"Niye artistlik yapıyorsun da Türkçe uçuculuk yazmıyorsun?" diyebilirsiniz, haklısınız. Tınısı hoşuma gitti diyelim.
Şu anda ülke futbol gündemini en iyi tarif eden kelime. İki takvim haftasında nasıl tüm sözlerin, tüm iddialı demeçlerin uçup gidiverdiğini, onların yerine nasıl yine iki hafta içinde uçup gidebilecek söylemlerin konulduğunu, net bir şekilde görüyor gören gözler.
Ne oldu iki hafta önce, geçen haftaki yazımda bahsettiğim sürpriz faktörünün parçası olmayı kendi hayrına değil de sürpriz yapmış olmak için, seneler sonra bir takımın taraftarlarına "O maçı alsaydık"lı cümleler kurdurmak için gerçekleştiren İ.B.B lig liderini yendi. Aynı hafta Fenerbahçe de Ali Sami Yen'den galip çıktı. Yetmedi, bir sonraki hafta ligin sessiz favorisi konumunu sinsi adımlarla kovalayan Beşiktaş, ligin loto takımıyla berabere kaldı. Fenerbahçe ve Bursa kazanırken, Galatasaray da Sivas karşısında puan kaybetti. Uçtuk.
Daha geriye gidelim, Şubat virajını alamayıp ligde puanlar kaybeden Fenerbahçe olağan bir Volkan Demirel hatasıyla Avrupa defterini kapadı. Aynı gün, dakikalar öncesinde, ligde Bursa'nın ensesinden ayrılmayan Galatasaray, İspanyol'ların "Leo Franco'nun intikamı" olarak adlandırdıkları maçın rövanşında elenen taraf oldu. Uçmuş bulunduk.
Sami Yen'de Fenerbahçe kazanırken, intikamcı Leo Franco yakan adam, mabadıyla yaptığı stopla değil de çıkardığı Keita şutuyla hatırlanmasını futbol adına tercih edeceğiniz Volkan Demirel kahramanlardan biri oldu. Yine uçtuk.
Aralarda konmak lazımdı, konamadık. Bir hafta Galatasaray'ı favori gösterdik, sonra Beşiktaş'ı avantajlı belledik, kesmedi Bursa'nın hakkını teslim ettik ama Fener'i de unutmadık. Ocak ayının transfer şampiyonu, bugün kadrosunu ve transferlerinin gerekliliğini tartışıyor, kapasiteli hocasının yeterliliğiyle (?) birlikte.
Ocak'ta bir Dünya çapında sol bek, bir de sağ kanat/forvet gönderip, onları göndermeden önce de eksikleri olan kadrosuna, bir de yabancı kontenjanı yaparak sadece tek bir (bence isabetli) transfer yapan diğeri ise hesap makinelerine sarılmış hesap kitap yapıyor.
Fenerbahçe'nin kanat problemi var, tuhaf bir İspanyol forveti var, orta sahasının ortasında Emre olmadığı zaman uçları bağlamakta zorlanıyor. Kulübesi sakatlık ve ceza krizlerinde ilkonbir oyuncusu gibi oynayacak alternatiflere sahip olmadığı gibi, maç içinde oyuna girip gidişat değiştirebilecek isimler de barındırmıyor. Ama bugün Bursa tökezlesin diye bekleyen ilk takım.
Galatasaray'ın da Rijkaard'ın oyun düzenine göre kilit görev üstlenen mevkide, orta üçlüde, ve kanatları desteklemesi gereken beklerinde dertleri var. Günü geldiğinde ülkenin en iyi orta sahası olarak adlandırılan milli oyunculardan oluşan bölgede tutukluk yaşıyor. O tutukluğu çözebilecek gibi gözüken Elano da kendine biçilecek role yapılan müdahelelerden dolayı verimsiz. Bunun üstüne Ocak'taki kontenjan barajına takılanın, sözleşmesi dondurulabilecek Kewell yerine Nonda olması eklenince kanat alternatifi bol, forvet alternatifi dar bir takım hali aldı Galatasaray. Ama bu kadrosuyla dahi bu ligde mevcut puan durumuna göre kovalayabilecek beceriye sahip. Fikstürün cüce kalmış olması onları başkalarının ayağına baktırıyor, en büyük reel handikap bu. Reel olmayan handikabı ise kendileri yaratıyorlar, tıpkı rakiplerinin Şubat sonunda yaptığı gibi.
Şubat sonunda başkanlarının üç sene şampiyonluk sözü uzaklaşır gözükürken "Olamazlarsa istifa eder mi?" soruları gündemdeydi. Bugün rakibinin Ocak transferleri konusundaki yorumları akla gelince "Nasıl yani?" dedirtiyor, çünkü Galatasaray taraftarı da benzeri soruları sorar hale geldi. Burada bir çelişki yok mu?
Bu ligin bu sezondan alacağı çok ders olduğu kesin. Sezon sonunda tabelanın gösterdiğinin bunda çok etkisi olacağı da kesin. Gelinen noktada eldeki “yüksek maddi imkan-düşük yerli oyuncu arzı” nedeniyle görülen sıkıntıya daha gerçek ve köktenci bir müdahelede bulunulması gerekiyor örneğin. Elinde milli takımda oynayan veya aday oyuncular olan takımların en eksik gözüken mevkilerinin bu oyuncuların mevkileri olmaması lazım örneğin. Bu oyuncuların becerileri gerçekçi olarak ortaya konmalı, onlardan beklenen şeyler buna göre belirlenmeli, olmuyorsa takviyede öncelik buna verilmeli. "Sınırsız yabancı" diye (haklı) bayraktarlık yapanların izin verilen kısıtlı kontenjanı zayi etmemeleri de gerekiyor.
Asıl en önemlisi, geçen hafta yazdığım diğer yazının başlığının aksine, kazananın aynaya bakmayı ihmal etmemesi gerekiyor. 2010-11 sezonu planlanırken Fenerbahçe'yi, kendisinin mi yoksa Galatasaray veya Bursa'nın mı şampiyon olduğunun, Galatasaray'ı da, kendisinin mi yoksa Bursa veya Fenerbahçe'nin mi şampiyon olduğunun belirlememesi gerekiyor. Herkesin bu senenin sevap ve günah yekününü tabeladan bağımsız yürütmesi gerekiyor. Kazansa da, kaybetse de... Uçmadan...
Ne oldu iki hafta önce, geçen haftaki yazımda bahsettiğim sürpriz faktörünün parçası olmayı kendi hayrına değil de sürpriz yapmış olmak için, seneler sonra bir takımın taraftarlarına "O maçı alsaydık"lı cümleler kurdurmak için gerçekleştiren İ.B.B lig liderini yendi. Aynı hafta Fenerbahçe de Ali Sami Yen'den galip çıktı. Yetmedi, bir sonraki hafta ligin sessiz favorisi konumunu sinsi adımlarla kovalayan Beşiktaş, ligin loto takımıyla berabere kaldı. Fenerbahçe ve Bursa kazanırken, Galatasaray da Sivas karşısında puan kaybetti. Uçtuk.
Daha geriye gidelim, Şubat virajını alamayıp ligde puanlar kaybeden Fenerbahçe olağan bir Volkan Demirel hatasıyla Avrupa defterini kapadı. Aynı gün, dakikalar öncesinde, ligde Bursa'nın ensesinden ayrılmayan Galatasaray, İspanyol'ların "Leo Franco'nun intikamı" olarak adlandırdıkları maçın rövanşında elenen taraf oldu. Uçmuş bulunduk.
Sami Yen'de Fenerbahçe kazanırken, intikamcı Leo Franco yakan adam, mabadıyla yaptığı stopla değil de çıkardığı Keita şutuyla hatırlanmasını futbol adına tercih edeceğiniz Volkan Demirel kahramanlardan biri oldu. Yine uçtuk.
Aralarda konmak lazımdı, konamadık. Bir hafta Galatasaray'ı favori gösterdik, sonra Beşiktaş'ı avantajlı belledik, kesmedi Bursa'nın hakkını teslim ettik ama Fener'i de unutmadık. Ocak ayının transfer şampiyonu, bugün kadrosunu ve transferlerinin gerekliliğini tartışıyor, kapasiteli hocasının yeterliliğiyle (?) birlikte.
Ocak'ta bir Dünya çapında sol bek, bir de sağ kanat/forvet gönderip, onları göndermeden önce de eksikleri olan kadrosuna, bir de yabancı kontenjanı yaparak sadece tek bir (bence isabetli) transfer yapan diğeri ise hesap makinelerine sarılmış hesap kitap yapıyor.
Fenerbahçe'nin kanat problemi var, tuhaf bir İspanyol forveti var, orta sahasının ortasında Emre olmadığı zaman uçları bağlamakta zorlanıyor. Kulübesi sakatlık ve ceza krizlerinde ilkonbir oyuncusu gibi oynayacak alternatiflere sahip olmadığı gibi, maç içinde oyuna girip gidişat değiştirebilecek isimler de barındırmıyor. Ama bugün Bursa tökezlesin diye bekleyen ilk takım.
Galatasaray'ın da Rijkaard'ın oyun düzenine göre kilit görev üstlenen mevkide, orta üçlüde, ve kanatları desteklemesi gereken beklerinde dertleri var. Günü geldiğinde ülkenin en iyi orta sahası olarak adlandırılan milli oyunculardan oluşan bölgede tutukluk yaşıyor. O tutukluğu çözebilecek gibi gözüken Elano da kendine biçilecek role yapılan müdahelelerden dolayı verimsiz. Bunun üstüne Ocak'taki kontenjan barajına takılanın, sözleşmesi dondurulabilecek Kewell yerine Nonda olması eklenince kanat alternatifi bol, forvet alternatifi dar bir takım hali aldı Galatasaray. Ama bu kadrosuyla dahi bu ligde mevcut puan durumuna göre kovalayabilecek beceriye sahip. Fikstürün cüce kalmış olması onları başkalarının ayağına baktırıyor, en büyük reel handikap bu. Reel olmayan handikabı ise kendileri yaratıyorlar, tıpkı rakiplerinin Şubat sonunda yaptığı gibi.
Şubat sonunda başkanlarının üç sene şampiyonluk sözü uzaklaşır gözükürken "Olamazlarsa istifa eder mi?" soruları gündemdeydi. Bugün rakibinin Ocak transferleri konusundaki yorumları akla gelince "Nasıl yani?" dedirtiyor, çünkü Galatasaray taraftarı da benzeri soruları sorar hale geldi. Burada bir çelişki yok mu?
Bu ligin bu sezondan alacağı çok ders olduğu kesin. Sezon sonunda tabelanın gösterdiğinin bunda çok etkisi olacağı da kesin. Gelinen noktada eldeki “yüksek maddi imkan-düşük yerli oyuncu arzı” nedeniyle görülen sıkıntıya daha gerçek ve köktenci bir müdahelede bulunulması gerekiyor örneğin. Elinde milli takımda oynayan veya aday oyuncular olan takımların en eksik gözüken mevkilerinin bu oyuncuların mevkileri olmaması lazım örneğin. Bu oyuncuların becerileri gerçekçi olarak ortaya konmalı, onlardan beklenen şeyler buna göre belirlenmeli, olmuyorsa takviyede öncelik buna verilmeli. "Sınırsız yabancı" diye (haklı) bayraktarlık yapanların izin verilen kısıtlı kontenjanı zayi etmemeleri de gerekiyor.
Asıl en önemlisi, geçen hafta yazdığım diğer yazının başlığının aksine, kazananın aynaya bakmayı ihmal etmemesi gerekiyor. 2010-11 sezonu planlanırken Fenerbahçe'yi, kendisinin mi yoksa Galatasaray veya Bursa'nın mı şampiyon olduğunun, Galatasaray'ı da, kendisinin mi yoksa Bursa veya Fenerbahçe'nin mi şampiyon olduğunun belirlememesi gerekiyor. Herkesin bu senenin sevap ve günah yekününü tabeladan bağımsız yürütmesi gerekiyor. Kazansa da, kaybetse de... Uçmadan...