Doğaya kaçış hikayeleri: Şehir hayatını terk eden veteriner, köyünde badem yetiştirmeye başladı
Kocaeli'nin Gölcük ilçesinde bir süre veteriner hekimlik yaptıktan sonra mesleğini bırakarak memleketi Adıyaman'ın Besni ilçesine yerleşen Numan Sunar, ziraat yüksek mühendisi eşi Rabia Sunar ile birlikte badem yetiştiriyor.
Haberler İHA, Anadolu Ajansı, DHA 03.05.2021 - 10:36 Son Güncelleme : 24.09.2021 - 17:22
-
Şehir hayatından sıkılan ve 20 yıl önce Besni'nin Konuklu köyüne yerleşen Numan Sunar, ailesine ait 800 dönümlük taş, kaya ve engebeli araziyi iş makineleriyle temizleterek tarıma elverişli hale getirdi.
-
-
Arazinin yaklaşık 400 dönümlük kısmına badem ağacı diken Sunar ve eşi, yılda 100 ton badem üreterek ülke ekonomisine katkıda bulunmanın mutluluğunu yaşıyor.
-
Sunar, 1986 yılında Besni'den Kocaeli'nin Gölcük ilçesine taşındıklarını, lise sonrasında İstanbul Üniversitesi Veterinerlik Fakültesi'ni bitirdiğini söyledi.
Kocaeli'de veteriner hekim olarak çalışırken çiftlik kurma hayalini gerçekleştirmeye karar verdiği anlatan Sunar, "Tabiri caizse ceketimi aldım köyüme geldim" dedi.
-
-
Sunar, en büyük destekçisinin eşi olduğunu ifade etti. Sunar, "Eşim ziraat mühendisi, burada aile şirketi gibi çalışıyoruz. Bizim doğal danışmanlığımızı yapıyor, bana yardımcı oluyor, ilaç gübreleme ve sulama konusunda destekleri oluyor" dedi.
-
Rabia Sunar da iyi tarım uygulamalarıyla sağlıklı ürünler ürettiklerini dile getirdi.
Yaklaşık 12 bin yetişkin ağaçları bulunduğunu belirten Sunar, "Kadın girişimci olmak mutluluk verici. Her kadın başarır, özellikle cesaret çok önemli. Eğitim ve destek de olursa başaramayacakları bir şey yoktur. Bize desteklerini esirgemeyen Tarım ve Orman İl Müdürlüğü ile Sert Kabuklu Meyveler Araştırma Enstitüsü'ne teşekkür ederiz" diye konuştu.
-
-
Tarım ve Orman İl Müdürlüğünde görevli ziraat mühendisi Ali Yetkin de Adıyaman'da badem yetiştiriciliğine yoğun talep olduğunu söyledi.
Adıyaman'ın 2020 yılı verilerine göre Türkiye'de badem ekimi alanı bakımından birinci sırada yer aldığını ifade eden Yekin, "İlimizde 78 bin dekar alanda badem ekili. Üretim olarak ise 18 bin tonla ikinci sırada yer alıyoruz. Badem Adıyaman'da birçok ürüne alternatif ürün olarak yetiştirilmektedir. Verimi ve geliri yüksek olduğu için çiftçinin sevdiği bir üründür" dedi.
-
-
-
-
-
-
-
ŞEHİR HAYATINDAN KAÇAN MÜZİSYEN 6 YILDIR BURADA YAŞIYOR
Elazığlı piyanist şantör, Türkiye'nin farklı illerinde 30 yıl çalıştıktan sonra şehir hayatından uzaklaşıp, doğal yaşamı tercih etti.
Müzisyenliğin yanı sıra memleketi Elazığ'da 11 yıl bir müzik derneğinin başkanlığını yapan ve 4 sanat festivali düzenleyen Bal, 6 yıl önce şehir hayatının stresinden uzaklaşıp, doğa ile iç içe bir yaşam kurmaya karar verdi.
-
-
Merkeze bağlı Üçağaç köyü kırsalında ailesinden kalan boş araziye baraka kuran Bal, ilerleyen süreçte barakanın çevresinde kiler, ağıl, kümes yaptı, gölet oluşturdu.
-
Oturma alanları kazandırdığı barakanın çevresine gıda ihtiyacını karşılamak için sebze ve meyve ağaçları diken, et ve süt ihtiyacını karşılamak için tavuk, horoz, kaz ve keçi besleyen Bal, beslediği kedi ve köpekleri ile huzurlu bir yaşam sürüyor.
-
-
Bal, bununla da yetinmeyerek, haftanın 2-3 günü erzak çantasıyla gittiği dağlık arazide taştan ve ağaç dallarından yaptığı ilkel barınaklarda kamp yapıyor, doğada saz çalışıyor, türkü söylüyor.
-
Doğada geçirdiği zamanları cep telefonu kamerası ile kaydeden Bal'ın sosyal medyadan paylaştığı görüntüler doğaseverlerden ilgi görüyor.
-
-
"SON NEFESİME KADAR DOĞADA YAŞAYACAĞIM"
Bal, yıllar önce eşinden ayrıldığını, çocuklarının da kendi hayatını kurması üzerine 6 yıl önce şehir yaşamından uzaklaşmak istediğini söyledi.
Bunun için yaklaşık 40 yıl önce terk ettikleri köyüne dönerek, babasından kalan boş arazide kurduğu barakada yaşamaya başladığını dile getiren Bal, "Doğa ile iç içe yaşayabileceğim bir alan oluşturdum. Bu arada hayvanlarım oldu, kediler, köpekler, kazlar, at, tavuklar, bir iki tane keçim oldu. Kümes ve ağıl hayvanlarını etinden, sütünden ve yumurtasından faydalanmak için besliyorum. Doğal yaşamak, dışarıdan yiyecek almamak ve tamamen buradan hayatımı idame ettirebilmek için sebze ve meyve yetiştiriyorum. Sebze ve meyvelerden kışlık yiyecekler yapıp, derin dondurucuya koyup, kışın yiyorum" diye konuştu.
-
Doğada yeni yerler keşfetmek için kamp da yaptığını anlatan Bal, bundan sonra doğada edindiği tecrübelerle ülkeyi gezerek, farklı bölgelerde kamp kurmak istediğini belirtti.
-
-
Bal, şöyle devam etti:
"Doğa tecrübesi edimdim. İlkel barınaklarda kalıyorum, yemeğimi pişiriyorum. Gündüzleri ayrı gece ayrı bir güzelliği var doğanın. Ruhumu dinlendiriyorum. Son 6 yılım hayatımın dönüm noktası oldu. Bütün huzuru, mutluluğu son 6 yıldır yaşıyorum. Artık hiç bir şekilde şehre dönmek istemiyorum. Son nefesime kadar doğada yaşayacağım"
-
Doğada yaşamaya karar verdiği dönemde ailesinin ve yakın çevresinin buna karşı çıktığını anlatan Bal, 6 yılda doğa yaşamında geldiği aşamayı görenlerin ise artık kendisini takdir ettiğini aktardı.
Bal, "Beni görmeye gelen eş dost, arkadaşlarım, 'Ne yapıyorsun, böyle hayat olur mu, korkmuyor musun?' diyordu. Artık beni ziyarete gelenler yaşadığım hayata hevesleniyor" diye konuştu.
-
-
-
-
-
-
-
-
-
PANDEMİDE İSTANBUL'DAKİ İŞ YERLERİNİ KAPATIP DAĞA YERLEŞTİLER
İstanbul Eminönü'nde düğün ve eğlence sektörüne yönelik iş yerini kapatan Nilüfer Ayvacıklı ile inşaat sektöründe faaliyet gösteren eşi Muzaffer Ayvacıklı, corona virüs salgını nedeniyle şehirden uzaklaşıp, Tekirdağ'ın Uçmakdere bölgesindeki Ganos Dağı eteklerine yerleşti.
-
-
Burada römork üzerine inşa edilen mobil evde yaşamaya başlayan ve içini tamamen kendileri dekore eden çift, kent hayatından izole yaşam kurdu.
-
Su kaynağı bulan, elektrik ihtiyacını ise güneş panelleri ile karşılayan çift, tarım yaparak da yiyeceklerini sağlıyor.
-
-
"İSTANBUL İLE HİÇBİR BAĞIMIZ KALMADI"
Pandeminin başlamasıyla ilk 6 ay İstanbul'da yaşamak için çok direndiklerini söyleyen Nilüfer Ayvacıklı, sürecin devam etmesi ile sadece hafta sonları geldikleri dağ evine yerleşme kararı aldıklarını belirtti.
Ayvacıklı, "İşimizi kapattıktan 1 ay sonra evimizi kapattık. Dolayısıyla İstanbul'la hiçbir bağımız kalmadı, 1,5 senedir burada devam ediyoruz. Bu yapıyı ilk yaptığımızda suyumuz yoktu ve doğadan bulmak gerekiyordu. Köyden bidonlarla su taşıyorduk sonrasında eşim ve oğlum birlikte doğada yürüyerek bize bir kaynak buldular. O kaynaktan su getirdiler ve çok ciddi bir sorunumuzu hallettik" dedi.
-
"SIKILMAYA VAKTİMİZ OLMUYOR"
Elektrik problemini güneş panelleri ve jeneratör ile çözdüklerini söyleyen Nilüfer Ayvacıklı, emeklilik döneminde yapmak istediklerini pandemi sürecinde gerçekleştirdiklerini dile getirdi.
Ayvacıklı, "Pandemide şehirde olsaydık muhtemelen çok sıkıntılı vakitler geçirirdik ama burada çok keyifli vakit geçirdik. Tabi doğada yaşamanın zorlukları var. Kışın soba ile ısınıyoruz. Yazın ise klimaya ihtiyaç duyulmuyor çünkü çok esen bir bölge ve sürekli aktivite olan bir bölge. Bölgede yamaç paraşütü var. ATV ile safari, dağcılık, dalış var. Sıkılmaya bir vaktimiz yok çünkü hafta sonları burası gayet yoğun oluyor" diye konuştu.
-
-
Oğulları Ali Ateş'in ise doğa sporları yönünde kendisini geliştirdiğini aktaran Nilüfer Ayvacıklı, yamaç paraşütünde tek başına uçuş yapabildiğini ve Türkiye'nin en küçük pilotlarından olduğunu söyledi.
-
Oğullarının eğitimi konusunda da zorlanılmadığını, şehir merkezine araç ile rahatça ulaşım sağlanabildiğini anlatan Ayvacıklı, market ve pazar ihtiyaçları için 28 kilometre uzaklıktaki şehre gitmek yerine küçük çaplı tarımla ilgilenmeye başladıklarını kaydetti.
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
LÜKS HAYATINI BIRAKTI, HUZURU BAĞ EVİNDE BULDU
İstanbul'da bilişim hizmetleri sektöründe bir süre çalıştıktan sonra kendi firmasını kuran Ruhi Karagöz (40), şehir hayatının yorucu ve stresli yaşamından uzaklaşmak ve doğa ile iç içe olmak için ata toprağına memleketi Burdur'a döndü.
-
-
Ata toprağındaki bağ evinde yaşamaya karar veren Karagöz, dedesinden kalan üç dönümlük arazide vaktini 2 keçisi, bir köpeği ve sebze tarlasıyla ilgilenerek geçiriyor.
-
Bağ evinde huzurlu, stresten ve kalabalıktan uzak bir yaşam süren Karagöz, elektriğini güneş panelinden, suyunu ise çiftliğine kurduğu yağmur toplama sisteminden ve taşıma sudan sağlıyor.
Yaklaşık 2 yıl önce Burdur’a yerleşen Karagöz ilerleyen süreçte teknolojiyle tarım ve hayvancılığı birleştirerek akıllı bir çiftlik kurmayı hedefliyor.
-
-
Plaza hayatından ve büyük şehrin stresinden uzaklaşmak için Burdur’a dönmeye karar verdiğini ifade eden Ruhi Karagöz, elektriğini toprağa vermenin ve stresten uzaklaşmanın kendisine daha iyi geldiğini dile getirdi.
Ruhi Karagöz, “1981 yılında Burdur’da doğdum. İlk, orta ve lise öğrenimimi Burdur’da tamamladıktan sonra askerlik görevimi yaptım. Daha sonra İstanbul’da kurumsal firmalarda yönetici pozisyonunda iş hayatına atıldım. Yaklaşık 7 sene önce kendi bilişim firmamı kurdum. İşlerin yoğunluğundan, büyükşehrin stresinden, plaza hayatından, beyaz yaka hayatından kurtulmak için 2 sene önce memleketim Burdur’a dönmeye karar verdim. Burdur’da da atadan kalma bu topraklarda çiftçilik yapmaya karar verdim" diye konuştu.
-
İstanbul'daki kalabalık ve stresli büyükşehir hayatından uzaklaşıp, sevdiği doğa ortamıyla iç içe olmak istediğini belirten Karagöz sözlerine şöyle devam etti:
"Doğa sevgimin yanı sıra tarım ve hayvancılık da çocukluktan beri ilgi duyduğum bir alandı. Şimdi bu yaşıma kadar edindiğim tecrübelerle teknolojik tecrübelerle bunu küçük şehrin tarım ve hayvancılığıyla buluşturmak istiyorum. İstanbul’un güzel bir yerinde ofisim, evim, lüks arabalarım vardı. Fakat bunlar insanı bir yere kadar tatmin ediyordu. Küçük bir şehirde elektriğini toprağa vermek ve stresten uzaklaşmak bana daha iyi geliyor"
-
-
Çiftçiliği teknoloji ile birleştirmek isteyen Karagöz, "Fakat çiftçiliği, teknoloji ile birleştirmeye çalışarak ilerlemek istiyorum. Bir takım projelerim var. Teknolojiyi kullanarak bu projeleri hayata geçirmek istiyorum. Herhangi bir insan ve emek gücüne çok az bir ihtiyaç olarak teknolojiyi daha fazla ön plana çıkararak akıllı çiftlik kurmak istiyorum" dedi
-
"AKILLI ÜRETMEZSEK TÜKENİRİZ"
1 buçuk sene önce başladığı yağmur hasadı ile sebzelerini sulayan Karagöz, herkesin üretimi akıllıca yapması gerektiğine değindi.
Karagöz, "Burası göller bölgesi. Göller bölgesinde pek çok gölümüz vardı ben çocukken. Fakat bu göller zamanla yer altı su kaynaklarının azalmasıyla çekilmeye kurumaya başladı. Özellikle Burdur Gölü’nde de bunu görüyoruz. Fakat doğa ile mücadeleyi bir yere kadar yapabiliyoruz. Doğa bize yer altı su kaynaklarını kullanma göl kurur diyor. Ben de 1-1,5 sene bunu düşündüm ve faaliyete geçirdim. Burada yağmur sularını çatıda toplayıp yeraltında depoluyorum. Ve bu depoladığım sularla, yedek sularla biriktirip yazın bu suları sebzelerimle ve hayvanlarımla buluşturuyorum" diye konuştu
-
-
Bağ evinde elektriği olmadığını da belirten Karagöz, elektriği güneş enerjisi panelleriyle solar enerji ile akülere depolama yaparak sağladığını söyledi.
Karagöz, "Buzdolabım, akşam aydınlatmamı güneş enerjisiyle sağlıyorum. Bu sayede teknolojiyi buraya yavaş yavaş kaydırıp burada faaliyetlerimi ilerletmek istiyorum. Çünkü akıllı üretmezsek tükeniriz. Türk milleti olarak üretimi akıllıca yapmamız gerekiyor" dedi.
-
BEYAZ YAKALI YAŞAMINI BIRAKTI, ARADIĞI HUZURU VE MUTLULUĞU TOPRAKTA BULDU
Yurt dışında aldığı eğitimlerin ardından girdiği kurumsal hayatta istediğini bulamayan Merve Tüfekçi Emre, aradığı huzuru ve mutluluğu Şile'de kurduğu çiftlikte buldu.
İtalyan Lisesini bitirdikten sonra Paris ve New York'ta işletme eğitimi alan, Londra'da yüksek lisans yapan Emre, İstanbul'a döndüğünde kurumsal iletişim, satış ve pazarlama, müşteri hizmetleri ve mali işler gibi bölümlerde çalıştı.
Şile'ye 4 yıl önce yaptığı bir gezide gördüğü, içinden bir derenin geçtiği 50 dönümlük araziden çok etkilenen Emre, bu verimli topraklar üzerine Şifa Köy adını verdiği çiftliğini kurdu.
-
-
Çilekten, fasulyeye, salatalıktan elmaya, kara duttan, domatese kadar her türlü sebze ve meyveyi elleriyle yetiştiren Emre, eşi, 1 yaşındaki oğlu ve yardımcılarıyla, bu doğal ürünleri toplandıktan sonra en geç 24 saat içinde tüketiciye ulaştırıyor.
Aynı zamanda Şile'nin yeşilliklerinde doğal olarak beslenen keçi ile tavuklardan elde edilen süt ve yumurtalar da çiftliğin öne çıkan ürünleri arasında yer alıyor.
-
"BESİNLER, DÜŞÜNCELERİMİZİ, GÖRÜNTÜMÜZÜ, RUH VE BEDEN SAĞLIĞIMIZI ETKİLİYOR"
Şehirde doğup büyüyen Emre, beyaz yakalı bir yaşam tarzından sonra kendini ailesiyle toprağa adamasının hikayesini anlattı.
Bir gün Şile'de gezerken şu an Şifa Köyü'nü kurduğu toprakları görüp aşık olduğunu aktaran Emre, "Burada insanlığa hizmet edebilmek için organik tarım yapabilir, gerçek tohumlardan elde ettiğimiz gerçek gıdalarla sebze ve meyvelerle insanları besleyebilirim diye düşündüm. Benim işim insanlığa hizmet etmek. Bunu kendime misyon edindim, insanlara yardım etmekten çok mutlu oluyorum" diye konuştu.
-
-
Gerçek tohumun ve gerçek ürünün peşinde olduğunu vurgulayan Emre, "Ne ile beslendiğimiz çok önemli çünkü beslendiğimiz şeyler bizi biz yapıyor. Aslında bizi besleyen ürünler, düşüncelerimizi, görüntümüzü, ruh ve beden sağlığımızı yakından etkiliyor. O yüzden yediklerimizin doğal, gerçek olması çok önemli. Bu köyün havası, suyu, kuş sesleri bambaşka, çok bakir ve güzel bir yer. Çiftlikteki binalarda bile doğal olması için bölgenin toprak, ağaç ve taşından yapılıyor" dedi.
-
"YEDİĞİMİZ BİZİ ZEHİRLİYOR FARKINDA DEĞİLİZ"
Emre, özellikle ata tohumlarıyla üretim yaptıklarının altını çizerek, sözlerini şöyle sürdürdü:
"Ata tohumlarını yıllar içinde etraftaki köylerden topladık. Daha sonra elimizdeki ata tohumlarını diğer çiftçilerle takas ederek yeni tohumlar elde ettik. Her yıl ilaçlamadan kurutuyoruz, toprak yapıların içinde belli bir derecede muhafaza ediyoruz. Böylece nemlenmiyor ve canlı kalıyorlar. Her sene ektiğimiz üründen tekrar tohum alıyoruz ve böylece atalık tohumumuzu yaşatıp muhafaza ediyoruz"
Ata tohumlarını ilaçlama yapmadan böceklenmemesi için cam kavanozlarda sakladıklarını belirten Emre, bu tohumların en büyük mirasları olduğuna dikkat çekti.
Emre, "Maalesef ata tohumları artık yok olmaya yüz tuttu. Oysa bunlar, analarımızdan, atalarımızdan kalmış sandık altı yapılan tohumlar. Bunlar aslında milli servetimiz, en değerli varlığımız. Ata tohumları çocuklarımıza bıraktığımız en büyük miras" diye konuştu.
-
-
Nüfusun çoğalması nedeniyle ürünlerin yetmediğini belirten Emre, tohumların genetiğiyle oynandığına dikkat çekti.
Emre, "Tüketici daha irisini, daha parlağını veya daha büyüğünü aradığı için üreticide ona göre davranıyor. Oysa genetiği oynanan tohumlardan elde edilen sebze ve ya meyve aslında plastik gibi bir şeye dönüşüyor. Onu yiyen insanların da doğal olarak sağlığı bozuluyor. Yediğimiz bizi zehirliyor farkında değiliz" diye konuştu.
-
"OJELİ ELLERLE ÇAPA YAPIYORUM, OT YOLUYORUM"
Köy hayatında bakımından da taviz vermediğini ifade eden Emre, ojeli ellerle tarlayı çapaladığını, yaban otlarını temizlediğini, sebze ve meyveleri topladığını hatta hayvanları beslediğini anlattı.
Emre, toprakla haşır neşir olmanın kendisini özgürleştirdiğini vurgulayarak, şunları söyledi:
"Toprak, özgür kadın olmamı sağladı. Topraktan öğrendiğimiz ve öğreneceğimiz çok şey var. Toprak bizi kendi doğallığımızla buluşturuyor. Özümüze döndürüyor ve gerçekten toprak bize çok şey fısıldıyor. Toprağı ilaçlamadan, yormadan, öldürmeden yapılan her iş bereketiyle dönüyor"
-
-
"BALKONDA HATTA BİR SAKSIDA DA BİR ŞEYLER YETİŞTİREBİLİRSİNİZ"
Bir şeyler yetiştirmek için çok büyük arazilere ihtiyaç olmadığına dikkati çeken Emre, "Güneş gören bir balkonu olan herkes bu zevki tadabilir. 10 metre bir balkonumuzun ya da derince bir saksımızın olması bile bir şey yetiştirmek için yeter. Kimyasal gübre asla kullanmasınlar. Güneşte yanmış keçi gübresi ve fidemizin olması yeterli. Balkonda tarım anlamında, çiftliğimizde de eğitim veriyoruz. Su, gübre ve güneş bitkilerin büyümesi için yeterli" dedi.
-
Emre, sebze yetiştirmenin yanında hayvancılık da yaptıklarını belirterek, şunları kaydetti:
"Burası benim evim, her sene tarım alanımızı genişletiyoruz yeni ürünler ekiyoruz ve her ürün mevsiminde yetiştiriliyor. 27 keçimiz ve 300 tavuğumuz var. Tavuklarımız doğada gezerek organik besleniyorlar. Antibiyotik kullanmıyoruz. Keçilerimiz en taze filizleri yiyerek besleniyorlar. Bu yüzden keçi sütlerimiz de çok şifalı"
-
-
Ne yediğimizi sorgulamalıyız, nereden geliyor, kaynağı ne hangi tohumdan üretilmiş bunları bilmeliyiz diyen Emre sözlerine şöyle devam etti:
"Eğer imkanımız varsa 100 metre civarındaki çiftliklerden alışveriş yapmalıyız. Niçin gıdam bana yüzlerce kilometre uzaktan gelsin, onlarca insanın eli değsin, hallerde, pazarlarda beklesin? Bir yaşındaki oğlumu bu çiftlikten yetiştirdiğim sebze ve meyvelerle besliyor olmak beni çok mutlu ediyor onu gördükçe, 'iyi ki bu tarım işine girmişim' diyorum. İnsanları gerçek gıdalarla sağlıklı bir şekilde beslemek, onlara sağlık vermek beni mutlu ediyor"
-
-
-
-
'ROBİNSON ZİYA'NIN KEBAN BARAJI GÖLÜ'NDEKİ ADADA HUZURLU YAŞAMI
Tunceli'de yaşamının büyük bölümünü Keban Baraj Gölü'ndeki adada geçirdiği için roman kahramanı Robinson Crusoe'ya benzetilen Ziya Abay, 25 yıl önce trafik kazasında kaybettiği eşinin anısına binlerce ağaçla yeşillendirdiği Keban Baraj Gölü'ndeki adada, şehir stresinden uzakta doğayla iç içe yaşam sürüyor.
Kentin Pertek ilçesine bağlı Çakırbahçe köyünde doğan 83 yaşındaki Abay, Elazığ'daki amcasının yanında uzun yıllar ticaretle uğraştıktan sonra eşi ve 4 çocuğu ile Eskişehir'e göç etti.
-
-
Bu kentte açtığı antika dükkanıyla geçimini sağlayıp çocuklarını okutan Abay, 1995 yılında eşini trafik kazasında kaybetmesi üzerine aynı yıl memleketi Tunceli'ye döndü.
Keban Baraj Gölü'nde teknesiyle gezinti yaptığı sırada gördüğü adaya yerleşen Abay, hayatını kaybeden eşinin anısına, bu adaya meyve fidanları dikmeye başladı ve yıllar sonra ağaçların sayısı 4 bine ulaştı.
-
Doğa sevgisiyle kurak bir adayı kısa sürede diktiği ağaçlarla yeşillendiren Abay, şimdilerde ise ilerleyen yaşına rağmen masmavi suların ortasındaki adaya diktiği şeftali, nar, kayısı, armut, ceviz ve kiraz ağaçlarının bakım ve sulama işlemlerini özenle yapıyor.
-
-
Yaşamını genellikle adadaki kulübesinde geçirdiği için yöre sakinlerince, yaşamının bir kısmını ıssız bir adada geçiren roman kahramanı Robinson Crusoe'ya benzetilerek "Robinson Ziya" lakabıyla tanınan Abay, her sabah ilçe merkezindeki evinden ayrılarak söylediği türküler eşliğinde adanın yolunu tutuyor.
-
MAVİ SULARIN ORTASINDA ADAYA KEYİFLİ BİR YOLCULUK YAPIYOR
Yaklaşık 3 kilometrelik bir yürüyüşün ardından evinden baraj gölü kıyısına ulaşan Abay, burada teknesiyle mavi suların ortasında ve martıların cıvıltısı eşliğinde adasına doğru dümen kırıyor.
Baraj gölünde 10-15 dakikalık yolculuğun sonunda adasına kavuşan Abay, kulübesinde birkaç dakika dinlenip doğanın sesine kulak veriyor ya da eşine ait fotoğrafa bakarak geçmiş günleri yad ediyor.
-
-
İlerleyen yaşına rağmen çalışmaktan vazgeçmeyen Abay, 82 dönümlük ada üzerinde yetiştirdiği meyve ağaçlarını da su motoru yardımıyla ya da baraj gölünden kovayla taşıdığı suyla suluyor ve bu sayede yaz mevsiminde ağaçların kurumasını engellemeye çalışıyor.
Gün boyu adadaki doğal güzelliklerin arasında huzurlu vakit geçiren ve doğa tutkusuyla çevresindekilerin dikkatini çeken Abay'ı, yurt içi ve yurt dışından çok sayıda kişi de ziyaret ediyor.
-
"ADAYA GELDİĞİMDE MUTLU OLUYOR VE GÜÇLENİYORUM
Ziya Abay, Tunceli'nin Pertek ilçesine bağlı Çakırbahçe köyünde dünyaya geldiğini ve 8 yaşında Elazığ'da yaşayan amcalarının yanına taşındığını söyledi.
Keban Baraj Gölü'ndeki adaya 1995 yılında eşini trafik kazasında kaybettikten sonra yerleştiğini belirten Abay, "Adada her çeşit ağaç var ve burada incir, kiraz, vişne, elma, armut, nar ve kivi yetişiyor. Adada ev olsa Pertek ilçe merkezindeki evime hiç gitmeyeceğim, adadan ayrıldığımda huzursuz oluyorum. Adaya geldiğimde mutlu oluyor ve güçleniyorum" dedi.
-
-
Abay, 83 yaşında olmasına rağmen adayı gezip tüm ağaçları suladığını dile getirerek, adada 4 bine yakın ağaç yetiştirdiğini, su motoru ve kovayla bu ağaçları suladığını anlattı.
-
"ADADA GÜNÜM ÇOK İYİ GEÇİYOR VE ÇALIŞTIĞIM İÇİN BAKIYORUM Kİ AKŞAM OLMUŞ"
Yurt içi ve yurt dışından çok sayıda kişinin kendisini ziyarete geldiğini ifade eden Abay, şöyle konuştu:
"Adada yaşamaktan zevk alıyorum. Yoksa evde yıkılıyorum, yürürken düşüyorum. Buraya geldiğimde mutluyum, kafam rahat, dedikodulardan uzağım. İnsanlara da değer veren bir insanım. Adada günüm çok iyi geçiyor ve çalıştığım için bakıyorum ki akşam olmuş. Domates ve biber ekmişim onları suluyorum, böğürtlenleri suluyorum. Adada kendime iş buluyorum, zaten iş çok"
-
-
Abay, yaşlandığı için de artık olgunlaşan meyveleri toplamakta zorlandığını belirterek, "Eskisi gibi Pertek'te ve Tunceli'de meyveleri satamıyorum. Çünkü gücüm yok ve bir kovayı kaldıramıyorum. Yüz kova kiraz oluyor. Ada da birkaç ay öncesine kadar karaydı zaten. Yürüyerek geliyordum. Baraj suyu biraz çoğaldı tekneyle gidip geliyorum" ifadelerini kullandı.
-
-
-
-
-
-
-
YERLEŞTİKLERİ YAYLADA İZOLE HAYATIN TADINI ÇIKARIYORLAR
Corona virüs (Covid-19) salgını sürecinde kent yaşamlarını terk ederek Düzce'nin çam ormanları ve gölleri barındıran, su ve kuş seslerinin birbirine karıştığı Pürenli, Balıklı, Sinekli, Derebalık ve Hera yaylalarında kendilerine yeni bir hayat kuran vatandaşlar, kalabalıktan uzak doğayla iç içe olmanın keyfini sürüyor ve aynı zamanda dedelerinden kalan yaylacılık geleneğini de yaşatıyor.
-
-
Salgın nedeniyle şehir hayatındaki kalabalık ortamlardan uzak kalmak isteyen vatandaşlar, soluğu çam ormanları ve gölleri barındıran, su ve kuş seslerinin birbirine karıştığı Pürenli, Balıklı, Sinekli, Derebalık ve Hera yaylalarında aldı.
Kendilerine izole bir hayat seçen ve çoğu hayvancılıkla uğraşan vatandaşlar, dedelerinden kalan yaylacılık geleneğini de yaşatıyor.
-
Geçmişte Kocaeli'nin Gebze ilçesinde esnaflık yapan Metin Cebecioğlu, kronik rahatsızlığı nedeniyle salgın başladığında Gölyaka ilçesindeki 1900 rakımlı Kardüz Yaylası'nda dedesine ait evde izole olduğunu söyledi.
-
-
Salgın sürecinde en çok dikkat edilmesi gereken kuralların başında maske, mesafe ve temizliğin geldiğini vurgulayan Cebecioğlu, yaylalarda izole bir ortamın sunulduğunu kaydetti.
Cebecioğlu, yaylalarda sessizlik ve sakinliğin hakim olmasına rağmen günlerini sıkılmadan geçirdiğini dile getirerek, "Ramazan olduğu için odunlarımızı erken kırmıştık. Sobamızı yakıyor, akşam için iftar yemeği hazırlıyorum. Gün çabucak bitiyor. Doğanın tadını çıkarıyorum. Kendimi şehir hayatından soyutladım, tamamen doğaya bıraktım" diye konuştu.
-
"KENDİMİ ÇOK İYİ HİSSEDİYORUM"
Yaylak-kışlak kültürüyle büyüyen 79 yaşındaki Cafer Yılmaz da salgın sürecini Kaynaşlı ilçesine bağlı 1600 rakımlı Sinekli Yaylası'nda geçirdiğini söyledi.
Kendisini yaylada rahat hissettiğini belirten Yılmaz, "Çocukluğumdan bu yana buraya yılda 7 ay gelirim. Bu yıl hiç gitmeden buradayım" dedi.
-
-
Perihan Yılmaz ise yayla hayatına alışkın olduklarını, salgın sürecinde zamanlarının tamamını burada geçirdiklerini kaydetti.
Yılmaz, doğayla iç içe bulunmaktan duyduğu memnuniyeti dile getirerek, "Yayla şehir gibi olur mu? Burada her şey doğal. Hastalık neymiş bilmeyiz. Bizde corona virüs korkusu da yok. Corona virüs de olmadık. Burada bu şekilde yaşıyoruz işte" ifadelerini kullandı.
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
KEÇİSİYLE DAĞ TEPE DOLAŞIP ÇÖP TOPLUYOR
Uşak'ın Banaz ilçesinde yaşayan 54 yaşındaki Cemal Dinçer, "Karakız" adını verdiği keçisiyle her gün ortalama 5 kilometre yürüyerek ormandaki çöpleri topluyor.
İzmir'de çeşitli süpermarketlerde kasaplık yapan Cemal Dinçer, 2015 yılında emekli olduktan sonra memleketi Banaz'da arazi alarak yaptırdığı prefabrik eve yerleşti.
-
Kendisine arkadaşlık etmesi için aldığı ve "Karakız" adını verdiği keçisiyle evinin yakınındaki ormanlık alanda yürüyüşler yapan Dinçer, her yerde çöp olduğunu görerek bir yıl önce bu atıkları toplamaya başladı.
-
-
Bir süre sonra bunu kendisine görev edinen Dinçer, ardı sıra gelen "Karakız" ve el arabasıyla her sabah dağ tepe temizlik yapıyor.
-
Günde yaklaşık 5 kilometre yürüyerek ormana atılan çöpleri toplayan Dinçer, 2-3 saatte doldurduğu el arabasını çöp kutularına boşaltıyor.
-
-
-
Cemal Dinçer, bir yıldan bu yana her gün çöp topladığını, ama çevresindeki ormanların kirletilmeye devam etmesi nedeniyle bir türlü tamamını temizleyemediğini söyledi.
-
-
Günlük 1-2 çuval çöp çıkardığını anlatan Dinçer, şöyle konuştu:
"Bugüne kadar 3 tondan fazla çöp toplamışımdır. Hem sporumu yapmış oluyorum hem de ormanımı temizlemiş oluyorum. Benim için çok iyi oluyor. Sağlığım el verdiği sürece devam edeceğim. Pikniğe gelenler çöplerini toplamıyor. Herkes çöpünü savurup gidiyor. Yiyip içtikten sonra çöplerinizi toplayıp atın bir çöpe. Bu benim tek başıma yapabileceğim bir şey değil. Ormanlarımız bizim milli servetimiz. Onları korumak, temiz tutmak hepimizin görevi"
-
Keçisini bir evcil hayvan gibi eğittiğini, onun arkadaşlığı sayesinde uzun yol yürüyebildiğini de anlatan Dinçer, "Adeta yanımda bir insan var gibi hissediyorum, o bana huzur veriyor" ifadelerini kullandı.
-
-
-
-
-
-
ŞEHİR HAYATINI BIRAKIP DAĞ EVİNE YERLEŞTİ!
HAFTADA 2 BİN LİRA KAZANIYORAnkara'da kafe işletirken pandemi nedeniyle olumsuz etkilenince şehir hayatını bırakan Mehmet Kuş (35), Hatay'ın Yayladağı ilçesindeki babasından kalma denize yakın eve yerleşti. Doğa ile baş başa olmanın kendisine huzur verdiğini anlatan Kuş, balık tutarak haftada kazandığı 2 bin lira ile geçimini sağladığını ve kimi zaman da balık takası ile gıda ihtiyacını karşıladığını söyledi.
-
-
Ankara’da 10 yıl kafe ve restoran işletmeciliği yapan Mehmet Kuş, pandemi döneminde işlerindeki durgunluk nedeniyle memleketi Hatay'ın Yayladağı ilçesine döndü.
İlçenin denize yakın Gözlüce Mahallesi'nde babasından kalma iki odalı eve yerleşen Kuş, doğu yürüyüşleri ile bölgeyi keşfederken, zıpkınla balık tutarak doğal yaşam sürmeye başladı.
-
Pandemi ile stresli günler yaşadığını ifade eden Kuş, "Pandemi nedeniyle, işler kötü gidince bunaldık, stres yaşadık, maddi olarak, manevi olarak çok etkilendik. Tüm bunlardan uzaklaşmak istedim ve bu nedenle ben de memleketime döndüm. Babamdan kalma küçük, iki odalı bir evimiz var, deniz kenarında orda tek başıma kalmaya ve doğal yaşamaya karar verdim. Daha önce para biriktirmeye çalıştım olmadı, baktım ki hayatımdan ömrümden gidiyor. Ben de boş verdim artık, denize olan merakımı kullanmak istedim, balık avlamaya başladım. Ben dalgıcım normalde, iyi bir yüzücüyüm. Bu nedenle kendimi denize vermeye karar verdim. Her gün buraya geliyorum, hava şartları uygun olduğu zaman dalıyorum. Sabah ve akşam balık tutuyorum ve geçimimi bundan sağlıyorum” dedi.
-
-
"BALIKLARI TAKAS EDİP, TEREYAĞI, TUZLU YOĞURT, PEYNİR ALIYORUM"
Yeni hayatında birçok şeye para ödemediğini söyleyen Kuş, “Zıpkınla vurduğum, olta ile yakaladığım balıkların bir kısmını satıyorum, ihtiyaçlarımı karşılıyorum. Gıda tedarik ederken de yakaladığım balıkları çobanlarla takas yapıyorum bazen. Onlardan tereyağı, tuzlu yoğurt, peynir, çökelek alıyorum. Kaynak suyu kullanıyorum, ekmeği zaten tandırdan alıyorum. Ekmeği alırken de buraya yakın köylere gidip, orada tandırdaki ablalardan balığı ekmeğe takas ediyorum. Tuttuğum balıkları muhafaza etmek için de balıkçıya balık verip aynı şekilde buz alıyorum. Zıpkın ve buna benzer malzemelerimde eksik olduğunda ayda bir şehre iniyorum” diye konuştu.
-
KOYLARDAKİ MAĞALARDA ÇADIR KURUYOR
Karanlığı çok sevdiğini ve dinlenmek için kendine çok vakit ayırdığını da söyleyen Kuş, balık tutabileceği Kel Dağı koylarındaki mağaralarda çadır kurduğunu anlatarak, “Deniz şartları iyi olduğunda çadırımı da alıyorum, buraya geliyorum. Balık olmadığı zaman bazen iki gün çadırda kalıyorum. Ama balık yakaladığım zaman, burada muhafaza edemediğim için kokmasın diye eve gitmek zorunda kalıyorum. Daha sonra gıda takviyesi alıp, bu koylara geri geliyorum. Bazen üç gün balık vuramadığım zamanlar oluyor, üç gün burada kalıyorum. Çünkü başka işim yok. Gece de oltamı atıyorum deniz kenarına, ‘kıyıda beklemektense, denizin içinde beklesin’ diyorum. Sabah saatlerinde sürpriz balıklar da çıkıyor” dedi.
-
-
HAFTALIK 2 BİN TL PARA KAZANIYOR
Balık tutarak haftalık 2 bin TL para kazandığını dile getiren Kuş, şunları söyledi:
"Tatmin edici balık tutuyorum. Hem kendi yeteneğim hem de bölgeye hakim olduğum için biliyorum açıkçası nerede hangi balık olacağını. Tuttuğum balıkları da ciddi paralara veriyorum. Taze ve doğal olduğu için, özel olarak sipariş verenler var. Denizdeki canlı balığı sipariş edenler bile var. Haftalık 50-60 kilo balık tutuyorum, bunları da farklı fiyatlara satıyorum"
-
TEK RAHATSIZ OLDUĞU KONU KİRLİLİK
Deniz ve doğanın kendisine verdiği huzurun anlatılmaz derecede iyi olduğunu, fakat bölgede rahatsız olduğu tek şeyin kirlilik olduğunu ifade eden Kuş, “Rahatsız olduğum tek bir durum var; o da insanlar denize, pikniğe, oltaya geldiğinde çöplerini bırakıp gitmeleridir. Bu çok ciddi bir problem ve sahil, kutularla, plastik atıklarla dolu. Ben boş zamanımda, bazen deniz dalışa elverişli olmayınca, insanların attığı çöpleri topluyorum” diye konuştu. -
-
-
-
-
-
-
-