Üsküp, Kuzey Makedonya'nın başkenti ve en büyük kentidir. Ülkenin politik, kültürel, ekonomik ve akademik merkezi olan kent, ortasından geçen Vardar Nehri tarafından ikiye ayrılır.
Üsküp Makedonya’nın kuzeyinde, Balkan yarımadası'nın merkezinde ve Belgrad ile Atina arasında ve Kosova’ya yakın bir bölgededir. Şehir, Yunanistan'da Ege Denizi'ne akan Vardar Nehri boyunca batı-doğu eksenine göre Üsküp vadisinde inşa edilmiştir.
Farklı mimari stillerin kesiştiği Balkan şehri
Bizans yıllarından Osmanlı dönemine kadar birçok esere ev sahipliği yapan şehir, özellikle 1963'te şehri harabeye çeviren depremin ardından yaygınlaşan brütalist mimari ve son dönemdeki barok stil ön cephe çalışmalarıyla dikkat çekiyor. Şehirde ayrıca eşine nadir rastlanan yeni-müdeccen (neo-muejar) veya yeni-endülüs mimari özelliklerini taşıyan bir yapı da bulunuyor.
Osmanlı himayesindeki bu toprakları almak için 1689'da taarruz başlatan Avusturyalı General Enea Silvio Piccolomini, şehri kontrol altında tutamayacağını anlayınca ateşe vermiş, iki gün süren yangının ardından sadece taş yapılar ayakta kalabilmişti.
Asırlar boyunca farklı milletlerin yurt edindiği Üsküp'ün, "Scupi" adıyla Dardanlar döneminde kurulduğu ve Roma İmparatorluğu yıllarında da bu şehrin kalıntıları üzerine yeniden inşa edildiği belirtiliyor. Bu şehrin günümüze ulaşan kalıntılarında duvarlar, tiyatro, bazilika ve hamam gibi yerler kısmen keşfedildi.
Şehrin tarihine şahitlik eden bir başka önemli eser Üsküp Su Kemeri. Romalılar ya da Doğu Romalılar tarafından 6. yüzyılda inşa edildiği düşünülse de bazı kaynaklarda eserin Osmanlılar tarafından yaptırıldığı ifade ediliyor. Osmanlılar döneminde Mustafa Paşa Su Kemeri olarak bilinen bu yapının Eski Üsküp Çarşısı'na ve buradaki Mustafa Paşa Camisi'ne su taşıdığı biliniyor. Yaklaşık 200 kemerden oluşan geriye sadece 50 kadarı ulaşabildi.
Eski Üsküp Çarşısı ve Osmanlı eserleri
Eski Üsküp Türk Çarşısı olarak da anılan bu "alışveriş merkezi", küçük dükkanları, atölyeleri, Osmanlı camileri, geleneksel restoranları, han ve hamamlarıyla adeta şehrin ruhunu hissettiriyor.
Her bir sokağı tarihe tanıklık eden çarşı, yerli halkın da yabancı turistlerin de en uğrak adresi. Gelenekleri ayakta tutan çarşı, her köşesinde gizli bir tarih barındırıyor.
Evliya Çelebi, "Seyahatnamesi" eserinde Üsküp'te o dönemde 125 cami olduğundan söz etse de bugüne ulaşan nadide örnekler arasında Mustafa Paşa, Murat Paşa, Sultan Murad ve Alaca camileri, Kurşunlu, Kapan ve Sulu hanlar ile Çifte ve Davut Paşa hamamları yer alıyor.
Aynı döneme ait bir diğer nadide eser ise Üsküp Saat Kulesi. Şehre hakim bir tepede, Sultan Murad Camisi'nin yanında bulunan saat kulesinin kubbesi, Ortaçağ Rus mimarisine benzetilmesi sebebiyle farklı bir mimari özellik taşıyor.
Depremde hasar gören kulenin saatleri tamir bahanesiyle sökülmüş ve ardından kaybolmuştu. Saat kulesi, Türkiye'nin de katkılarıyla 2008'de İsviçre yapımı yeni saatlerine kavuşmuştu.
Saat kulesi ile Sultan Murad Camisi'nin bulunduğu külliye, Türk İşbirliği ve Koordinasyon Ajansı Başkanlığınca (TİKA) restore ediliyor.
Şehrin ortasından geçen Vardar Nehri'nin iki yakasını birleştiren Taşköprü de Osmanlıların Üsküp'teki sembol eserlerinin başında geliyor. Fatih Sultan Mehmed Köprüsü olarak da bilinen 12 ayaklı, 220 metre uzunluğunda ve 6 metre genişliğindeki köprünün birçok savaş ve depremde zarar gördüğü biliniyor.
"Arap Evi" ve Endülüs mimarisi
Balkanlar'da Endülüs mimarisi ya da diğer adıyla yeni-müdeccen (neo-mudejar) veya yeni-endülüs mimarisi özelliklerine sahip iki bina olduğunu biliniyor. Bunlardan biri Üsküp'teki Arap Evi, diğeriyse Saraybosna'daki Vijecnica Kütüphanesi.
Rivayetlere göre, 1936-1938 yıllarında Üsküp'te yaşayan Ermeni tekstilci Agop Dikiciyan'ın sevdiği kadın Agavni için yaptırdığı bu eser, mimari özellikleriyle ilgi uyandırıyor. Bugün belli bir işlevi olmayan Arap Evi, bir dönem otel olarak da hizmet verdi.