Haftanın Filmleri (6 Ocak 2017)
Bu hafta biri yerli beş film vizyona girdi. Orkan Şancı filmleri değerlendirdi.
Haberler 06.01.2017 - 09:35
-
1 ÖZGÜRLÜĞÜN BEDELİ NEDİR?
“SNOWDEN”
Asker, casus, kahraman, hacker, hırsız, hain ve vatansever. Herhalde bu kadar bölünmüş bir algıya sahip bir portreye tarih boyunca çok az rastlanmıştır. Zamanın haklı çıkarmaya devam ettiği biçimiyle Edward Snowden, ülkesinin üzerine kurulu olduğunu düşündüğü “özgürlük” prensibi yüzünden hayatını gözden çıkarabilen idealist biri. Ülkesi için hizmet verme gayretindeyken hizmet ettiği şeyin “insanların kontrol edilmesinden” ibaret olduğunu fark ettiğinde derin bir bunalıma sürükleniyor. Ardından da harekete geçiyor. Bu, Snowden’ın gerçek hikayesine dair bildiklerimiz. Oliver Stone’un dramatize ettiği bu yarı biyografik film ise bildiklerimizi tekrar etmenin ötesine geçemiyor. Hatta asıl önemli olanı, yani başkarakterin psikolojik dönüşümünü, sözüm ona bir kaç ağlak sahneyle geçiştiriveriyor. Hawai’de dışarıdan bakıldığında harika bir işi ve ilişkisi olan bir adamın içinde yaşadığı fırtınayı sadece yetenekli aktör Joseph Gordon-Lewitt’in gözlük camının ardında keşfetmemiz isteniyor sanki. Doğrusu genç aktörün bu zor rolde yalnız bırakıldığını söyleyebiliriz. Film o kadar gereksiz şeylerle ilgileniyor ki “Citizenfour” belgeselinde izlediğimiz gerilim dolu otel odası röportajlarını bile burada bulamıyoruz. Hatta Snowden’dan bilgi almaya çalışan deneyimli gazeteciler rolündeki Tom Wilkinson ve Melissa Leo gibi iki usta bile figüran olmaktan öteye geçemiyor. Oliver Stone’un daha önce “JFK” gibi yapıtlarda ne kadar cesur olabildiğini anımsadığımız için bu filmde Snowden’ın altını ısrarla çizdiği “güvenlik ve özel hayatın gizliliği, hangisinin daha önemli olduğuna insanlar karar vermeli” düsturunun bu denli zayıf bırakılması sırıtıyor. Sonuç olarak “Snowden” asla kötü bir film değil. Hatta konuyu bilmeyenler için iyi bir başlangıç noktası olacaktır. Ama bu genç adamın gerçek hikayesi o kadar heyecan verici ki, belki de bu yüzden “Snowden” onu anlatabilmekte yetersiz kalıyor.
(izledik: 5 üzerinden 3)
“SNOWDEN” FRAGMANI -
-
2 GÜLME GARANTİLİ..
“ÇALGI ÇENGİ İKİMİZ”
Kızgın kumlardan serin sulara kaçalım hemen. İçimizi biraz olsun gülümsetebilecek her şeye muhtaç olduğumuz şu günlerde bunun formülünü bilen ekip yeniden çıkıverdi karşımıza..
Ahmet Kural-Murat Cemcir üçlüsü!.. Üçlü demek gerekiyor çünkü her zaman olduğu gibi kamera arkasında zekası yüksek mizah duygusu güçlü yazar-yönetmen Selçuk Aydemir var. Bütün bunlar belli bir kaliteyi garanti etmezmiş gibi daha önce “İşler Güçler” ve “Kardeş Payı” gibi pek başarılı tv dizilerinden tanıdığımız onca yetenekli oyuncu da kadroda. Mafyadan yakasını kurtarmaya çalışan çalgıcı kafadarlar Gürkan ve Salih’in başına gelen komik olaylar anlatılıyor filmde. Yani daha önce gördüğünüz pek çok filme benziyor aslında. Ama sinema biraz da ne anlattığın kadar “nasıl” anlattığınla ilgili olsa gerek. Yıllar önce bir “Behzat Ç.” bölümünde “cameo” yaptıklarından beri birer karakter yaratma ustası olduklarını hiç “Çalgı Çengi” izlememiş olanlara bile (mesela bana) gösteren Kural-Cemcir ikilisini özleyenleri böyle alalım.
(beklenti: YÜKSEK)
“ÇALGI ÇENGİ İKİMİZ” FRAGMANI -
3 BİZİ AYIRAN NEHİR..
“AĞ”
Güney Koreli usta sinemacı Kim Ki-Duk ismiyle bile çoğu seyirciyi film afişlerinin önünde durdurma gücüne sahip. Hazır durmuşken 114 dakikanız da varsa size konuyu özetleyelim:
Güney ve Kuzey Kore’yi ayıran nehirde başlıyor hikaye. Kuzey Koreli bir balıkçı avlanmaya çıkmıştır. O suları iyi bilir ama bir gün kaza sonucu kendini Güney Kore sularında bulur. Önce ajan sanılır sonra mülteci. Ağır sorgular ve işkencelere maruz kalır. Oysa tek istediği, kimsenin hakkında çok fazla şey bilmediği ülkesine dönüp ailesine kavuşmaktır. Duygusal açıdan zorlayıcı sahneler içeren “Ağ”ı öncelikle Kim Ki-Duk severlere öneriyoruz. Keskin ideolojilerle birbirinden ayrılan iki ülkenin insanlarının arasında fark olup olmadığını anlama bakımından da izlenesi. Ama her bünyeye hitap etmediğini baştan söyleyelim.
(beklenti: ORTA)
“AĞ” FRAGMANI -
-
4 BİR SUİKASTIN ANATOMİSİ..
“ANTHROPOID”
Nazilerin soykırım yaptığı Avrupa’nın en karanlık günlerinde sürgündeki bir grup Çek asker, Hitler’in üçüncü adamı General Reinhard Heydrich’e suikast planı yapar. Daha önce “Valkyre”de Hitler’e suikast girişiminde bulunan Alman subaylarını izlemiştik. Bu kez yer Çekoslavakya ve Heydrich’in öldürülmesi Hitler açısından büyük bir kayıp olacak. Planlar yapılıyor, İngiliz gizli servisi de planı destekliyor. Anthropoid ismi verilen bu gerçek suikast planını hayata geçirmek ise planlandığı kadar kolay olmuyor. Başrollerde Cillian Murphy ve Jamie Dornan var. Onlara deneyimli İngiliz aktör Toby Jones eşlik ediyor. Filmin senaryosunda da imzası bulunan İngiliz sinemacı Sean Ellis’in çokça övüldüğünü ekleyelim. “Inglorious Basterds” gibi tarihi baştan yazmasa da Tom Cruise’lu “Valkyre”dan daha iyi görünüyor.
(beklenti: YÜKSEK)
-
5 ARAF’TA KALMAK..
“SONSUZLUK ORMANI”
İsmini okurken zorlanmaktan mutluluk duyduğumuz Matthew Mek-ko-na-hey, Oscar kazanmış her fani gibi düşüşte ne yazık ki. Yönetmen koltuğunda Gus Van Sant, yanında Naomi Watts ve Ken Watanebe gibi oyuncular bile Oscar’ın uğursuzluğunu önleyemiyor demek ki. En azından bir süre içindir diye umut edip konuyu özetleyelim:
Anladığımız kadarıyla yaşadığı trajedik olay nedeniyle intiharın eşiğine gelen Arthur adında bir adam, intiharı düşünen herkes gibi (!) Japonya’daki Fuji dağının eteklerindeki ormanın içinde gezintiye çıkıyor. Tam yaşamına son verecekken ormanda yalnız olmadığını fark ediyor. Ortada Terrence Malick’lik bir durum yok o yüzden beklentinizi yükseltmemenizi salık vermek boynumuzun borcu. Ama Batılı eleştirmenlerin yerden yere vurduğu kadar da kötü değil sanki.
(beklenti: ORTA)
Eleştiri ve görüşleriniz için Orkan Şancı iletişim: orkansanci@gmail.com
-