor'' diye konuştu.
Hastaların en yakındığı konunun, bulaşıcı olduğu düşüncesiyle kendilerine gösterilen tavır olduğunu ifade eden İlter, ''Psoriazis olduğu için işten atılan hasta bile var. Hastalık, el bölgesinde olduğunda, sıklıkla el sıkmaktan kaçınıyorlar, kendilerine güvenlerini yitiriyorlar. Psoriazis hastasının elini sıkmaktan kaçındığınızda, her an kendinizin de hayatınızın bir döneminde bu hastalığa yakalanabileceğinizi hatırlamanız lazım'' dedi.
''ÜMİTSİZLİĞE KAPILMADAN HEKİME BAŞVURUN''
Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Dermatoloji Ana Bilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Sibel Alper de erken tanı ve tedavinin, tüm hastalıklarda olduğu gibi bu hastalıkta da büyük önem taşıdığını belirtti.
Hastalık ölümcül olmasa bile, görünür olduğu için hastaların yaşam kalitesini olumsuz etkilediğini dile getiren Alper, şunları kaydetti:
''Halk arasında 'bunun çaresi yok' deniyor. Ama aslında tedaviyle lezyonlar tamamen silinebiliyor. Ve tedaviler sanıldığı kadar maliyeti yüksek değil. Tek sıkıntımız nüksü (tekrarı) önleyecek bir tedavinin olmaması. Onun için de lezyonları geçen hastalarımıza tedbirleri açıklıyoruz. Tanıyı alınca ümitsizliğe kapılmadan hekime başvurmak lazım. Evet, kronik, zor bir hastalık, ömür boyu sürüyor. Ama aynı zamanda yapılabilecek de çok şeyi olan bir hastalık.''