İlişkili Haberler
Disleksinin uzun soluklu etkilerinin olabileceğini ancak erken dönemde tanınıp uygun eğitsel desteği aldıklarında bu çocukların zorlukların üstesinden gelebileceğini vurgulayan İstanbul Gelişim Üniversitesi Psikoloji Bölümü öğretim üyesi Çocuk ve Ergen Psikiyatri Uzmanı Doç. Dr. Canan Tanıdır, disleksinin daha çok ilkokul çağlarında tanısı koyulabilen bir hastalık olduğunu söyledi.
Ailelerin hastalığı anlamada dikkat etmesi gereken noktalara değinen Tanıdır, “Okul öncesinde konuşma güçlüğü, büyük küçük gibi kavramların karıştırılması, el becerilerinde zorluklar gibi belirtilerin gözlemlenebileceğinden bahsetti. İlkokul çocuklarında ise, okumada zorluk, harfleri tanıyamama, birbirine benzeyen “b,d” gibi harfleri karıştırma, okuduğunu anlayamama olabilir. Okumayı yeni öğrenen çocuklarda da başlarda bu karıştırmalar olabilir ancak ilerleyen zamanlarda bu problemler devam ediyor mu ailelerin iyi gözlem yapması gerekmektedir” diye konuştu.
DİSLEKSİ ERKEKLERDE DAHA FAZLA GÖRÜLÜYOR
Dünya üzerinde yapılan çalışmalarda cinsiyet ayrımı yapılmaksızın disleksinin yüzde 5 oranında yani 20 çocukta 1 görüldüğünü söyleyen Tanıdır, hastalığın erkeklerde kızlara oranla 2 kat fazla görüldüğünü ifade etti.
Ailelerin belirtilerle karşılaştıklarında ilk olarak çocuk ve ergen psikiyatristine başvurması gerektiğinin altını çizen Psikiyatri Uzmanı, “İlk başvurunun bir hekime yapılması çok önemli. Psikologlar ve çocuk gelişimi uzmanları da bu konuyla ilgileniyorlar ancak tanılama için her zaman ilk olarak bir hekime başvurulması önemlidir. Çünkü belirtilerin altında yatan görme, işitme problemleri, nörolojik rahatsızlıklar olabilir. Bunlar önce öğrenme problemi olarak kendini gösterebilir. Organik nedenlerin dışlanması için çocuk ve ergen psikiyatri uzmanının değerlendirmesi ve ayırıcı tanıların yapılması gerekmektedir” dedi.
DEPRESYONA SEBEP OLUYOR
Disleksinin temel tedavisinin eğitsel tedavi olduğunu vurgulayan Tanıdır, hastaların okuma problemlerine ikincil olarak başka rahatsızlıklarla da karşılaşabileceğini söyleyerek şunları aktardı:
“Disleksi, depresyon, davranış problemleri, sinirlilik, öfke nöbetleri, okula gitmek istememe, okul fobisi gibi hastalıkları beraberinde getirebiliyor. Genelde bu çocuklar okumada zorlandıklarından, başarısız olduklarından ötürü özgüvenlerini yitirmeye başlıyorlar. Disleksi olan hastalarda zekâ problemi yok ancak okuyamadıkları için çevresi tarafından dalga konusu olabiliyorlar ve ebeveynleri de kızgın davranabiliyor. Bu durumda da kendilerine olan güveni kaybedip mutsuz çocuklar olabiliyorlar. Hastalığın farmakolojik tedavisi yok. Eşlik eden dikkat eksikliği gibi problemler varsa ilaç tedavisi devreye girebiliyor. Çocuğa özgün, zorlandığı alana yönelik eğitsel ve bireysel programlar verilmesi gereklidir.”
Doç. Dr. Tanıdır, disleksinin genetik yönü fazla olan bir hastalık olduğunu söyledi. Yapılan çalışmalarda aile öyküsünde disleksi olan başka bireylerin görüldüğünü söyleyen Tandır, “Ebeveynlerde disleksi varsa çocuklarında olma ihtimali de yüksek. Sadece genetik kaynaklı bir hastalık olduğunu söyleyemeyiz, çevresel faktörler de hastalığın ortaya çıkışında etkilidir” dedi.
“EBEVEYN VE ÖĞRETMENLER EN BASİT BAŞARIYI BİLE DESTEKLEMELİ”
Ebeveyn ve öğretmenlere disleksi olan çocuklarla karşılaştıklarında sabırlı ve destekleyici olmaları gerektiği tavsiyesinde bulunan Tanıdır, sözlerini şöyle tamamladı:
“Çocuğun en basit başarısı bile desteklenmelidir. Böylelikle çocuğun kendine olan özgüveni de yerine gelecektir. Ebeveynlerin ve öğretmenlerin çocukların bu zorluklarını erken dönemde fark etmesi ve problemler artmadan bireysel eğitim programlarıyla hemen desteklenmesi gerekmektedir. Bu süreçte ebeveynler profesyonel eğitimcilerden destek almalı ve sabırlı olmalıdır. Bu çocuklar okumada ve öğrenmede zorlandıklarından ebeveynleri ders çalıştırırken bazen kızabiliyorlar ve aşağılayıcı sözler söyleyebiliyorlar. Bunlar ebeveyn-çocuk ilişkisini bozabileceği gibi çocukta yetersizlik duygularını pekiştireceğinden kesinlikle yapılmaması gerekir. Bu çocukların her türlü çabasının ve zaman alsa bile tüm başarılarının desteklenmesi, çocuğun yapabileceğine inanmasının sağlaması gerekmektedir. Disleksi olan çocuklar zekâ problemleri olmadığı için normal sınıflarda eğitimlerini alıyorlar. Zorlandıkları ve okumaları geciktiğinde de sınıfta bırakılmıyorlar ve kaynaştırma öğrencisi olarak eğitimlerine devam ediyorlar. Bu çocukların sürekli desteklenmeleri gerekiyor. Öğretmenlerin de çocuğu ekstra cesaretlendirmesi çok önemli. Desteklenen çocuklar ileride hayata daha kolay adapte olabiliyorlar.”
Ailelerin hastalığı anlamada dikkat etmesi gereken noktalara değinen Tanıdır, “Okul öncesinde konuşma güçlüğü, büyük küçük gibi kavramların karıştırılması, el becerilerinde zorluklar gibi belirtilerin gözlemlenebileceğinden bahsetti. İlkokul çocuklarında ise, okumada zorluk, harfleri tanıyamama, birbirine benzeyen “b,d” gibi harfleri karıştırma, okuduğunu anlayamama olabilir. Okumayı yeni öğrenen çocuklarda da başlarda bu karıştırmalar olabilir ancak ilerleyen zamanlarda bu problemler devam ediyor mu ailelerin iyi gözlem yapması gerekmektedir” diye konuştu.
DİSLEKSİ ERKEKLERDE DAHA FAZLA GÖRÜLÜYOR
Dünya üzerinde yapılan çalışmalarda cinsiyet ayrımı yapılmaksızın disleksinin yüzde 5 oranında yani 20 çocukta 1 görüldüğünü söyleyen Tanıdır, hastalığın erkeklerde kızlara oranla 2 kat fazla görüldüğünü ifade etti.
Ailelerin belirtilerle karşılaştıklarında ilk olarak çocuk ve ergen psikiyatristine başvurması gerektiğinin altını çizen Psikiyatri Uzmanı, “İlk başvurunun bir hekime yapılması çok önemli. Psikologlar ve çocuk gelişimi uzmanları da bu konuyla ilgileniyorlar ancak tanılama için her zaman ilk olarak bir hekime başvurulması önemlidir. Çünkü belirtilerin altında yatan görme, işitme problemleri, nörolojik rahatsızlıklar olabilir. Bunlar önce öğrenme problemi olarak kendini gösterebilir. Organik nedenlerin dışlanması için çocuk ve ergen psikiyatri uzmanının değerlendirmesi ve ayırıcı tanıların yapılması gerekmektedir” dedi.
DEPRESYONA SEBEP OLUYOR
Disleksinin temel tedavisinin eğitsel tedavi olduğunu vurgulayan Tanıdır, hastaların okuma problemlerine ikincil olarak başka rahatsızlıklarla da karşılaşabileceğini söyleyerek şunları aktardı:
“Disleksi, depresyon, davranış problemleri, sinirlilik, öfke nöbetleri, okula gitmek istememe, okul fobisi gibi hastalıkları beraberinde getirebiliyor. Genelde bu çocuklar okumada zorlandıklarından, başarısız olduklarından ötürü özgüvenlerini yitirmeye başlıyorlar. Disleksi olan hastalarda zekâ problemi yok ancak okuyamadıkları için çevresi tarafından dalga konusu olabiliyorlar ve ebeveynleri de kızgın davranabiliyor. Bu durumda da kendilerine olan güveni kaybedip mutsuz çocuklar olabiliyorlar. Hastalığın farmakolojik tedavisi yok. Eşlik eden dikkat eksikliği gibi problemler varsa ilaç tedavisi devreye girebiliyor. Çocuğa özgün, zorlandığı alana yönelik eğitsel ve bireysel programlar verilmesi gereklidir.”
Doç. Dr. Tanıdır, disleksinin genetik yönü fazla olan bir hastalık olduğunu söyledi. Yapılan çalışmalarda aile öyküsünde disleksi olan başka bireylerin görüldüğünü söyleyen Tandır, “Ebeveynlerde disleksi varsa çocuklarında olma ihtimali de yüksek. Sadece genetik kaynaklı bir hastalık olduğunu söyleyemeyiz, çevresel faktörler de hastalığın ortaya çıkışında etkilidir” dedi.
“EBEVEYN VE ÖĞRETMENLER EN BASİT BAŞARIYI BİLE DESTEKLEMELİ”
Ebeveyn ve öğretmenlere disleksi olan çocuklarla karşılaştıklarında sabırlı ve destekleyici olmaları gerektiği tavsiyesinde bulunan Tanıdır, sözlerini şöyle tamamladı:
“Çocuğun en basit başarısı bile desteklenmelidir. Böylelikle çocuğun kendine olan özgüveni de yerine gelecektir. Ebeveynlerin ve öğretmenlerin çocukların bu zorluklarını erken dönemde fark etmesi ve problemler artmadan bireysel eğitim programlarıyla hemen desteklenmesi gerekmektedir. Bu süreçte ebeveynler profesyonel eğitimcilerden destek almalı ve sabırlı olmalıdır. Bu çocuklar okumada ve öğrenmede zorlandıklarından ebeveynleri ders çalıştırırken bazen kızabiliyorlar ve aşağılayıcı sözler söyleyebiliyorlar. Bunlar ebeveyn-çocuk ilişkisini bozabileceği gibi çocukta yetersizlik duygularını pekiştireceğinden kesinlikle yapılmaması gerekir. Bu çocukların her türlü çabasının ve zaman alsa bile tüm başarılarının desteklenmesi, çocuğun yapabileceğine inanmasının sağlaması gerekmektedir. Disleksi olan çocuklar zekâ problemleri olmadığı için normal sınıflarda eğitimlerini alıyorlar. Zorlandıkları ve okumaları geciktiğinde de sınıfta bırakılmıyorlar ve kaynaştırma öğrencisi olarak eğitimlerine devam ediyorlar. Bu çocukların sürekli desteklenmeleri gerekiyor. Öğretmenlerin de çocuğu ekstra cesaretlendirmesi çok önemli. Desteklenen çocuklar ileride hayata daha kolay adapte olabiliyorlar.”