Pamuk, bir toplumda var olan farklı dinlerin, alışkanlıkların, davranışların, inançların, inançsızlıkların, öfkelerin ve kabullenmelerin ancak hoşgörüyle anlaşılabileceğini söyledi.
Dünyaca ünlü yazar Umberto Eco’nun ‘Çılgınlığında deha var’ diyerek övdüğü Türkiye’nin Nobel ödüllü ilk ve tek yazarı Orhan Pamuk, Yaşar Kemal’den yeni kitabı ‘Kafamda Bir Tuhaflık’a, Charlie Hebdo saldırısından İstanbul’da yaşamak ve hoşgörüye kadar birçok farklı konuda İHA’ya özel açıklamalarda bulundu.
‘BOZACI’YLA İSTANBUL’UN DEĞİŞİMİNİ ANLATTI
Bir boza satıcısının hayatı üzerinden, İstanbul’un yaşadığı değişimlere ayna tuttuğu ‘Kafamda Bir Tuhaflık’ ile okuyucusunu, İstanbul’un arka sokakları olarak tarif edilen Gültepe, Kuştepe, Tarlabaşı gibi semtlerde yaşayanların ve Anadolu’dan göçenlerin hayatlarına misafir eden Orhan Pamuk, kitaplarında İstanbul’un temel kahramanlardan biri olduğunu söyledi.
İnsanları İstanbul’da tanıdığı için, onları yazarken farkında olmadan İstanbul’u da yazdığını belirten Orhan Pamuk, “Ben yazmaya başladığımda Türkiye’nin kırsal sorunları çok büyüktü ve herkes köy romanı yazıyordu. Ben yalnızca İstanbul’u bildiğim ve insanları İstanbul’da tanıdığım için onları yazarken farkında olmadan İstanbul’u da yazmış oldum. Benim Adım Kırmızı, Beyaz Kale ve Kara Kitap’ta İstanbul’un tarihi vardı, ancak Kafamda Bir Tuhaflık’ta ise şehrin yeni durumları yer aldı. 1950’lerde başlayan göçlerden bugünkü yüksek apartman kulelerine kadar bütün şehrin tarihini sokaktaki vatandaşın gözünden vermeye çalıştım. Bu tarihi hikaye ederken de şehrin değişimini romandaki kahramanların kişisel hikayeleri olarak verdim. Yani çeşitli kültürlerden, etnik gruplardan, mezheplerden ve tarikatlardan şehre gelen insanların kimliğini olduğu gibi yansıtmaya çalıştım” dedi.
“GÜLÜP GEÇMEK KENDİNİZE GÜVENİN İŞARETİDİR”
Fransız mizah dergisi Charlie Hebdo’nun Paris’teki merkezine yapılan ve 12 kişinin hayatını kaybettiği silahlı saldırı sonrasında İtalyan Gazetesi La Repubblica’da bir makale kaleme alan Orhan Pamuk, “İfade özgürlüğüne ve insan onuruna yönelik bu saldırıya karşı dik durulmalı” demişti. Bir toplumda var olan farklı dinlerin, alışkanlıkların, davranışların, inançların, inançsızlıkların, öfkelerin ve kabullenmelerin ancak hoşgörülüyle anlaşılabileceğini belirten Pamuk, “Bizimle aynı inancı, davranışı ve zevkleri paylaşmayan insanlarla büyük bir şehirde yaşamak için hoşgörülü ve anlayışlı olmamız gerekir. Bizim gibi olmayanlardan da bir şeyler öğrenebileceğimizi ve farklılıkların, karşımızdaki insanın kusuru değil de belki bizim eksiğimiz olabileceğini anlamamız lazım. Hepimizin dini maneviyatı ve kutsalları var. Başkaları inandığımız şeylere inanmayabilir ama hoş görmek, görmezlikten gelmek ve biri size kötü şeyler söyleyip üzmeye çalıştığında bile gülüp geçmek kendinize güvenin işaretidir. Ben başkalarıyla kavgaya tutuşmaktan yana değil, kendi içime dönüp derinleşmekten, geçmişimdeki ve geleceğimdeki incelikleri keşfetmekten yanayım. Başkalarıyla kavga etmeyi çok da gerekli görmem” ifadelerini kullandı.
YAŞAR KEMAL’İN ARDINDAN
28 Şubat’ta hayatını kaybeden Türk edebiyatının en önemli yazarlarından Yaşar Kemal’in ardından, “O anlatırdı, ben dinlerdim. O usta, ben çömezdim. Kendisine hayrandım” diyen Orhan Pamuk, Türkçe var olduğu süreci Yaşar Kemal’in romanlarının okunacağını ifade ederek, “Yaşar Kemal ile olan arkadaşlığımı hatırlayarak kendimi teselli ediyorum. Türkiye’de kötü şeyler oluyordu. Onun kıskananı, düşmanı ve kötülük edeni çoktu. Bunlar üzerine konuşurduk. Ama bunlar kötü konular” dedi.
“YÜRÜYÜŞLERİMİZİ ÖZLÜYORUM”
Yaşar Kemal’e dair bahsetmek istediği konuların başında onunla yaptığı yürüyüşler ve bu yürüyüşlerde öğrendiği şeyler olduğunu vurgulayan Pamuk, “Ben, ona gittiğim zaman Basınköy’de otururdu. ‘Hadi Sirkeci’ye gidelim’ dediğinde, dolmuşla değil yürüyerek giderdik. Yürürken o anlatırdı, ben dinlerdim. Onu dinlemekten çok hoşlanırdım. Onun bana anlattığı şey kitaplarda yoktu ve o anlatırken her zaman, ‘Amma çok şey biliyor, amma çok şey yaşamış’ derdim. Onu hayranlıkla dinlerdim. Bir anlamda resmi tarih ve görüş onun anlattıklarını bastırdığı için de bahsettiklerini kitaplarda bulamazdım. ‘Kafamda Bir Tuhaflık’ta şahsi görüş-resmi görüş diye anlatıyorum ya, işte onun anlattıklarında bir kaşık resmi görüş yoktu, hepsi şahsi tarihti. Şahsi tarih ise dürüst bir tarihti. Yaşadığım ülkenin zenginliğini, karmaşasını iyi ve kötü yanını o anlatır, ben dinlerdim ve bu durumdan ben çok memnundum” diye konuştu.