Sabah ve atv'nin eski sahibi Dinç Bilgin, Taraf gazetesinden Neşe Düzel'e verdiği röportajda çarpıcı açıklamalar yaptı.
Bir dönem Türkiye'nin iki büyük medya grubundan birinin başında olan Bilgin, geçmiş günleri, pişmanlıklarını anlattı ve gazeteciliği özlediğini söyledi.
NEŞE DÜZEL: Sabah'ta gazetecilik nasıl bitti?
DİNÇ BİLGİN: Banka satın alındıktan sonra dengeli yayın yapma özeni başladı ve bu da gazeteciliği bitirdi. Sabah, ondan sonra bir türlü eski Sabah olamadı. Çünkü Hazine bürokrasisinden, Maliye Bakanı’ndan, Güneş Taner’den, kısacası siyasetçilerden çekinir oldu. Bugün Türk basınının yaşadığı felaketlerden biri de budur. Taraf ’ın diğer gazetelerden farkı da bu noktadadır.
- Farkı Nedir?
- Öbür gazeteler hep denge kollamak ve özen göstermek zorundalar. Bu, gazeteciliği bitiriyor. Mesela nükleer enerjiye ya da kömüre, ya da baz istasyonlarına yatırım yapılacak. Basında taraflar hemen belli oluyor. Gazetelerde bu konuda ne tür haberler çıkacağı önceden tahmin ediliyor. Sonra zaten görülüyor. Baz istasyonu kimine göre kanser yapıyor, kimine göre de çok iyi bir şey oluyor.
- Çünkü gazetelerin patronları o ihalelere giriyor, değil mi?
- Evet. Patronlar, gazetecilere, nükleer enerjiyi savunun demiyorlar ama gazetecilerde de maalesef patronun işinin lehinde yazmak gibi bir refleks oluştu. Gerçi aleyhte yazdığında, o gazetecinin başına iyi bir şeyler gelmeyeceğini de kestirilebiliyor insan ama... Sonuçta, gazetecinin gazeteciliği, kendini frenlemeye başladığı anda bitiyor. Sabah’ta gazetecilik, benim verdiğim hatalı karar yüzünden böyle geri gitmeye ve çökmeye başladı işte.
Medya açısından Türkiye’deki tek güç asker ve siyasetçi değil. Büyük şirketler de bir güç. Gazeteler onlara karşı da bağımsız olmak zorundalar. Büyük sermayenin ilan ambargolarına rağmen bir gazete para kazanabilir mi, ayakta kalabilir mi?
Kalabilir. Önümüzdeki dönemde işi sadece gazetecilik olan yeni teşebbüsler ortaya çıkacak ve bu gazeteler para kazanacak. Çünkü Türkiye’de medya işi artık böyle gitmez. Taraf, Türkiye’yi değiştirdi. Müthiş bir şey yaptı ve tek başına kaldıraç oldu. Ciddi söylüyorum. Türkiye, Taraf ’a çok şey borçlu. Türk ordusu da Taraf’a çok şey borçlu.
- Ne Borçlu?
- Taraf ’ın yayınları sayesinde o da kendisine bakacak ve Türk ordusu da değişecek. O da mutlaka 21. yüzyılın ordusu olacak. İleri teknoloji kullanan, gönüllü ve profesyonel bir ordu olacak. 19. yüzyılın, Napolyon’un başlattığı yığınların ordusu olmayı bırakacak. Böyle gönüllü profesyonel bir ordunun içinden askerî düşünürler çıkacak. Şimdi çıkmıyor, çünkü çıkması için askerlikten gerçekten zevk almaları lazım.
SİYASETÇİLERDEN NE ZAMAN ÇEKİNDİ?
- Medya-siyasetçi ilişkisine dönersek... Medya sahibi olarak siyasetçilerden gerçekten hiç çekinmediniz mi?
- Banka satın alıncaya kadar hayır. Banka sahibi olduktan sonra, son dönemlerde bırakın çekinmeyi, onlara yakın olmayı da denedim ama pek beceremedim. Aslında şimdi iyi bir devir var. Başbakan açık sözlü ve gazete sahiplerine pek yüz vermiyor. Hakkını vermek lazım, utanılacak ilişkiler içine girmiyor. Eskiden Maliye’de, bir devlet dairesinde işi olan basın başbakana gidiyordu ve işini patır patır yaptırıyordu. Yine eskiden telefonu çeviren başbakana ulaşabiliyordu. Şimdikine ulaşamıyorlar. Bir başbakanın böyle olması lazım.
- Bugünkü başbakanın da çok yakın olduğu bazı gazetelerden söz ediliyor. Sizce Başbakan onların da mı telefonuna çıkmıyor, onlarla da mı aynı mesafeli ilişkiyi götürüyor?
- Onu bilemiyorum ama eski tür medya ilişkileri sürseydi, bugün Türkiye’de ne Ergenekon ne de Balyoz soruşturmaları yapılabilirdi. Basının bir kısmı Ergenekon’u ve diğer korkunç olayları yok saydı ama geri kalan kısmı da olan biteni yazdı çizdi. Taraf kadar yazmadılarsa da yazdılar. O açıdan bugün geçmişten farklı olarak çok sesli bir basın var. Mehmet Barlas doğru söylüyor. 28 Şubat’ta gazeteler ortak başlıklarla çıkıyordu. Çünkü aynı yerden besleniyorlardı, haberler aynı kaynaklardan geliyordu. Söz gelimi, Aczmendilerle ilgili haberi, bize, Hürriyet ’e, Milliyet’e, ATV ’ye, Star televizyonuna aynı yerden servis yaparlardı.
SİNAN AYGÜN POSTER DAĞITIYORDU
- Generallerden çekinir miydiniz?
- Türkiye’de siyasetin bir kısmı orduya aktarılmıştı. Kimin tüm, kor ya da orgeneral olacağını gazetede haber yapan, Türkiye’den başka bir ülke yoktur dünyada. Bizde yapılıyordu, çünkü generallik onlara, yaptıkları işle mütenasip olmayan bir güç sağlıyordu. Genelkurmay başkanı darbe yapıp ülkenin başına geliyordu ya da ‘sözde’ demokratik yoldan cumhurbaşkanı oluyordu. Dolayısıyla generallik mevkii çok önemliydi ve onlardan yana olmak, onlarla birlikte görünmek, onlarla ittifak yapmak, bazı insanlar için kendilerine güç aktarmak demekti. Mesela medya patronu olarak en son Hilmi Özkök’ün Genelkurmay’daki resepsiyonuna katılmıştım. Davetten çıkışta kapıda Sinan Aygün, davetlilere torba içinde ulusalcı posterler dağıtıyordu.
- Başbakanlar basın patronlarından çekinir mi?
- Çekinirler elbette. Ama şimdikinin çekinmediği belli. Bu da benim çok hoşuma gidiyor. Bugün Türkiye, Gümrük Birliği’ne dahil. Kâğıt fiyatları üzerinde hükümetin kontrolü yok. Artık basının girdisine kimse karışmıyor.
- Gelirine karışılıyor mu?
- Basının gelir kaynakları üzerinde de hükümetin bir ipoteği yok. Çünkü eskiden KİT’ler vardı. Onların basına vereceği reklam önemliydi. Şimdi özel sektör çok büyüdü. Bu yüzden, eğer basın dışında bir iş yapmıyorlarsa, basın patronlarının bugün hükümetle doğrudan iş ilişkisi içinde olmaları ve ondan talepte bulunmaları bana saçma geliyor. Bugün basın bağımsız olma imkânlarına sahip. Ama basın, kendi patronlarından nasıl bağımsız olacak diye sorarsanız...
- Evet, basın kendi patronlarından nasıl bağımsız olacak? Ya da olabilecek mi?
- Olabilir. Bir gazetenin patrondan bağımsız olabilmesi için başarılı olması ve iyi satması lazım. Yani gazetenin gazete gibi çıkması lazım.
- Sizin yazarlarla ilişkileriniz nasıldı?
- Çok samimi söyleyeyim. Yeni Asır ’da da, Sabah ’ta da, nasıl yazması lazım geldiğine dair hiç kimseye bir müdahalede, bir tarifte bulunmadım. Yazdıklarını ertesi sabah okurdum. Bu da benim babamdan gördüğüm bir şeydi. Yazara karışılmaması lazım. Adam tarifle yazı yazamaz.
TARİFLE MANŞET YAZDIRILIR
- Tarifle köşe yazısı yazılmaz da, peki gazetelerde tarif üzerine manşet haber yazdırılmaz mı?
- Maalesef haber de, manşet de yazdırılır. Bazen genel yayın yönetmenleri patronlara sormadan yaparlar bunu. Yalnız Başbakan’ın farkında olmadığı bir şey var. Aydın Doğan istese de yazarlarını kontrol edemez. Bir sürü yazar var, hangisini kontrol edecek. Birini kontrol etse, öbürü çakacak. Birini kontrol etti diyelim, Melih çakacak. Yazar sayısı o kadar arttı ki, onları kontrol etmek artık mümkün değil.
- Yazarlar patronlardan çekinir mi?
- Herhalde çekinir.
- Patronlar, yazarları yönlendirir mi?
- Medya işi dediğiniz, sürekli etkileşim işi. Herkes birbirini etkiler ve yönlendirir.
- Peki patronlar genel yayın yönetmenlerini yönlendirir mi?
- Tabii... Patron, birlikte uyumlu çalışabileceği birini genel yayın yönetmenliğine getirir.
- Gazetenin politikasına kim karar verir? Patron mu genel yayın yönetmeni mi?
- Genel yayın müdürü patrondan daha zeki ve akıllıysa, genel yayın müdürü karar verir. Patron daha zekiyse, kendisi karar verir.
UZANLAR DARBE OLACAĞINA İNANDIRILMIŞTI
- Sizin genel yayın yönetmeninizle ilişkiniz nasıldı?
Zafer Mutlu Sabah başarılı olduğunda çok iyi, başarısız olduğunda çok kötü işler yaptı. Benden farklı değildi yani. Ben iyi yaptığım zaman o da iyi yaptı. Ben kötü yaptığımda o da kötü yaptı. Şunu söyleyeyim. Ülkedeki güç dengelerinden ilk önce gazetelerin Ankara büroları etkilenir. Mesela Uzanlar... Gazetenin Ankara’daki yöneticileri, Uzanları Türkiye’de darbe olacağına inandırmışlardı ve o da, o güce oynadı.
- Asıl görevi istihbaratçılık olan bazı kişilerin gazeteci kılığında gazetelerde çalıştıklarını biliyoruz. Patronlar bunların istihbaratçı olduklarını bilirler mi?
- Tahmin ederler. O zamanlar böyle şeyleri görmezlikten gelmek işimize gelirdi. Çünkü ileride o kurumlarla ilişkide, o gazeteci işine yarar diye düşünür patron. Bu da medyanın ayıplarından biridir tabii.
AYDIN DOĞAN'DAN EMİN ÇÖLAŞAN SORUSU
- Bir patron genel yayın yönetmenini hangi şartlarda değiştirir?
- Benim bu konuda deneyimim yok, ben hep çok uzun süre aynı genel yayın müdürüyle, yani Zafer’le çalıştım ama... Bir patron, gazete çok kötü giderse, tirajı düşerse genel yayın müdürünü değiştirilir. Aydın Bey bir gün bana, “Bu Emin’den (Çölaşan) memnun değilim. İşine son vereceğim. Ne olur?” dedi. Ben de, “Hiçbir şey olmaz” dedim. Aydın Bey Emin’i değiştirdi. ve Hürriyet ’ten 50 bin tiraj gitti. Hürriyet neredeyse yüzde 15-20 tiraj kaybetti. O tiraj kaybı Hürriyet ’i dehşete düşürdü ve Hürriyet, Emin’inkinden daha ulusalcı bir yöne savruldu. Demek ki bir medya sahibi, eski bile olsa, bir başka medya sahibinden asla akıl sormamalı.
- Bir medya patronu yazarı hangi şartlarda değiştirir?
- Okunmuyorsa, onunla kişisel bir problemi varsa... Bir de medya patronu kendisini çok güçlü hissediyorsa...
- Anlamadım...
- Medya sahibi olduğunuz zaman, medya sahipliğinin getirdiği gücün bir süre sonra sizde patolojik sonuçları oluyor. Patolojik düzeyde narsist biri olmaya başlıyorsunuz. O zaman da ister istemez huyunuz da bozuluyor. Kendinizi asla hata yapmaz sanıyorsunuz. Bir hata varsa, bunu kendinizde aramayıp başkasında arayan insan haline geliyorsunuz. Ben de o devirleri geçirdim. Gücün yol açtığı bir bozulmaydı bu. Doğrusu medya patronları arasında patolojik narsist olmayana pek rastlanmıyor. Ama derece derece oluyor bu narsizm. Murdock da, Maxwell de hep o havaya girdiler.
- Eski güçlü halinizi arıyor musunuz?
- Hayır aramıyorum dersem, sahtekâr olurum. Tabii arıyorum ama şimdiki aklımla farklı davranırdım. Benim işten ayrılmam, şimdiki durumum, biraz akıl sağlığıma geri dönmeme faydası oldu. İnsan kendine pardon demeyi öğreniyor. Şimdi kendimle hesaplaşabiliyorum.
KABADAYILIK TASLAMAYAYIM
- Türkiye’de askerlerle ilgili haberler yapılabileceğini, eleştiriler yazılabileceğini düşünür müydünüz?
- Hayır düşünmezdim. Taraf ’ın bazı manşetlerini dehşet içinde okuduğumu, ‘bunların başına bir iş gelmese keşke’ diye düşündüğümü hatırlıyorum. Bu ülke cesur insanların katkısıyla yukarıya gidiyor.
- Sizin patron olduğunuz dönemde Balyoz Darbe Planı sizin gazetenize gelseydi basar mıydınız ya da basabilir miydiniz?
- Basılmasını mutlaka arzu ederdim ama basardım diye de bir kabadayılık taslamayayım. Ama olaylar ortaya çıktıktan sonra basının bir kısmının olayları görmezden gelmesi, olayları inkâr etmesi, basmaya cesaret edenler için söylemedik şey bırakmaması, onları yaftalaması çok yüz kızartıcı oldu. Basın gerçekten çok yüz kızartıcı bir devre geçirdi. Biz, 28 Şubat 1998’de bu tür belgeleri basmayabilirdik ama 2010 farklı bir sene. Ben bu dönemde gazete sahibi olsaydım, bu olaylar çıktıktan sonra kesinlikle inkârcılık yaptırmazdım.
- Peki, ne yapardınız?
- Ergenekon lehine haberler yayımlamazdım. 367 soytarılığına da kesinlikle razı olmazdım. Eğer Sabah ’ın başında olsaydım, 27 Nisan muhtırasına da, parti kapatmaya da mutlaka karşı çıkardım. Eski gazeteci arkadaşlarıma, “AKP’nin kapatılması mümkün değil. Buna, zamanın ruhu da, dünya da izin vermez” dedim ama inandıramadım. Onlar, AKP’nin kapatılacağına ve başlarına gelen musibetlerden kurtulacaklarına o kadar fazla inanmışlardı ki... Parti kapatılmasını desteklediler. Çok ayıptı bu. Benim özlediğim basın, ayıp yapma lüksü olmayan bir basın... Onun için de böyle bir basının da devletle mümkün olduğu kadar parasal iş ilişkisi olmayacak.
- Büyük gazetelerin yönetimleri birbirinden farklı mıdır yoksa birbirine mi benzer?
- Benzer tabii. Ne kadar büyürsen o kadar fazla denge gözetmeye bakıyorsun. Büyük basının yayınlarının bu hale gelmesinin tek suçlusu sadece patron ve genel yayın müdürü değildir. Okuyucunun da bir miktar bunda payı var.
- Gazeteciliği özlediniz mi?
- Çok özledim. Gazetecilik benim hayatım. Ülkedeki büyük değişime katkı verememek beni üzüyor. Ama yine de kendimle barışığım.
- Gazete çıkarmayı düşünüyor musunuz?
- Tabii her dakika düşünüyorum. Başka bir şey düşünmüyorum.
KENDİ KÜRTLERİMİZE ÇOK AYIPLAR YAPTIK
- Nasıl bir gazete çıkarmak isterdiniz bugün?
- En demokrat gazeteyi yapma çabasında olurdum. Mutlaka AB’den yana, kendi halkıyla, Kürtleriyle barışmış, her türlü vesayete karşı çıkan çok tirajlı bir gazete çıkarmak isterdim. Ben gazete sahipliği yaptığımda, kendi Kürtlerimize çok ayıplar yaptık.
- Neler yaptınız?
- “Bilmem ne dağına F-16’lar ölüm yağdırdı” manşetleriyle çıktık. Bugün toplumda büyük bir yarılma var ve bu yarılmayı tedavi etmek, korkuları gidermek önce hükümetin sonra medyanın görevi. Bugün medya yaranın üzerine tuz döküyor. Ben bunu yapmazdım. Aksine o yarılmayı tedavi ederdim. Türkiye’yi normalleştirme işinde mutlaka görev almak isterdim. Eskiden niye yapmadım, bilmiyordum.
- Neyi bilmiyordunuz?
- Çok samimi söyleyeceğim. Yeni Asır ’ın sahibiydim. Bir arkadaşımla yürüyoruz. Büyük Efes Oteli’nin önünde ayakkabısını boyattı ve çocukla Kürtçe konuştu. Gazete sahibiyim ve hayatımda ilk defa Kürtçeyi o zaman orada duydum. Mesela İstanbul’a gelinceye kadar Alevinin kim olduğunu bilmiyordum. Bunu bilmeyen bir adam, toplumu yönlendirecek gazetelerin sahibi... Ermeni meselesini de bilmiyorduk. Hâlâ kızıyoruz. Ermeniler kendi kendilerini öldürmüş sanıyoruz. Bugün, bu farkındalıklarımla farklı bir gazete çıkarırım.
- Gazetecilikle ilgili pişmanlıklarınız var mı?
- Olmaz mı? Benim hayattaki bütün pişmanlıklarım gazetecilikle ilgili. Hızlı yükseliş dönemimde acımasız olduğum dönemlerim oldu. Farkında olmadan kaç kişinin üzerinden geçtik. Onları kesinlikle yapmazdım. İyi yaşamak, büyük servet sahibi olmak, diğerlerinden geri kalmamak gibi nedenlerle bilmediğim bir alana, banka işine girdim. Oysa hayatta arkasından gideceğin, peşini kovalayacağın güzel şeylerin olması lazım. Ben onu kaybetmiştim. Ben vicdan ve demokrasi mücadelesi hedefini kaybetmiştim. Mesela sizi kıskanıyorum.
- Niye kıskanıyorsunuz bizi?
- Türkiye’de yaşanan büyük değişiklikte bir rolüm ve katkım olsun isterdim ben de. Ama insaflı da olmam lazım. Aynı şeyi yapabilir miydim? Hayır yapamazdım, onu beceremezdim. Ama vicdanı olan bir gazete çıkarırdım. Çünkü dünya öyle bir dünya oldu ki, bu yeni dünyada haklı olmaya mecbursunuz. Dünya artık haksızlık yapmayı yasakladı. Mutlaka doğru olanı yapmanız lazım. Demokrat ve vicdanlı bir gazete çıkarmayı çok isterdim. Günübirlik bir iş yapıyorsanız mutlaka hata yaparsınız. Ama vicdanlı olunca, hatadan geri dönmek ve özür dilemek mümkün olur.
Bir dönem Türkiye'nin iki büyük medya grubundan birinin başında olan Bilgin, geçmiş günleri, pişmanlıklarını anlattı ve gazeteciliği özlediğini söyledi.
NEŞE DÜZEL: Sabah'ta gazetecilik nasıl bitti?
DİNÇ BİLGİN: Banka satın alındıktan sonra dengeli yayın yapma özeni başladı ve bu da gazeteciliği bitirdi. Sabah, ondan sonra bir türlü eski Sabah olamadı. Çünkü Hazine bürokrasisinden, Maliye Bakanı’ndan, Güneş Taner’den, kısacası siyasetçilerden çekinir oldu. Bugün Türk basınının yaşadığı felaketlerden biri de budur. Taraf ’ın diğer gazetelerden farkı da bu noktadadır.
- Farkı Nedir?
- Öbür gazeteler hep denge kollamak ve özen göstermek zorundalar. Bu, gazeteciliği bitiriyor. Mesela nükleer enerjiye ya da kömüre, ya da baz istasyonlarına yatırım yapılacak. Basında taraflar hemen belli oluyor. Gazetelerde bu konuda ne tür haberler çıkacağı önceden tahmin ediliyor. Sonra zaten görülüyor. Baz istasyonu kimine göre kanser yapıyor, kimine göre de çok iyi bir şey oluyor.
- Çünkü gazetelerin patronları o ihalelere giriyor, değil mi?
- Evet. Patronlar, gazetecilere, nükleer enerjiyi savunun demiyorlar ama gazetecilerde de maalesef patronun işinin lehinde yazmak gibi bir refleks oluştu. Gerçi aleyhte yazdığında, o gazetecinin başına iyi bir şeyler gelmeyeceğini de kestirilebiliyor insan ama... Sonuçta, gazetecinin gazeteciliği, kendini frenlemeye başladığı anda bitiyor. Sabah’ta gazetecilik, benim verdiğim hatalı karar yüzünden böyle geri gitmeye ve çökmeye başladı işte.
Medya açısından Türkiye’deki tek güç asker ve siyasetçi değil. Büyük şirketler de bir güç. Gazeteler onlara karşı da bağımsız olmak zorundalar. Büyük sermayenin ilan ambargolarına rağmen bir gazete para kazanabilir mi, ayakta kalabilir mi?
Kalabilir. Önümüzdeki dönemde işi sadece gazetecilik olan yeni teşebbüsler ortaya çıkacak ve bu gazeteler para kazanacak. Çünkü Türkiye’de medya işi artık böyle gitmez. Taraf, Türkiye’yi değiştirdi. Müthiş bir şey yaptı ve tek başına kaldıraç oldu. Ciddi söylüyorum. Türkiye, Taraf ’a çok şey borçlu. Türk ordusu da Taraf’a çok şey borçlu.
- Ne Borçlu?
- Taraf ’ın yayınları sayesinde o da kendisine bakacak ve Türk ordusu da değişecek. O da mutlaka 21. yüzyılın ordusu olacak. İleri teknoloji kullanan, gönüllü ve profesyonel bir ordu olacak. 19. yüzyılın, Napolyon’un başlattığı yığınların ordusu olmayı bırakacak. Böyle gönüllü profesyonel bir ordunun içinden askerî düşünürler çıkacak. Şimdi çıkmıyor, çünkü çıkması için askerlikten gerçekten zevk almaları lazım.
SİYASETÇİLERDEN NE ZAMAN ÇEKİNDİ?
- Medya-siyasetçi ilişkisine dönersek... Medya sahibi olarak siyasetçilerden gerçekten hiç çekinmediniz mi?
- Banka satın alıncaya kadar hayır. Banka sahibi olduktan sonra, son dönemlerde bırakın çekinmeyi, onlara yakın olmayı da denedim ama pek beceremedim. Aslında şimdi iyi bir devir var. Başbakan açık sözlü ve gazete sahiplerine pek yüz vermiyor. Hakkını vermek lazım, utanılacak ilişkiler içine girmiyor. Eskiden Maliye’de, bir devlet dairesinde işi olan basın başbakana gidiyordu ve işini patır patır yaptırıyordu. Yine eskiden telefonu çeviren başbakana ulaşabiliyordu. Şimdikine ulaşamıyorlar. Bir başbakanın böyle olması lazım.
- Bugünkü başbakanın da çok yakın olduğu bazı gazetelerden söz ediliyor. Sizce Başbakan onların da mı telefonuna çıkmıyor, onlarla da mı aynı mesafeli ilişkiyi götürüyor?
- Onu bilemiyorum ama eski tür medya ilişkileri sürseydi, bugün Türkiye’de ne Ergenekon ne de Balyoz soruşturmaları yapılabilirdi. Basının bir kısmı Ergenekon’u ve diğer korkunç olayları yok saydı ama geri kalan kısmı da olan biteni yazdı çizdi. Taraf kadar yazmadılarsa da yazdılar. O açıdan bugün geçmişten farklı olarak çok sesli bir basın var. Mehmet Barlas doğru söylüyor. 28 Şubat’ta gazeteler ortak başlıklarla çıkıyordu. Çünkü aynı yerden besleniyorlardı, haberler aynı kaynaklardan geliyordu. Söz gelimi, Aczmendilerle ilgili haberi, bize, Hürriyet ’e, Milliyet’e, ATV ’ye, Star televizyonuna aynı yerden servis yaparlardı.
SİNAN AYGÜN POSTER DAĞITIYORDU
- Generallerden çekinir miydiniz?
- Türkiye’de siyasetin bir kısmı orduya aktarılmıştı. Kimin tüm, kor ya da orgeneral olacağını gazetede haber yapan, Türkiye’den başka bir ülke yoktur dünyada. Bizde yapılıyordu, çünkü generallik onlara, yaptıkları işle mütenasip olmayan bir güç sağlıyordu. Genelkurmay başkanı darbe yapıp ülkenin başına geliyordu ya da ‘sözde’ demokratik yoldan cumhurbaşkanı oluyordu. Dolayısıyla generallik mevkii çok önemliydi ve onlardan yana olmak, onlarla birlikte görünmek, onlarla ittifak yapmak, bazı insanlar için kendilerine güç aktarmak demekti. Mesela medya patronu olarak en son Hilmi Özkök’ün Genelkurmay’daki resepsiyonuna katılmıştım. Davetten çıkışta kapıda Sinan Aygün, davetlilere torba içinde ulusalcı posterler dağıtıyordu.
- Başbakanlar basın patronlarından çekinir mi?
- Çekinirler elbette. Ama şimdikinin çekinmediği belli. Bu da benim çok hoşuma gidiyor. Bugün Türkiye, Gümrük Birliği’ne dahil. Kâğıt fiyatları üzerinde hükümetin kontrolü yok. Artık basının girdisine kimse karışmıyor.
- Gelirine karışılıyor mu?
- Basının gelir kaynakları üzerinde de hükümetin bir ipoteği yok. Çünkü eskiden KİT’ler vardı. Onların basına vereceği reklam önemliydi. Şimdi özel sektör çok büyüdü. Bu yüzden, eğer basın dışında bir iş yapmıyorlarsa, basın patronlarının bugün hükümetle doğrudan iş ilişkisi içinde olmaları ve ondan talepte bulunmaları bana saçma geliyor. Bugün basın bağımsız olma imkânlarına sahip. Ama basın, kendi patronlarından nasıl bağımsız olacak diye sorarsanız...
- Evet, basın kendi patronlarından nasıl bağımsız olacak? Ya da olabilecek mi?
- Olabilir. Bir gazetenin patrondan bağımsız olabilmesi için başarılı olması ve iyi satması lazım. Yani gazetenin gazete gibi çıkması lazım.
- Sizin yazarlarla ilişkileriniz nasıldı?
- Çok samimi söyleyeyim. Yeni Asır ’da da, Sabah ’ta da, nasıl yazması lazım geldiğine dair hiç kimseye bir müdahalede, bir tarifte bulunmadım. Yazdıklarını ertesi sabah okurdum. Bu da benim babamdan gördüğüm bir şeydi. Yazara karışılmaması lazım. Adam tarifle yazı yazamaz.
TARİFLE MANŞET YAZDIRILIR
- Tarifle köşe yazısı yazılmaz da, peki gazetelerde tarif üzerine manşet haber yazdırılmaz mı?
- Maalesef haber de, manşet de yazdırılır. Bazen genel yayın yönetmenleri patronlara sormadan yaparlar bunu. Yalnız Başbakan’ın farkında olmadığı bir şey var. Aydın Doğan istese de yazarlarını kontrol edemez. Bir sürü yazar var, hangisini kontrol edecek. Birini kontrol etse, öbürü çakacak. Birini kontrol etti diyelim, Melih çakacak. Yazar sayısı o kadar arttı ki, onları kontrol etmek artık mümkün değil.
- Yazarlar patronlardan çekinir mi?
- Herhalde çekinir.
- Patronlar, yazarları yönlendirir mi?
- Medya işi dediğiniz, sürekli etkileşim işi. Herkes birbirini etkiler ve yönlendirir.
- Peki patronlar genel yayın yönetmenlerini yönlendirir mi?
- Tabii... Patron, birlikte uyumlu çalışabileceği birini genel yayın yönetmenliğine getirir.
- Gazetenin politikasına kim karar verir? Patron mu genel yayın yönetmeni mi?
- Genel yayın müdürü patrondan daha zeki ve akıllıysa, genel yayın müdürü karar verir. Patron daha zekiyse, kendisi karar verir.
UZANLAR DARBE OLACAĞINA İNANDIRILMIŞTI
- Sizin genel yayın yönetmeninizle ilişkiniz nasıldı?
Zafer Mutlu Sabah başarılı olduğunda çok iyi, başarısız olduğunda çok kötü işler yaptı. Benden farklı değildi yani. Ben iyi yaptığım zaman o da iyi yaptı. Ben kötü yaptığımda o da kötü yaptı. Şunu söyleyeyim. Ülkedeki güç dengelerinden ilk önce gazetelerin Ankara büroları etkilenir. Mesela Uzanlar... Gazetenin Ankara’daki yöneticileri, Uzanları Türkiye’de darbe olacağına inandırmışlardı ve o da, o güce oynadı.
- Asıl görevi istihbaratçılık olan bazı kişilerin gazeteci kılığında gazetelerde çalıştıklarını biliyoruz. Patronlar bunların istihbaratçı olduklarını bilirler mi?
- Tahmin ederler. O zamanlar böyle şeyleri görmezlikten gelmek işimize gelirdi. Çünkü ileride o kurumlarla ilişkide, o gazeteci işine yarar diye düşünür patron. Bu da medyanın ayıplarından biridir tabii.
AYDIN DOĞAN'DAN EMİN ÇÖLAŞAN SORUSU
- Bir patron genel yayın yönetmenini hangi şartlarda değiştirir?
- Benim bu konuda deneyimim yok, ben hep çok uzun süre aynı genel yayın müdürüyle, yani Zafer’le çalıştım ama... Bir patron, gazete çok kötü giderse, tirajı düşerse genel yayın müdürünü değiştirilir. Aydın Bey bir gün bana, “Bu Emin’den (Çölaşan) memnun değilim. İşine son vereceğim. Ne olur?” dedi. Ben de, “Hiçbir şey olmaz” dedim. Aydın Bey Emin’i değiştirdi. ve Hürriyet ’ten 50 bin tiraj gitti. Hürriyet neredeyse yüzde 15-20 tiraj kaybetti. O tiraj kaybı Hürriyet ’i dehşete düşürdü ve Hürriyet, Emin’inkinden daha ulusalcı bir yöne savruldu. Demek ki bir medya sahibi, eski bile olsa, bir başka medya sahibinden asla akıl sormamalı.
- Bir medya patronu yazarı hangi şartlarda değiştirir?
- Okunmuyorsa, onunla kişisel bir problemi varsa... Bir de medya patronu kendisini çok güçlü hissediyorsa...
- Anlamadım...
- Medya sahibi olduğunuz zaman, medya sahipliğinin getirdiği gücün bir süre sonra sizde patolojik sonuçları oluyor. Patolojik düzeyde narsist biri olmaya başlıyorsunuz. O zaman da ister istemez huyunuz da bozuluyor. Kendinizi asla hata yapmaz sanıyorsunuz. Bir hata varsa, bunu kendinizde aramayıp başkasında arayan insan haline geliyorsunuz. Ben de o devirleri geçirdim. Gücün yol açtığı bir bozulmaydı bu. Doğrusu medya patronları arasında patolojik narsist olmayana pek rastlanmıyor. Ama derece derece oluyor bu narsizm. Murdock da, Maxwell de hep o havaya girdiler.
- Eski güçlü halinizi arıyor musunuz?
- Hayır aramıyorum dersem, sahtekâr olurum. Tabii arıyorum ama şimdiki aklımla farklı davranırdım. Benim işten ayrılmam, şimdiki durumum, biraz akıl sağlığıma geri dönmeme faydası oldu. İnsan kendine pardon demeyi öğreniyor. Şimdi kendimle hesaplaşabiliyorum.
KABADAYILIK TASLAMAYAYIM
- Türkiye’de askerlerle ilgili haberler yapılabileceğini, eleştiriler yazılabileceğini düşünür müydünüz?
- Hayır düşünmezdim. Taraf ’ın bazı manşetlerini dehşet içinde okuduğumu, ‘bunların başına bir iş gelmese keşke’ diye düşündüğümü hatırlıyorum. Bu ülke cesur insanların katkısıyla yukarıya gidiyor.
- Sizin patron olduğunuz dönemde Balyoz Darbe Planı sizin gazetenize gelseydi basar mıydınız ya da basabilir miydiniz?
- Basılmasını mutlaka arzu ederdim ama basardım diye de bir kabadayılık taslamayayım. Ama olaylar ortaya çıktıktan sonra basının bir kısmının olayları görmezden gelmesi, olayları inkâr etmesi, basmaya cesaret edenler için söylemedik şey bırakmaması, onları yaftalaması çok yüz kızartıcı oldu. Basın gerçekten çok yüz kızartıcı bir devre geçirdi. Biz, 28 Şubat 1998’de bu tür belgeleri basmayabilirdik ama 2010 farklı bir sene. Ben bu dönemde gazete sahibi olsaydım, bu olaylar çıktıktan sonra kesinlikle inkârcılık yaptırmazdım.
- Peki, ne yapardınız?
- Ergenekon lehine haberler yayımlamazdım. 367 soytarılığına da kesinlikle razı olmazdım. Eğer Sabah ’ın başında olsaydım, 27 Nisan muhtırasına da, parti kapatmaya da mutlaka karşı çıkardım. Eski gazeteci arkadaşlarıma, “AKP’nin kapatılması mümkün değil. Buna, zamanın ruhu da, dünya da izin vermez” dedim ama inandıramadım. Onlar, AKP’nin kapatılacağına ve başlarına gelen musibetlerden kurtulacaklarına o kadar fazla inanmışlardı ki... Parti kapatılmasını desteklediler. Çok ayıptı bu. Benim özlediğim basın, ayıp yapma lüksü olmayan bir basın... Onun için de böyle bir basının da devletle mümkün olduğu kadar parasal iş ilişkisi olmayacak.
- Büyük gazetelerin yönetimleri birbirinden farklı mıdır yoksa birbirine mi benzer?
- Benzer tabii. Ne kadar büyürsen o kadar fazla denge gözetmeye bakıyorsun. Büyük basının yayınlarının bu hale gelmesinin tek suçlusu sadece patron ve genel yayın müdürü değildir. Okuyucunun da bir miktar bunda payı var.
- Gazeteciliği özlediniz mi?
- Çok özledim. Gazetecilik benim hayatım. Ülkedeki büyük değişime katkı verememek beni üzüyor. Ama yine de kendimle barışığım.
- Gazete çıkarmayı düşünüyor musunuz?
- Tabii her dakika düşünüyorum. Başka bir şey düşünmüyorum.
KENDİ KÜRTLERİMİZE ÇOK AYIPLAR YAPTIK
- Nasıl bir gazete çıkarmak isterdiniz bugün?
- En demokrat gazeteyi yapma çabasında olurdum. Mutlaka AB’den yana, kendi halkıyla, Kürtleriyle barışmış, her türlü vesayete karşı çıkan çok tirajlı bir gazete çıkarmak isterdim. Ben gazete sahipliği yaptığımda, kendi Kürtlerimize çok ayıplar yaptık.
- Neler yaptınız?
- “Bilmem ne dağına F-16’lar ölüm yağdırdı” manşetleriyle çıktık. Bugün toplumda büyük bir yarılma var ve bu yarılmayı tedavi etmek, korkuları gidermek önce hükümetin sonra medyanın görevi. Bugün medya yaranın üzerine tuz döküyor. Ben bunu yapmazdım. Aksine o yarılmayı tedavi ederdim. Türkiye’yi normalleştirme işinde mutlaka görev almak isterdim. Eskiden niye yapmadım, bilmiyordum.
- Neyi bilmiyordunuz?
- Çok samimi söyleyeceğim. Yeni Asır ’ın sahibiydim. Bir arkadaşımla yürüyoruz. Büyük Efes Oteli’nin önünde ayakkabısını boyattı ve çocukla Kürtçe konuştu. Gazete sahibiyim ve hayatımda ilk defa Kürtçeyi o zaman orada duydum. Mesela İstanbul’a gelinceye kadar Alevinin kim olduğunu bilmiyordum. Bunu bilmeyen bir adam, toplumu yönlendirecek gazetelerin sahibi... Ermeni meselesini de bilmiyorduk. Hâlâ kızıyoruz. Ermeniler kendi kendilerini öldürmüş sanıyoruz. Bugün, bu farkındalıklarımla farklı bir gazete çıkarırım.
- Gazetecilikle ilgili pişmanlıklarınız var mı?
- Olmaz mı? Benim hayattaki bütün pişmanlıklarım gazetecilikle ilgili. Hızlı yükseliş dönemimde acımasız olduğum dönemlerim oldu. Farkında olmadan kaç kişinin üzerinden geçtik. Onları kesinlikle yapmazdım. İyi yaşamak, büyük servet sahibi olmak, diğerlerinden geri kalmamak gibi nedenlerle bilmediğim bir alana, banka işine girdim. Oysa hayatta arkasından gideceğin, peşini kovalayacağın güzel şeylerin olması lazım. Ben onu kaybetmiştim. Ben vicdan ve demokrasi mücadelesi hedefini kaybetmiştim. Mesela sizi kıskanıyorum.
- Niye kıskanıyorsunuz bizi?
- Türkiye’de yaşanan büyük değişiklikte bir rolüm ve katkım olsun isterdim ben de. Ama insaflı da olmam lazım. Aynı şeyi yapabilir miydim? Hayır yapamazdım, onu beceremezdim. Ama vicdanı olan bir gazete çıkarırdım. Çünkü dünya öyle bir dünya oldu ki, bu yeni dünyada haklı olmaya mecbursunuz. Dünya artık haksızlık yapmayı yasakladı. Mutlaka doğru olanı yapmanız lazım. Demokrat ve vicdanlı bir gazete çıkarmayı çok isterdim. Günübirlik bir iş yapıyorsanız mutlaka hata yaparsınız. Ama vicdanlı olunca, hatadan geri dönmek ve özür dilemek mümkün olur.