90’larda ergenliğimizin doruklarında gezinirken müzik, sinema, kitaplar, arkadaşlık ve televizyon dizileri ruhumuza iyi geliyordu. Ancak coğrafya olarak uzaktaydı o ruhlar. “Evimiz Hollywood”da dizisinin bıçkın delikanlıları Brandon ve Dylan ergenlik rüyalarımızın başrolünü paylaşıyordu. Bu ilişkinin rüyadan ibaret olduğunu anlayıp, intihara doğru sürüklenirken, elimizden beyaz ata hiç de ihtiyaç duymayan bir prens tuttu. Televizyon kumandasından öte hayatımızın kumandasını ele geçirdi. Upuzun saçlarıyla ve küpesiyle serseri; yaşama sevinci aşılayan gülüşüyle romantik bir ruha kavuştuk. 1994 yapımı “Şehnaz Tango”da Ergün karakteriyle büyüledi bizi Nejat İşler. Ergün..Er geç bir gün tanışacaktık seninle, dokunacaktık birbirimizin hayatlarına. Brandon da kimdi? Dylan yanından bile geçemezdi. Küçük ergenlik camiamızda büyük üne kavuşan Nejat İşler’le ilgili tabi ki daha fazla detay öğrenmeliydik. Tezgahların en güzelini yaptığını, İstanbul’da kitap tezgahı açarak geçindiğini böylece öğrendik. İşler sadece biiz etkilemedi elbette. Annelerin de Nejat oğlu olmayı başardı. Annem ve arkadaşlarının “Her erkekte Nejat gülüşü olmalı” dediğini hatırlarım.
2000’lere geldiğimizde biz iş güç davasına savrulduk, Nejat “Aliye”ye başladı. Ancak neyse ki sinema sahnesinden uzak durmadı. “Mustafa Hakkında Herşey” “Yumurta” Barda” ve “Ejder Kapanı” tarafımızdan ilgiyle izlendi
Sonra tabi kirlendi dünya. Nejat bizim gibilerin gizli lideriydi. Dayatılanı kabul etmeyen, hep eleştiren, bazen kızgın, kırılgan ve herşeye rağmen sevgi dolu.. Aynı yalanı söyledik belki kendimize, aynı yıldıza bakıp iyilikler diledik birbirimize. 2011 yapımı “Kaybedenler Kulübü” işte bizim en büyük kanıtımızdı. Aynı kulübün çocuklarıydık. Kötü şeyler de olur hayatta evet hepimize oldu. Kalbimizde özenle sakladığımız o çocuğa rağmen büyüdük. Kabullendik. Biliyorduk Nejat da kabullenmişti, önce kendini sonra hayatın getirdiklerini. Derken Altın Palmiyeli “Kış Uykusu” geldi. Sesi güzel bir uykudan uyanmak gibiydi. Ne kadar özlemişiz dedik.
İki gün önce başrolünde yer aldığı “İstanbul Kırmızısı” filminin basın toplantısına Büyükada’ya doğru yol alırken düşündüm bu paralel hayatlar özetini. Tanışma şansı bulduğum oyuncular listesinde Nejat İşler yoktu. Tanışmam gereken oyuncular listesindeyse üst sıralardaydı. Korktum, belki de keyfi yoktu. Acaba sohbet etmek ister miydi? Gibi önyargılarla dolu saçma sorularımı koluma takarak yürüdüm buluşmanın yapılacağı otele. Kalabalık bir basın grubuyduk. Gruba karşı bu son bahçelerde Ferzan Özpetek, Tuba Büyüküstün, Mehmet Günsür, Halit Ergenç ve Nejat İşler oturuyordu keyiflerince. Özpetek aynı adlı kitabından yola çıkarak çektiği filmiyle ilgili konuşurken gözüm ona takıldı. Yönetmenle frekansları tutmuştu belli ki. Özpetek konuşuyor, o gülüyordu. Filmin başrolü Deniz karakterine hayat veriyordu. “Nasıl bir karakter?” diye sorduk, “Ben bilmem Ferzan anlatsın” dedi, güldü. “İtalyan oyuncular mı, Türk oyuncular mı?” diye soruldu, “Hadi bakalım, ne cevap vericen” dedi, güldü... Neredeyse hiç konuşmamasına rağmen basın toplantısının en çok konuşulan ismi o oldu.
İŞLER’LE KİTAP SOHBETİ
Özel röportaja kalabalığın içinden çekim yapılacak odaya zar zor geçtiğimizde sağ baştan saydım: Programımızın sunucusu Gülay Afşar, kameraman arkadaşlarım, Özpetek, Büyüküstün, Günsür, Ergenç.. Hayır! İşler yok. Olsun! İşler’den önce İş gelmeliydi. On dakikalık çekimimizi bitirdik. Başım önümde gözyaşımı pınarımda bekletip dönüş vapurunda düşürmek üzere kapıya doğru yönelirken basın danışmanının sesiyle irkildim: “Neco sizi bekliyor”. Neco ile sunucumuzu buluşturmak on saniyemi aldı. Güzel bir işe daha imza attık. Sıradaki hedefim, bir fotoğraf çektirip, iki kelam etmekti. Hiç kırmadı, tüm kibarlığıyla paylaştığım karenin başrolü olduk. Hemen atıldım: “Kitabını okudum.” “Okudun mu!” dedi. Gözlerindeki bir iki saniyelik pırıltıyı kaçırmadım. Yazar olduğunu iddia etmeyen, sadece emeğinin karşılığını almanın hoşnutluğunu ve paylaşmanın güzelliğini barındıran bir ışıltıydı bu. Bazı bölümlere çok güldüğümü söylediğimde “Evet, komik olması için uğraştım” dedi İşler. Tevazuyla dolu bu cümlesini de cebime koyduktan sonra, bir gökyüzü dolusu iyilik dileyip ayrıldım yanından...
“GERÇEK HESAP BU”
Arkadaşlarının “Hadi yaz abi” ricasıyla kitap yazma işine girişen İşler, yorulmadan, sıkılmadan, keyifle okunacak bir işe imza atmış bence. Kronolojik bir sıra gözetmeden başından geçen serüvenleri kağıda dökmüş. Dedesine duyduğu sevgiden, Eyüp’te geçen çocukluğundan, askerlikten, manitacılıktan, Steve Jobs’la soyadı benzerliğinden, kurduğu kitap tezgahlarından, o tezgahların birinde Gülten Dayıoğlu ile tanışma hikayesinden, güneye yolculuklardan, Gümüşlük’ten, Kemancı’dan, Teşvikiye’den aşktan, sırdaşlıktan ve hep hareket halinde olup, tutunmaya değer birşeyler bulmaktan bahsediyor bu hayat hikayesinin halka arzı. Kitabın geliri tabi ki başkanı olduğu Gümüşlükspor Kulübü’ne gidecek. Kitabın ruhuysa “iyi”yi işaret ediyor. İyi sohbet, iyi kitap, iyi oyunlar, iyi oyuncular ve iyi adamların ve kadınların ruhu geziniyor sayfalarda... Herşeye rağmen umut etmeyi, yıkıp geçmek yerine insan biriktirmeyi, unutulmayacak anlar, anlatacak anılar yaşamanın ne kadar harika olduğunu, harika bir adamın kaleminden okumak bana iyi geldi. O yüzden Neco’nun bende yarattığı ruh halini kitabında yer verdiği şu sözüyle noktalıyorum: “İyi insanlara salak muamelesi yapmayı bıraktığın an iyi insan olacaksın, bu da sana yeter.”