Beyin ve Sinir Cerrahisi Uzmanı Doç. Dr. Alper Karaoğlan’a göre, hareketsiz yaşamın neden olduğu hastalıklardan biri de bel fıtığı, üstelik görülme sıklığı hızla artıyor: “Spor yapmadığımız, uzun süre aynı pozisyonda çalıştığımız bir günlük yaşam omurgamızı daha nazik hale getiriyor. Bana hep ‘niye bu kadar çok bel fıtığı var?’ şeklinde yöneltilen sorunun cevabı kısmen buradadır. Bir diğer sebep ise artık Manyetik Rezonans (MR) görüntüleme yöntemlerinin çok daha sık kullanılması ve eskiye oranla tanı konulmayan hastaların iyice azalması.”
“ÖNCE ZARAR VERME!”
Bel fıtığı tedavisinde pek çok branşın ortaya koyduğu çözümler bulunduğunu belirten ve “Hatta ülkemizde bilimsel olmayan uygulamaların da popüler olduğunu söylemek mümkün” diyen Karaoğlan, bilimsellikten uzak yöntemlerin hastada geri dönüşü olmayan hasarlara yol açabileceği uyarısında bulunarak tıbbın önemli meslek ilkelerinden birini hatırlatıyor:
“Bizim mesleğimiz, Hipokrat’ın deyişiyle “primum non nocere”, anlamı “önce zarar verme” demek olan temel bir ilkeye dayanır. Hastalarımızı ameliyat ederken bir yandan kaçınmamız gereken, tehlike oluşturabilecek durumları tespit etmekle uğraşırız. Yine de, yaptığımız girişimler belli düzeylerde riskler taşır. Cerrahi müdahalelerin kanama, enfeksiyon, sinir yaralanması gibi olası sonuçlarının hastaları tedirgin ettiğine ve bu yüzden tedavinin reddine sıklıkla rastlıyoruz. Bu yüzden, bazen cerrah için bile korkutucu hale gelen özellikleri içermeyen girişimsel yöntemleri geliştirmek durumundayız.”
RİSKİ EN AZ OLAN YÖNTEMLER TERCİH EDİLİYOR
Hastalıkta en çok tercih edilen ve dünya genelinde altın standart olarak kabul gören yöntemin mikrodiskektomi, yani mikroskop eşliğinde yapılan ameliyatla bel fıtığının temizlenmesi olduğunu belirten Doç. Dr. Karaoğlan, bunun iyi bir teknik olmakla beraber bazı riskler taşıdığını söylüyor.
Minimal invaziv ifadesi, bir girişimin varlığını, fakat bunun vücuda en az zararla uygulandığını tarif eder.
Bel fıtıklarında minimal invaziv yöntemlerin, mikroskopla yapılan ameliyatların aksine doğal anatomik boşluklar kullanılarak gerçekleştirildiğini aktaran Karaoğlan, “Uzun zamandır kullandığımız endoskopik girişimler, nükleotomi, nükleoplasti, lazer ve radyofrekans gibi teknikler bu prensibe dayanır. Buradaki amaç vücudun bütünlüğünü az etkileyen, komplikasyon oranı en düşük işlemi yapmaktır” diyor.
GELECEĞİN BEL FITIĞI TEDAVİSİ: LAZERLİ EPİDUROSKOPİ
Her iki uzmana göre de minimal invaziv yöntemler arasında en yeni ve gelişmiş seçenek; lazerli epiduroskopi.
Yrd. Doç. Dr. Hakan Erdoğan, yöntemin özelliklerini şöyle anlatıyor: “Epiduroskopun ucunda mikro-kamera, lazer portu ve enjeksiyon portu mevcuttur. Fleksible, yani ucu her yöne kıvrılabilen fiberoptik epiduroskop ile anatomik yapılar ayrıntılı olarak görüntülenerek video-kamera sistemi ile değerlendirilir, fıtıklara lazer uygulanarak, onların küçülmeleri sağlanır, yapışıklıkların mekanik olarak temizlenmesi sağlanır, sinir sıkışmaları düzeltilir ve ilaç enjeksiyonları yapılarak dokuların fizyolojik sağlıklarına tam olarak kavuşmaları sağlanır.”
Epiduroskopi, kuyruk sokumundan bir kateter ile girilerek bel fıtıklarına ve sinir sıkışmalarına müdahale etmeyi sağlayan bir yöntem.
Epiduroskopi 3 mm boyunda çok küçük bir açıklıktan girilerek uygulanıyor ve yara, dikiş, pansuman gibi durumlar söz konusu olmuyor. Lokal anestezi altında hasta uyanıkken yapılan yöntemin sağladığı avantajlar hakkında Doç. Karaoğlan’ın tespitleri şöyle:
“Sadece bir girişimle bütün bel bölgesine, bu bölgedeki tüm fıtıklara müdahale edilebilir. Kemik yapılar ve kaslar etkilenmezler ve zarar görmezler. Kısa süreli bir yöntemdir ve yaklaşık 30 dakika sürer. Yalnızca fleksible fiberoptik endoskop kullanıldığı için sinir ve damar yaralanma riski yok denecek kadar düşüktür. Girişimden 4 saat sonra hasta yürüyebilir ve günlük yaşamına dönebilir. Epiduroskopi, fizik tedavi uygulamaları ve ilaçlardan fayda görmeyen hastalar için en son geliştirilen ve en ideal yöntem olarak düşünülmektedir.”
Beyin ve Sinir Cerrahisi Uzmanı Doç. Dr. Alper Karaoğlan, daha önce bel bölgesinden ameliyat olmuş ancak şikayetleri geçmemiş ya da yeterince azalmamış hastaların da bu yöntemden çok yarar gördüklerini sözlerine ekliyor.