Öküz dergisi 1996 yılında çıktığında kültür-sanat dergileri arasında kendine hatırı sayılır bir yer edindi. Haftalık başladığı yolculuğuna aylık devam eden dergi 2001 Kasım sayısıyla veda etti. Derginin yayın yönetmeni Metin Üstündağ, yazar ve çizerler için “Milli takım kadrosu” benzetmesi yapmıştı. Can Yücel, Orhan Pamuk, Murathan Mungan, İhsan Oktay Anar, Sunay Akın, Haydar Ergülen, Ferhan Şensoy, Yıldırım Türker, Küçük İskender, 'Sosyolok Ecevit', Tuncer Erdem, Kemal Gökhan Gürses, Bahadır Baruter gibi isimleri düşününce hak vermemek imkansız.
2003’te çıkan Hayvan dergisinin ömrü ise daha kısa sürdü ve Öküz’le aynı kaderi paylaşarak aramızdan erken ayrıldı.
Ve şimdi, Metin Üstündağ nam-ı diğer Met Üst, “Öküz okurlarının büyümüş hallerinin ittirmesiyle” Ot dergisini çıkardı. Bize de Met Üst'e kulak vermek düştü.
Ot, "maksat yeşillik olsun" kapağıyla çıktı. Notos'taki söyleşide "Bir dergi, var olan dergicilik anlayışını yerle bir etmeyecekse çıkmasına gerek yoktur” diyorsunuz. Ot neden çıktı? Nasıl bir anlayışı yerle bir edecek?
Öteden beri kafamda, mizah dergisi gibi her yaştan gence hitap eden ve eğlenerek okunabilen bir kültür sanat dergisi vardı. Edebiyat, sanat ilkokuldan beri kasan bir şey gibi öğretiliyor. Halbuki, eğlenceli bir şey; sanatçılar azap çekmiyor. Bunun yansıması da öyle olmamalı. Karikatürde bu yapıldı, Gırgır geleneğiyle el sanatlarımızdan biri haline geldi. Bir berber, bir manav bile karikatüre bakar ve bir yorum yapar. “Aşırı taramalardan kaçının,” diyebilir. Bu tip bir şeyi, disiplinler arası, kültür-sanat dergiciliğine nasıl aktarabiliriz diye derdim oldu. Öküz'de bunu başardık ama kadro taşıyamayacak hale geldi. Derginin içinde üç, dört dergi olmaya başladı. Siyasi dergi, kadın dergisi, mizah dergisi… Hayvan’da bunun biraz daha sınırlarını çizip, çerçevesini küçültüp, yer altı edebiyatı dergisi, merkezde olmayan bir şey yapmaya çalıştık.
2003’te çıkan Hayvan dergisinin ömrü ise daha kısa sürdü ve Öküz’le aynı kaderi paylaşarak aramızdan erken ayrıldı.
Ve şimdi, Metin Üstündağ nam-ı diğer Met Üst, “Öküz okurlarının büyümüş hallerinin ittirmesiyle” Ot dergisini çıkardı. Bize de Met Üst'e kulak vermek düştü.
Ot, "maksat yeşillik olsun" kapağıyla çıktı. Notos'taki söyleşide "Bir dergi, var olan dergicilik anlayışını yerle bir etmeyecekse çıkmasına gerek yoktur” diyorsunuz. Ot neden çıktı? Nasıl bir anlayışı yerle bir edecek?
Öteden beri kafamda, mizah dergisi gibi her yaştan gence hitap eden ve eğlenerek okunabilen bir kültür sanat dergisi vardı. Edebiyat, sanat ilkokuldan beri kasan bir şey gibi öğretiliyor. Halbuki, eğlenceli bir şey; sanatçılar azap çekmiyor. Bunun yansıması da öyle olmamalı. Karikatürde bu yapıldı, Gırgır geleneğiyle el sanatlarımızdan biri haline geldi. Bir berber, bir manav bile karikatüre bakar ve bir yorum yapar. “Aşırı taramalardan kaçının,” diyebilir. Bu tip bir şeyi, disiplinler arası, kültür-sanat dergiciliğine nasıl aktarabiliriz diye derdim oldu. Öküz'de bunu başardık ama kadro taşıyamayacak hale geldi. Derginin içinde üç, dört dergi olmaya başladı. Siyasi dergi, kadın dergisi, mizah dergisi… Hayvan’da bunun biraz daha sınırlarını çizip, çerçevesini küçültüp, yer altı edebiyatı dergisi, merkezde olmayan bir şey yapmaya çalıştık.
Kafamdaki dergi modeli ‘Met Üst’tü. Kendim çıkarırsam, kimse küsmez bana dedim; ya da ben kendime küsersem, küssün bana ne! Yazıyı arkaya koydun, öne koydun; büyük koydun, küçük koydun gibi bir problem olmadı. Herkes çok beğendi dergiyi. Tek başıma yaptığım bu işi geniş kadroya nasıl yapabileceğimizi düşündük. İlk sayıda problem çıkmadı. Dergiye ürün verenlerin her sayfasının değerli olduğunu ve en değerlilerin seçildiğini bilmeleri, kişiselleştirmemeleri gerekiyor. Türkiye şartlarında da zor tabii. Kültür-sanat piyasasında egolar çok yüksek. Bir süre sonra kırılmalar, dökülmeler oluyor. Ama dergi de öyle bir şey. Futbolda 11 kişi oynuyor ama kadro 22 kişi. Onu bilmek gerekiyor belki.
Bir de başta diyelim 3 bin kişilik has okur var ve herkes kendisini sevmesini istiyor, bu kişilerin. Benim derdim ise bu 3 bin kişiyi çoğaltmak. Mutlaka herkesin sevilmeye hakkı var ama o 3 bin kişi yetmiyor, bu sayıyı çoğaltmak gerekiyor. Gizli bir derdim de bu; okuru çoğaltmak. Ama eğlenerek, sıkılmadan, kanka muhabbeti yapar gibi. Mizah dergilerinin havasında kültür, sanatta da yeni okurlar yetiştirmek. Edilgen bir okur değil de mizah dergilerindeki gibi önce okuruyduk, sonra çalışanı olduk.
Çok kalabalık bir kadrodan bahsediyoruz. Kafanızda belli mi bu ay şu isimler olacak diye...
Daha önce de söyledim içerik ve estetik tarafı; Yeşilçam sineması, Yılmaz Güney, Ertem Eğilmez gibi ama kadro oluştururken tamamen futbol takımı gibi bakıyorum. Mesela, kalede Yaşar Kemal var, hiç gol girmez oraya. Dikkat edin, sırrım bu. Geri dörtlü çok nefis, hep baba yazarlar var. Yani tam bir futbol dizilişi vardır. Fatih Terim’in şampiyon olduğu, UEFA’yı aldığı takım gibi kurmaya çalışıyorum. Öküz’ü yaparken “Kaleye Can Yücel geçsin, Orhan Pamuk forvet olsun” diye konuşuyorduk. Dışarıdan "deli mi bunlar" diyorlardı. Bir sürü şeyi futbolla iyi anlatıyorum.
Burada bir sürü iş var, duran top dedikleri ölü şeyler ama bir iki çalışılmış organizasyonla, gol yapabiliyorsun. Belki de şansım o, kültür-sanat dergiciliğini bilmiyorum, futbol ve mizah dergiciliğini biliyorum. O harmanlama tiryakilik yapıyor. Öküz de Hayvan da sanat dergilerinin iki üç katı sattı. Bir de en önemlisi hatıralarda yer alıyor. Mizah dergilerinin öyle bir şeyi vardır. Şarkılar gibi bazı karikatürlerin anıları vardır, cüzdanınızda taşırsınız. Sizi sıçratmıştır bir karikatür, bakış acınızı değiştirmiştir. Öküz ve Hayvan’da da öyle oldu. Buna çok seviniyorum. Okuyup kenara koymuyorlar, hayatlarında bir yeri oluyor. Bir yazardan, bir çizgiden, bir laftan etkileniyorlar; o güzel.
Daha önce de söyledim içerik ve estetik tarafı; Yeşilçam sineması, Yılmaz Güney, Ertem Eğilmez gibi ama kadro oluştururken tamamen futbol takımı gibi bakıyorum. Mesela, kalede Yaşar Kemal var, hiç gol girmez oraya. Dikkat edin, sırrım bu. Geri dörtlü çok nefis, hep baba yazarlar var. Yani tam bir futbol dizilişi vardır. Fatih Terim’in şampiyon olduğu, UEFA’yı aldığı takım gibi kurmaya çalışıyorum. Öküz’ü yaparken “Kaleye Can Yücel geçsin, Orhan Pamuk forvet olsun” diye konuşuyorduk. Dışarıdan "deli mi bunlar" diyorlardı. Bir sürü şeyi futbolla iyi anlatıyorum.
Burada bir sürü iş var, duran top dedikleri ölü şeyler ama bir iki çalışılmış organizasyonla, gol yapabiliyorsun. Belki de şansım o, kültür-sanat dergiciliğini bilmiyorum, futbol ve mizah dergiciliğini biliyorum. O harmanlama tiryakilik yapıyor. Öküz de Hayvan da sanat dergilerinin iki üç katı sattı. Bir de en önemlisi hatıralarda yer alıyor. Mizah dergilerinin öyle bir şeyi vardır. Şarkılar gibi bazı karikatürlerin anıları vardır, cüzdanınızda taşırsınız. Sizi sıçratmıştır bir karikatür, bakış acınızı değiştirmiştir. Öküz ve Hayvan’da da öyle oldu. Buna çok seviniyorum. Okuyup kenara koymuyorlar, hayatlarında bir yeri oluyor. Bir yazardan, bir çizgiden, bir laftan etkileniyorlar; o güzel.
Öküz’de de yazar, çizer kadrosu için "milli takım karması" diye yazmıştınız.
En iyi bildiğim o. Tiyatro eğitimim var, tiyatrodan metaforlar yapsam kimse bilmez. Herkesin bildiği bir şey, herkesle konuşabiliyorsun, iletişim kolaylığı sağlıyor. Öküz’deki kadromuzda okuma yazma bilmeyenler de vardı, mesela bir hayat kadını ama gol falan biliyor. O kadına imge desen anlamayabilir ama fantezi pozisyon desen onu anlayabiliyor. Van Gogh’un resmine bakıyorsun da neyi, neyle karıştırdığını eğer uzmansan ya da resimle ilgileniyorsan merak edersin ama Van Gogh sarısı diye bir şey var. Kim bilir belki içine işiyordu, tükürüyordu ya da oda şartlarında bir şey oluyordu. Benim ilişkilenme biçimim böyle.
“Okur edilgen değil, mizah dergilerindeki gibi katılsın yazar, çizer olsun istiyoruz” dediniz. Mizah dergisi okurlarına baktığımızda özellikle imza günlerinde yaş ortalaması çok düşmüş görünüyor. Ot bir kültür sanat dergisi olarak o okuru yakalayabilir mi?
Bu üzerine kitap yazılacak, bizim her hafta kendimize sorduğumuz bir soru. Mizah algısının değişmesiyle ilgili bir şey. Mizah dergisi okurunun yaşının düşmesi sevinilecek bir şey mi, üzülecek bir şey mi? Bir yandan sevinilecek bir şey bir yandan da Türkiye’de kaç milyon üniversiteli var. Sadece Eskişehir’de üniversite okuyan çocukların yüzde 10’u alsa acayip tirajlar olur. Bir de şimdiki çocukların durumu çok acayip; okula gidiyorlar, özel ders alıyorlar, dershaneye gidiyorlar. Bırak bir dergiye vakit ayırmayı, kendilerine bile vakit ayıramıyorlar.
Gençlere kızınca insan ihtiyar oluyor, ben kızmıyorum, sadece anlamaya çalışıyorum. Eğlenceli, kanka muhabbeti yapan çok kurum yok ülkemizde. Bütün kurumlar kazanmaya endeksli, vicdan üreten kurumlar yok. Okulda sıra arkadaşı bir süre sonra rakibi olacak. Bizim kuşak gibi arsadan bostandan gelen bir şey değil. Ya da “okulu bitiremezsen sanayide ustanın yanına çırak gidersin” gibi bir durum da yok, ekmek aslanın ağzında. Dolayısıyla onların durumu zor. Çocukların idolleri, rol modelleri çok değişik şeyler. Az çalışıp çok çabuk yırtan şeyler. Bizim yaptığımız iş içerik olarak da boş kalabilir çünkü emek verip zaman isteyen bir iş. Bunu anlaması zor olabilir. Ama yapmadan da olmuyor. Çok karamsar değilim ama Öküz zamanında ki kadar iyimser de değilim. Bir örnek olması da iyidir. Bir gün hayat durulursa, insanlar biraz daha kendine vakit ayırabilirse “böyle de bir şey varmış” diyebilecekleri bir örnek olsun.
Bu üzerine kitap yazılacak, bizim her hafta kendimize sorduğumuz bir soru. Mizah algısının değişmesiyle ilgili bir şey. Mizah dergisi okurunun yaşının düşmesi sevinilecek bir şey mi, üzülecek bir şey mi? Bir yandan sevinilecek bir şey bir yandan da Türkiye’de kaç milyon üniversiteli var. Sadece Eskişehir’de üniversite okuyan çocukların yüzde 10’u alsa acayip tirajlar olur. Bir de şimdiki çocukların durumu çok acayip; okula gidiyorlar, özel ders alıyorlar, dershaneye gidiyorlar. Bırak bir dergiye vakit ayırmayı, kendilerine bile vakit ayıramıyorlar.
Gençlere kızınca insan ihtiyar oluyor, ben kızmıyorum, sadece anlamaya çalışıyorum. Eğlenceli, kanka muhabbeti yapan çok kurum yok ülkemizde. Bütün kurumlar kazanmaya endeksli, vicdan üreten kurumlar yok. Okulda sıra arkadaşı bir süre sonra rakibi olacak. Bizim kuşak gibi arsadan bostandan gelen bir şey değil. Ya da “okulu bitiremezsen sanayide ustanın yanına çırak gidersin” gibi bir durum da yok, ekmek aslanın ağzında. Dolayısıyla onların durumu zor. Çocukların idolleri, rol modelleri çok değişik şeyler. Az çalışıp çok çabuk yırtan şeyler. Bizim yaptığımız iş içerik olarak da boş kalabilir çünkü emek verip zaman isteyen bir iş. Bunu anlaması zor olabilir. Ama yapmadan da olmuyor. Çok karamsar değilim ama Öküz zamanında ki kadar iyimser de değilim. Bir örnek olması da iyidir. Bir gün hayat durulursa, insanlar biraz daha kendine vakit ayırabilirse “böyle de bir şey varmış” diyebilecekleri bir örnek olsun.
'TEKNİK DEĞİL AHLAKİ BİR ŞEY'
Dergicilik sorunlu bir alan, mizah dergileri sağlam olsa da birçok derginin kapandığını biliyoruz. Matbu bir dergiden ise dijital, internet yayıncılık tercih ediliyor. Artık basılı dergi çıkarmak Don Kişot’luk olarak görülüyor. Yazılı basının bitebileceği görüşüne nasıl bakıyorsunuz?
Burada teknikten ziyade ahlaki bir şey var aslında. Kağıda bastığınızda onu bozmanız çok zor, sonsuza kalır o. Bir gazetenin birinci sayfa düzenine baktığınızda yerleştirmesiyle, kompozisyonuyla kafasının neye çalıştığını, ne anlatmaya çalıştığını anlayabilirsiniz. İnternette böyle bir şey yok, anında müdahale edebiliyorlar. Kağıtta insani bir şey oluyor; kusurlu, tashihli. 70’li yıllardan bir gazeteyi alın, logosuna hiç bakmayın, siyasi görüşünü anlayabilirsiniz. Ama internette öyle bir şey yok anında değiştirilebiliyor. Böyle ahlaki bir şeyi var. Bu tarafına çok kuşkulu bakıyorum ben.
Ayrıca, el işi kalmayacak. Bir habere dokunmak, kağıdın kokusu… Böyle bir şeyler kalmayacak. Şimdi MP3’ler çıktı ama tekrar plaklar satılıyor şimdi. Bir dönem kimsenin dikkat çekmediği, küçümsediği Ayla Dikmen’in ne güzel sesi olduğu fark ediliyor. Bilgisayara siz laf söyleyin o kadar güzel hale getiriyor ki… Bizim için de aynı şey geçerli. Bilgisayarda bir şey çizin size Van Gogh dokusu veriyor. Kağıt ya da el emeği göz nuru şeyler bence bir süre sonra daha değerli olacak. Bilgisayarda yapıyorsun diske yüklüyorsun, öbür tarafa götürüyorsun; ruh var mıdır, yok mudur gibi bir şey. Ama masada çizerken boğuşuyorsun. Tam bir şey yaparken mürekkep dökülüyor, çay lekesi oluyor. Orijinal çizimlerime bakıyorum mesela çok kahve içmişim onları bile görüyorsun, bilgisayarda hiçbir şey yok çok hijyenik.
Dergicilik sorunlu bir alan, mizah dergileri sağlam olsa da birçok derginin kapandığını biliyoruz. Matbu bir dergiden ise dijital, internet yayıncılık tercih ediliyor. Artık basılı dergi çıkarmak Don Kişot’luk olarak görülüyor. Yazılı basının bitebileceği görüşüne nasıl bakıyorsunuz?
Burada teknikten ziyade ahlaki bir şey var aslında. Kağıda bastığınızda onu bozmanız çok zor, sonsuza kalır o. Bir gazetenin birinci sayfa düzenine baktığınızda yerleştirmesiyle, kompozisyonuyla kafasının neye çalıştığını, ne anlatmaya çalıştığını anlayabilirsiniz. İnternette böyle bir şey yok, anında müdahale edebiliyorlar. Kağıtta insani bir şey oluyor; kusurlu, tashihli. 70’li yıllardan bir gazeteyi alın, logosuna hiç bakmayın, siyasi görüşünü anlayabilirsiniz. Ama internette öyle bir şey yok anında değiştirilebiliyor. Böyle ahlaki bir şeyi var. Bu tarafına çok kuşkulu bakıyorum ben.
Ayrıca, el işi kalmayacak. Bir habere dokunmak, kağıdın kokusu… Böyle bir şeyler kalmayacak. Şimdi MP3’ler çıktı ama tekrar plaklar satılıyor şimdi. Bir dönem kimsenin dikkat çekmediği, küçümsediği Ayla Dikmen’in ne güzel sesi olduğu fark ediliyor. Bilgisayara siz laf söyleyin o kadar güzel hale getiriyor ki… Bizim için de aynı şey geçerli. Bilgisayarda bir şey çizin size Van Gogh dokusu veriyor. Kağıt ya da el emeği göz nuru şeyler bence bir süre sonra daha değerli olacak. Bilgisayarda yapıyorsun diske yüklüyorsun, öbür tarafa götürüyorsun; ruh var mıdır, yok mudur gibi bir şey. Ama masada çizerken boğuşuyorsun. Tam bir şey yaparken mürekkep dökülüyor, çay lekesi oluyor. Orijinal çizimlerime bakıyorum mesela çok kahve içmişim onları bile görüyorsun, bilgisayarda hiçbir şey yok çok hijyenik.
Öküz, Hayvan, Ot... Dergi isimleri okuyucuda kafa karışıklığı yarattı sanki. Mizah dergisi ismi gibi, formatı da, kapağı da öyle ama kültür-sanat dergisi…
Metaforu olan bir şey aslında. Ben ‘İt’ adını da düşündüm. Çok değerli gibi, yüksek gibi görülen bir şeyi oksimoron hatta moron bir şey olsun onun aklında kalsın, daha isminde gerilmesin çocuk. Öküz, o dönem o kadar çok kullanılıyordu ki herkes sevgilisine aşkım yerine “öküz” demeye başladı. Hayvan da aynı, ezilen bir tür. Bir isim skalası yaptığın zaman bir sürü hayvanlı isim çıkıyor. “Akrep”, “Aksak Kurbağa” o dönem o kadar çok dergi çıktı ki… Bir dönem oluyor kuş isimlerinden dergiler çıkıyor. Ot, belki ismiyle müsemma bir şey olacak. Ihlamur da koyabilirsin ama bir süre sonra zaten içeriğiyle hatırlıyorsun. Öküz, Penguen bir hayvan ama tamamen onu içeriğiyle onu anlamlandırıyorsun.
'HABABAM SINIFI TADINDA'
Başka yayınlarda bir araya gelmek istemeyen isimler vardır. Aynı dergide olmak istemezler. Ama Ot’da birbirinden farklı isimleri görüyoruz. Bu sizinle alakalı değil mi?
Onunla ben hep övünürüm. Benim içinde bulunduğum dergilerde kimseye bilerek bir yamuk yapılmamıştır. Yanlış anlamalar falan olmuştur ama hiçbir zaman böyle çok öfkeyle kavgayla ayrıldığımız arkadaşlarımız olmamıştır. O yüzden okurun da çok samimi ve iyi niyetli olduğu düşünüldüğü için herkes kolaylıkla geliyor. Bir de çok enteresan, dergi değil de sanki parti kuruyorsun, devrim yapıyorsun gibi bir şey oluyor dergi değil de. Sizin enerji vermeniz gerekirken “hadi” diye onlar bir şeyler yapıyor. İlişkiyi hep taze tuttuğumuz zaman oluyor. Hep bir sevgili tadı, sürprizlere açık… Güzel bir dergi okuduğum zaman sigara olsa, Türk kahvesi olsa filan derim. Ya da bunun içinde ben de olsam. İçine çeken, neşeli… Hababam Sınıfı tadında. O yakalanırsa gerisi geliyor.
Öküz, Hayvan ve Ot üçleme gibi oldu. Üçleme tamamlandı. Devamı gelecek mi?
Her dergiyi çıkardığımda bu benim son dergim gibi oluyor. Başbakanın lafına gönderme yaparak: "Öküz çıraklık, Hayvan kalfalık, Ot da ustalık eserim" dedim de işin esprisi o. Penguen’i kurduğumuzda da “son dergimiz bu buradan emekli oluruz” dedik. Bu işin emekliliği yok da… Ot, tamamen Öküz okurlarının büyümüş hallerinin ittirmesiyle olan bir şey. Ben Met Üst’ü de onun için çıkardım. Bunu haksızlık olarak da görüyorum, insanları bir şeye alıştırıyorsun sonra bırakıyorsun ya bırakma ya hiç yapma. Öküz ve Hayvan bizim dışımızda gelişen olaylardan kapanmalar oldu. Ot da inşallah olmayacak. İçinden dergiler çıkabilir ki keşke olsa. Dışarıdan hep bölünmeler olarak gördükleri, bizimse arınmalar diye sevindiğimiz yeni çocukların çıkması maddi olarak çok yıpratıcı ama yolun açılması olarak iyi gördüğümüz bir şey. Ot, son dergi ama her an her şey de olabilir.
Başka yayınlarda bir araya gelmek istemeyen isimler vardır. Aynı dergide olmak istemezler. Ama Ot’da birbirinden farklı isimleri görüyoruz. Bu sizinle alakalı değil mi?
Onunla ben hep övünürüm. Benim içinde bulunduğum dergilerde kimseye bilerek bir yamuk yapılmamıştır. Yanlış anlamalar falan olmuştur ama hiçbir zaman böyle çok öfkeyle kavgayla ayrıldığımız arkadaşlarımız olmamıştır. O yüzden okurun da çok samimi ve iyi niyetli olduğu düşünüldüğü için herkes kolaylıkla geliyor. Bir de çok enteresan, dergi değil de sanki parti kuruyorsun, devrim yapıyorsun gibi bir şey oluyor dergi değil de. Sizin enerji vermeniz gerekirken “hadi” diye onlar bir şeyler yapıyor. İlişkiyi hep taze tuttuğumuz zaman oluyor. Hep bir sevgili tadı, sürprizlere açık… Güzel bir dergi okuduğum zaman sigara olsa, Türk kahvesi olsa filan derim. Ya da bunun içinde ben de olsam. İçine çeken, neşeli… Hababam Sınıfı tadında. O yakalanırsa gerisi geliyor.
Öküz, Hayvan ve Ot üçleme gibi oldu. Üçleme tamamlandı. Devamı gelecek mi?
Her dergiyi çıkardığımda bu benim son dergim gibi oluyor. Başbakanın lafına gönderme yaparak: "Öküz çıraklık, Hayvan kalfalık, Ot da ustalık eserim" dedim de işin esprisi o. Penguen’i kurduğumuzda da “son dergimiz bu buradan emekli oluruz” dedik. Bu işin emekliliği yok da… Ot, tamamen Öküz okurlarının büyümüş hallerinin ittirmesiyle olan bir şey. Ben Met Üst’ü de onun için çıkardım. Bunu haksızlık olarak da görüyorum, insanları bir şeye alıştırıyorsun sonra bırakıyorsun ya bırakma ya hiç yapma. Öküz ve Hayvan bizim dışımızda gelişen olaylardan kapanmalar oldu. Ot da inşallah olmayacak. İçinden dergiler çıkabilir ki keşke olsa. Dışarıdan hep bölünmeler olarak gördükleri, bizimse arınmalar diye sevindiğimiz yeni çocukların çıkması maddi olarak çok yıpratıcı ama yolun açılması olarak iyi gördüğümüz bir şey. Ot, son dergi ama her an her şey de olabilir.