İlişkili Haberler
Kanser dünyada ve ülkemizde en sık görülen hastalıklar sıralamasında 3. ve ölüm nedenleri arasında 2. sırada yer alıyor. Dünyada her yıl 14 milyon insan kanser tanısı alıyor, ülkemizde de her yıl yaklaşık 150 bin yeni kanser olgusu teşhis ediliyor. Yüreklere su serpen haber ise kanser tedavisinde atılan dev adımlar sayesinde vücuda yayılmış ileri evre kanserlerde dahi, henüz birkaç yıl öncesine dek hayal bile edilemeyen başarılı sonuçlara ulaşılması ve hastaların yaşam konforunu bozmadan sağ kalım sürelerinin uzatılabilmesi. Kanser tedavisinde tıp dünyasının bakış açısını kökten değiştiren ve son yıllara damgasını vuran en önemli gelişme ise ‘sihirli mermiler’ olarak adlandırılan ‘immunoterapi’ tedavisi.
Acıbadem Maslak Hastanesi Tıbbi Onkoloji Uzmanı Prof. Dr. Gökhan Demir, kemoterapiden farklı olarak tümörü değil bağışıklık sistemini hedef alan immünoterapide oldukça başarılı sonuçlar alındığına dikkat çekerek, “İmmünoterapinin onkoloji alanına sağladığı en önemli katkı, tedavi edilemeyen bazı kanser türlerinde bile tam şifa sağlayabilmesi. Örneğin metastatik akciğer, kolon ve mide kanserleri tam tedavi edilemez hastalıklardı. Elbette ki tümü değil ama bu kanser türlerinde belli genetik bozukluğu olan hastalarda mucizevi sonuçlar görmek bizi çok heyecanlandırıyor. Yakın bir gelecekte immünoterapinin de tüm onkolojik tedavilerin olmazsa olmazı olarak yerini alacağını düşünüyoruz” diyor.
Kanserde en ağır tedavi yöntemi olan kemoterapinin pek çok kanser türünde tek tedavi seçeneği olduğu çağın artık kapandığını söyleyen Dr. Demir, günümüzde hedefe yönelik tedaviler, biyolojik tedaviler ve immünoterapiler gibi yöntemler sayesinde tedavisi mümkün olmayan kanserlerin bile yıllarca kontrol altında tutulabildiğine dikkat çekiyor.
Acıbadem Maslak Hastanesi Tıbbi Onkoloji Uzmanı Prof. Dr. Gökhan Demir, kemoterapiden farklı olarak tümörü değil bağışıklık sistemini hedef alan immünoterapide oldukça başarılı sonuçlar alındığına dikkat çekerek, “İmmünoterapinin onkoloji alanına sağladığı en önemli katkı, tedavi edilemeyen bazı kanser türlerinde bile tam şifa sağlayabilmesi. Örneğin metastatik akciğer, kolon ve mide kanserleri tam tedavi edilemez hastalıklardı. Elbette ki tümü değil ama bu kanser türlerinde belli genetik bozukluğu olan hastalarda mucizevi sonuçlar görmek bizi çok heyecanlandırıyor. Yakın bir gelecekte immünoterapinin de tüm onkolojik tedavilerin olmazsa olmazı olarak yerini alacağını düşünüyoruz” diyor.
Kanserde en ağır tedavi yöntemi olan kemoterapinin pek çok kanser türünde tek tedavi seçeneği olduğu çağın artık kapandığını söyleyen Dr. Demir, günümüzde hedefe yönelik tedaviler, biyolojik tedaviler ve immünoterapiler gibi yöntemler sayesinde tedavisi mümkün olmayan kanserlerin bile yıllarca kontrol altında tutulabildiğine dikkat çekiyor.
VÜCUDUN BAĞIŞIKLIK SİSTEMİNİ UYARIYOR
Bağışıklık sisteminin temel görevi, kendinden olan ve kendinden olmayanı ayırt ederek, yabancı ve zararlı etkenleri yok etmek. Bağışıklık sistemi çoğu zaman kanserli hücreleri belirleyip, saldırı mekanizmasıyla bu hücrelerin gelişimini engelliyor. Tıbbi Onkoloji Uzmanı, bazı durumlarda çeşitli kanser türlerinin vücudun savunma mekanizmasını devre dışı bıraktığını belirterek, “Böylece hiçbir savunma mekanizmasıyla karşılaşmayan kanserli hücreler kontrolsüzce çoğalıyor ve daha büyük bir alana yayılıyorlar” diye konuşuyor.
Onkolojik tedavilerde son yıllarda atılan en büyük adım olarak nitelendirilen immünoterapi yöntemi vücudun bağışıklık sistemini kanserli hücrelere karşı daha etkili ve daha güçlü saldırılar yapacak şekilde güçlendirerek bu hücrelerin büyümesini ve yayılmasını durdurmayı veya hücrelerin tamamen ortadan kaldırılmasını hedefliyor.
KANSERLE SAVAŞTA DÖNÜM NOKTASI OLDU!
İmmünoterapi aslında tıp dünyasının 70’li yıllardan bu yana bildiği bir tedavi yaklaşımı. İlk olarak geliştirilen sitokinler ile interferonlar gibi bağışıklık sistemini uyaran ajanlar tıp dünyasında büyük heyecan yaratmıştı. Ancak bu ajanlarla bağışıklık sistemi uyarılmasına ve aktive edilmesine rağmen kanser hücrelerini düşman gibi görmüyor, bu nedenle yeterli mücadeleyi veremiyordu. Dolayısıyla bu ilaçların kullanımları malign melanom ve böbrek hücreli karsinom gibi bazı kanser türleri ile sınırlı kaldı. Ancak tıp dünyası pes etmedi ve kanserin bağışıklık sistemini nasıl atlatmayı başardığını anlamak için çalışmalara devam etti. Bu çalışmalarda, vücudun kendisine hasar vermeden kanser hücrelerini ortadan kaldırma sürecinde, bağışıklık sistemi elemanları arasında çok karmaşık bir etkileşim olduğu; bu etkileşimin pek çok düzeyde farklı şekillerde denetlendiği anlaşıldı.
Prof. Demir, bu çalışmalarda elde edilen bilgilerin kanser tedavisinde çığır açtığını belirterek sözlerine şöyle devam etti:
“Bugün artık biliyoruz ki kansere karşı saldırıda etkin olan T lenfositlerin, kanserli hücreyi yok edip etmeyeceği, “immun kontrol noktaları” olarak adlandırılan hücre yüzeyi moleküllerinin etkileşimlerine göre belirleniyor. CTLA-4, PD-1, PD-L1 başta olmak üzere onlarca immün kontrol noktası molekülü tanımlandı. Bu moleküllerden bazıları “kanserli hücreyi öldür”, bazıları “saldırıyı frenle ve durdur” mesajı iletiyor. T hücresi aktive olmuş dahi olsa, kanserli hücreden saldırısını frenleme yönünde bir sinyal alırsa, kanserli hücreyi öldürmüyor ve geri çekiliyor. İşte bu mekanizmanın anlaşılması kanser tedavisinde çığır açan bir gelişme oldu. Bu bilgi sayesinde frenlenmeyi ortadan kaldıran ve “immun kontrol noktası inhibitörleri” olarak isimlendirilen ilaçların geliştirilmesinin önü açıldı. İlaçlar birbiri ardına farklı kanserlerde, önce ileri evre daha sonra erken evre kanserlerin tedavisinde üstün sonuçlara ulaşılmasını sağladı. Bu ilaçların kullanılmaya başlanması kanserle savaşta bir dönüm noktası oldu.
Bağışıklık sisteminin temel görevi, kendinden olan ve kendinden olmayanı ayırt ederek, yabancı ve zararlı etkenleri yok etmek. Bağışıklık sistemi çoğu zaman kanserli hücreleri belirleyip, saldırı mekanizmasıyla bu hücrelerin gelişimini engelliyor. Tıbbi Onkoloji Uzmanı, bazı durumlarda çeşitli kanser türlerinin vücudun savunma mekanizmasını devre dışı bıraktığını belirterek, “Böylece hiçbir savunma mekanizmasıyla karşılaşmayan kanserli hücreler kontrolsüzce çoğalıyor ve daha büyük bir alana yayılıyorlar” diye konuşuyor.
Onkolojik tedavilerde son yıllarda atılan en büyük adım olarak nitelendirilen immünoterapi yöntemi vücudun bağışıklık sistemini kanserli hücrelere karşı daha etkili ve daha güçlü saldırılar yapacak şekilde güçlendirerek bu hücrelerin büyümesini ve yayılmasını durdurmayı veya hücrelerin tamamen ortadan kaldırılmasını hedefliyor.
KANSERLE SAVAŞTA DÖNÜM NOKTASI OLDU!
İmmünoterapi aslında tıp dünyasının 70’li yıllardan bu yana bildiği bir tedavi yaklaşımı. İlk olarak geliştirilen sitokinler ile interferonlar gibi bağışıklık sistemini uyaran ajanlar tıp dünyasında büyük heyecan yaratmıştı. Ancak bu ajanlarla bağışıklık sistemi uyarılmasına ve aktive edilmesine rağmen kanser hücrelerini düşman gibi görmüyor, bu nedenle yeterli mücadeleyi veremiyordu. Dolayısıyla bu ilaçların kullanımları malign melanom ve böbrek hücreli karsinom gibi bazı kanser türleri ile sınırlı kaldı. Ancak tıp dünyası pes etmedi ve kanserin bağışıklık sistemini nasıl atlatmayı başardığını anlamak için çalışmalara devam etti. Bu çalışmalarda, vücudun kendisine hasar vermeden kanser hücrelerini ortadan kaldırma sürecinde, bağışıklık sistemi elemanları arasında çok karmaşık bir etkileşim olduğu; bu etkileşimin pek çok düzeyde farklı şekillerde denetlendiği anlaşıldı.
Prof. Demir, bu çalışmalarda elde edilen bilgilerin kanser tedavisinde çığır açtığını belirterek sözlerine şöyle devam etti:
“Bugün artık biliyoruz ki kansere karşı saldırıda etkin olan T lenfositlerin, kanserli hücreyi yok edip etmeyeceği, “immun kontrol noktaları” olarak adlandırılan hücre yüzeyi moleküllerinin etkileşimlerine göre belirleniyor. CTLA-4, PD-1, PD-L1 başta olmak üzere onlarca immün kontrol noktası molekülü tanımlandı. Bu moleküllerden bazıları “kanserli hücreyi öldür”, bazıları “saldırıyı frenle ve durdur” mesajı iletiyor. T hücresi aktive olmuş dahi olsa, kanserli hücreden saldırısını frenleme yönünde bir sinyal alırsa, kanserli hücreyi öldürmüyor ve geri çekiliyor. İşte bu mekanizmanın anlaşılması kanser tedavisinde çığır açan bir gelişme oldu. Bu bilgi sayesinde frenlenmeyi ortadan kaldıran ve “immun kontrol noktası inhibitörleri” olarak isimlendirilen ilaçların geliştirilmesinin önü açıldı. İlaçlar birbiri ardına farklı kanserlerde, önce ileri evre daha sonra erken evre kanserlerin tedavisinde üstün sonuçlara ulaşılmasını sağladı. Bu ilaçların kullanılmaya başlanması kanserle savaşta bir dönüm noktası oldu.
“BAZI KANSER TÜRLERINDE TAM ŞİFA SAĞLIYOR”
Üretilen yeni kuşak immunoterapi ilaçları ile günümüzde küçük hücreli ve küçük hücre dışı akciğer, baş-boyun, melanom, böbrek, mesane kanserlerinde, meme ile kolon kanserlerinin bazı alt gruplarında önemli başarılar sağlanıyor. Tıbbi Onkolog Demir, bugün özellikle melanom ve akciğer kanserlerinin bazı türlerinde kemoterapi kullanmadan, sadece bağışıklık sistemini uyaran immünoterapilerle ileri evre hastalıkta bile tam şifa sağlanabildiğine işaret ediyor.
YAN ETKİLERDE İMMÜNOTERAPİ AVANTAJI
Yeni kuşak immünoterapi ilaçlarının yan etkilerinin geleneksel kemoterapilere göre çok daha az ve yönetilebilir olduğunu vurgulayan Prof. Demir, “Bu yöntemde kemoterapide gelişen saç dökülmesi, mide bulantısı ve kusma gibi yaşam kalitesini ciddi şekilde düşüren sorunlar yaşanmıyor. İmmunoterapi ile en sık halsizlik, ishal ve ateş gibi yan etkiler görülüyor. Tiroit, hepatit, pankreatit, konjunktivit (gözdeki konjonktiva tabakasının iltihaplanması), hipofizit (hipofiz bezinin iltihaplanması) ve artrit gibi otoimmun reaksiyonlar olabiliyor, ancak bunlar oldukça nadir görülüyor. Tüm bu etkiler de ilaç tedavileriyle çoğunlukla kontrol altına alınabiliyor” ifadelerini kullanıyor.
VİDEO: KORKUTAN KANSER SENARYOSU
Üretilen yeni kuşak immunoterapi ilaçları ile günümüzde küçük hücreli ve küçük hücre dışı akciğer, baş-boyun, melanom, böbrek, mesane kanserlerinde, meme ile kolon kanserlerinin bazı alt gruplarında önemli başarılar sağlanıyor. Tıbbi Onkolog Demir, bugün özellikle melanom ve akciğer kanserlerinin bazı türlerinde kemoterapi kullanmadan, sadece bağışıklık sistemini uyaran immünoterapilerle ileri evre hastalıkta bile tam şifa sağlanabildiğine işaret ediyor.
YAN ETKİLERDE İMMÜNOTERAPİ AVANTAJI
Yeni kuşak immünoterapi ilaçlarının yan etkilerinin geleneksel kemoterapilere göre çok daha az ve yönetilebilir olduğunu vurgulayan Prof. Demir, “Bu yöntemde kemoterapide gelişen saç dökülmesi, mide bulantısı ve kusma gibi yaşam kalitesini ciddi şekilde düşüren sorunlar yaşanmıyor. İmmunoterapi ile en sık halsizlik, ishal ve ateş gibi yan etkiler görülüyor. Tiroit, hepatit, pankreatit, konjunktivit (gözdeki konjonktiva tabakasının iltihaplanması), hipofizit (hipofiz bezinin iltihaplanması) ve artrit gibi otoimmun reaksiyonlar olabiliyor, ancak bunlar oldukça nadir görülüyor. Tüm bu etkiler de ilaç tedavileriyle çoğunlukla kontrol altına alınabiliyor” ifadelerini kullanıyor.
VİDEO: KORKUTAN KANSER SENARYOSU