İlişkili Haberler
İnsan sindirim sisteminin en önemli organlarından biri olan bağırsaklar, sindirim üzerinde önemli işlevleri bulunan yararlı bakterilerin oluşturduğu bir topluluğu (mikrobiyota) barındırıyor. Bağırsak mikrobiyotası olarak da adlandırılan bu topluluk, tüm sindirim sisteminde çeşitli oranlarda yer alarak vücudun günlük fonksiyonlarının yerine getirilebilmesine yardımcı oluyor.
Mikrobiyota içerisinde yer alan mikroskobik canlıların sayısının azalması veya zararlı mikroorganizmaların çoğalmasına bağlı olarak mikrobiyotanın baskılanması, çeşitli hastalıkları da beraberinde getiriyor.
Çeşitli nedenlere bağlı olarak mikrobiyota içerisinde yer alan yararlı bakterilerin azalması ya da zararlı bakterilerin çoğalması mikrobiyota hastalığı veya disbiyozis olarak adlandırılıyor.
Disbiyozisin, mikrobiyotanın yerine getirilmesine yardımcı olduğu günlük fonksiyonların önünde engel teşkil edeceğinden pek çok sorunu da beraberinde getirdiğini aktaran Enfeksiyon Hastalıkları Uzmanı Dr. Öğr. Üyesi Cengiz Uzun, disbiyozis ile ilgili şu bilgileri verdi:
"Disbiyozise bağlı olarak, sindirim sistemine ilişkin bozukluklar, vitamin sentezi ve emiliminin aksaması, ilaç metabolizmasına ilişkin bozukluklar, bağışıklık sisteminin zayıflaması, dopamin ve serotonin gibi nörokimyasal maddelerin sentezinde aksaklıklar, kronik ve otoimmün hastalıklara yakalanma olasılığının artması, ağır metallerin vücuttan uzaklaştırılmasının güçleşmesi ve daha birçok ciddi sağlık sorunu görülebiliyor.
“MİKROBİYOTANIN ZARAR GÖRMESİNİN FARKLI NEDENLERİ OLABİLİYOR”
Son yıllarda yapılan araştırmalara bakıldığında, mikrobiyotanın sağlık üzerinde sanıldığından çok daha büyük ve önemli etkilerinin olduğu ve birçok hastalığın gelişiminde disbiyozisin etkili olabileceği üzerinde durulduğu görülüyor. Alerji, astım, sindirim sorunları, inflamatuar bağırsak hastalıkları, obezite, diyabet, migren, otizm, Alzheimer, Parkinson ve hatta diş eti hastalıkları gibi pek çok farklı hastalık grubunun gelişiminde disbiyozis rol oynayabiliyor. Mikrobiyotanın zarar görmesinin farklı nedenleri olabiliyor.
En yaygın nedenler arasında uzun süreli, sık veya bilinçsiz şekilde antibiyotik kullanmak, sezaryen doğum, aşırı miktarda doymuş yağ tüketimi, steroid içerikli ilaçların ve mide koruyucuların uzun süreli kullanımı, lif içeriği düşük ve sağlıksız beslenme alışkanlığı yer alıyor. Aynı zamanda stresin de mikrobiyota üzerinde zararlı etkileri olduğu biliniyor."
MİKROBİYOTANIN KORUNMASI VE GELİŞTİRİLMESİ İÇİN NELER YAPILABİLİR?
Dr. Uzun, mikrobiyotanın korunması, geliştirilmesi ve disbiyozisin önlenebilmesi için öncelikle sağlıklı ve dengeli bir beslenme planı oluşturulması gerektiğini belirterek, "Diyette meyve, sebze, kuru baklagiller ve tam tahıllar gibi lif kaynağı besinlere yeteri kadar yer verilmeli, yoğurt, ayran ve kefir gibi probiyotik besinler yeterli sıklıkta tüketilmeli. Buna ek olarak rafine şeker ve hazır gıdalardan uzak durulmalı, doğal ürünlere erişmeye ve bunları tüketmeye mümkün olduğunca gayret edilmeli. Ciddi sindirim sorunları yaşayan bireylerde veya bağışıklık sistemi yetersiz olan, herhangi bir kronik hastalık nedeniyle lifli beslenemeyen bireylerde probiyotik takviyelerine başvurulabilir." değerlendirmesinde bulundu.
Probiyotik takviyesine başlama konusunda mutlaka hekime danışılması gerektiğini belirten Uzun, yaşam boyu mikrobiyotayı korumanın ise dünya üzerinde yaygın görülen pek çok hastalığa karşı önemli bir koruma sağladığını kaydetti.
VİDEO: BEYİN-BAĞIRSAK İLİŞKİSİ (08.05.2019)