Şizofreni; kişinin düşüncelerini, davranışlarını, duygularını ifade biçimini bozan, kişiden kişiye seyri farklılık gösteren kronik bir ruhsal rahatsızlık. 11 Nisan Dünya Şizofreni Günü nedeniyle açıklama yapan Erenköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi Başhekimi Doç. Dr. Rabia Bilici, şunları söyledi:
"Şizofreninin seyri kişiden kişiye farklılık gösterir. Burada bir takım etkenler devreye girer. Mesela erken yaşta başlamışsa kötü olacağını düşündürür. Geç başlamış ise gelişiminizi daha da tamamlamış olursunuz ve böylece daha fazla korunmuş oluyorsunuz. Toplum içerisinde kabullenme hastalığın seyrini olumlu etkiliyor. Köylerde, kırsal kesimde bu hastalar daha fazla kabullenildiği için seyir daha iyi oluyor kentsel alanlara göre. Hasta ilaçlarını ne kadar düzenli kullanıyorsa, takiplerine düzenli olarak geliyorsa seyir daha iyi. Eşlik eden ruhsal rahatsızlıklar, kişinin alkol kullanması, uyuşturucu kullanması da seyri olumsuz etkileyen şeyler."
ORTAÇAĞ'DA YAKILARAK ÖLDÜRÜLÜRKEN OSMANLI'DA TEDAVİ EDİLİYOR
Şizofreni hastalarının damgalamaya maruz kalmasının tedaviyi olumsuz etkilediğini de belirten Doç. Bilici damgalamanın tarihiyle ilgili de şunları söyledi:
"Damgalama dediğimiz şey stigma. Bir leke, iz demek. Ortaçağ'da kişiler suç işledikleri zaman kızgın demirle vücutlarında bir leke oluşturuluyor. Bu da herkes tarafından görünsün, bilinsin, bir utanç kaynağı olsun diye oluşturulan bir şey. Tarihsel sürecine baktığımızda hastalığın Yine Ortaçağ'da da hasta olarak kabul edilmiyor da bu kişiler, suçlu, günahkar olarak algılanıyor. Bu nedenle toplumdan uzakta özellikle kapatılıyor. Bazen yakılarak öldürüldükleri oluyor. O zamanın şartlarında bir hastalık olduğu anlaşılmıyor ve utanç verici suçlular olarak algılanıyor. Ama sonraki süreçte bunun önemli bir hastalık olduğu fark ediliyor. Avrupa böyle ama Osmanlı hiçbir zaman böyle bir yaklaşım sergilemiyor. İslam dininin de bakış açısı ile bu kişiler günahsız, yaptıklarından sorumlu olmayan kişiler olarak algılandıkları için toplum içerisinde daha kolay kabul görüyorlar ve bu nedenle Osmanlı döneminde çok fazla bimarhane, şifahane, aş evi bu kişilere destek olması açısından oluşturuluyor. Bu kişilerin aslında devlet korumasına alındıklarının güzel bir işareti.
"Şizofreninin seyri kişiden kişiye farklılık gösterir. Burada bir takım etkenler devreye girer. Mesela erken yaşta başlamışsa kötü olacağını düşündürür. Geç başlamış ise gelişiminizi daha da tamamlamış olursunuz ve böylece daha fazla korunmuş oluyorsunuz. Toplum içerisinde kabullenme hastalığın seyrini olumlu etkiliyor. Köylerde, kırsal kesimde bu hastalar daha fazla kabullenildiği için seyir daha iyi oluyor kentsel alanlara göre. Hasta ilaçlarını ne kadar düzenli kullanıyorsa, takiplerine düzenli olarak geliyorsa seyir daha iyi. Eşlik eden ruhsal rahatsızlıklar, kişinin alkol kullanması, uyuşturucu kullanması da seyri olumsuz etkileyen şeyler."
ORTAÇAĞ'DA YAKILARAK ÖLDÜRÜLÜRKEN OSMANLI'DA TEDAVİ EDİLİYOR
Şizofreni hastalarının damgalamaya maruz kalmasının tedaviyi olumsuz etkilediğini de belirten Doç. Bilici damgalamanın tarihiyle ilgili de şunları söyledi:
"Damgalama dediğimiz şey stigma. Bir leke, iz demek. Ortaçağ'da kişiler suç işledikleri zaman kızgın demirle vücutlarında bir leke oluşturuluyor. Bu da herkes tarafından görünsün, bilinsin, bir utanç kaynağı olsun diye oluşturulan bir şey. Tarihsel sürecine baktığımızda hastalığın Yine Ortaçağ'da da hasta olarak kabul edilmiyor da bu kişiler, suçlu, günahkar olarak algılanıyor. Bu nedenle toplumdan uzakta özellikle kapatılıyor. Bazen yakılarak öldürüldükleri oluyor. O zamanın şartlarında bir hastalık olduğu anlaşılmıyor ve utanç verici suçlular olarak algılanıyor. Ama sonraki süreçte bunun önemli bir hastalık olduğu fark ediliyor. Avrupa böyle ama Osmanlı hiçbir zaman böyle bir yaklaşım sergilemiyor. İslam dininin de bakış açısı ile bu kişiler günahsız, yaptıklarından sorumlu olmayan kişiler olarak algılandıkları için toplum içerisinde daha kolay kabul görüyorlar ve bu nedenle Osmanlı döneminde çok fazla bimarhane, şifahane, aş evi bu kişilere destek olması açısından oluşturuluyor. Bu kişilerin aslında devlet korumasına alındıklarının güzel bir işareti.
Günümüze geldiğimizde ülkemizde çok fazla ruh sağlığı hastanesi var ama bunlar hiçbir zaman toplumun dışında merkezler değil. Bu damgalamanın azaltılması için yapılması gereken en önemli şey kapıların daha fazla açılması, bu kişilerin toplum içerisinde yer almasını sağlamak damgalamayı azaltacak en önemli faktörlerden bir tanesi."
TOPLUM RUH SAĞLIĞI MERKEZLERİNDE ŞİZOFRENİ TAKİBİ
2008'den sonra toplum ruh sağlığı merkezlerinin açılmaya başladığını söyleyen Doç. Dr. Bilici, bu merkezlerin hastaların özel, sosyal sorunlarıyla çok daha iyi ilgilenmeye yaradığını ve takip olanağının daha fazla olduğunu açıkladı ve sözlerine şöyle devam etti:
"Kapalı kliniklerden ziyade bu hastaların toplumun içerisinde halkla bütünleşik bir şekilde tedavi olmaları, herkesin daha çok yaşadığı bölgede kolayca hizmet alabileceği merkezler açıldı. Bu toplum ruh sağlığı merkezlerinin yaygınlaştırılması hedefleniyor. Buradaki en büyük fark şu bence kapalı kliniklerin olduğu yerlerde daha çok alevlenme dönemindeki hastaların ihtiyaçları gideriliyor aslında. Sizin hastalığınız bir alevlenme dönemindeyse hastalığınızın toparlanması için tedavi uygulanıyor. Ama toplum ruh sağlığı merkezinde aslında bu alevlenme dönemleri hiç olmasın diye bir takım erken tedbirler de alınıyor. Aslında bir halk sağlığı hizmeti veriliyor bir anlamda da. O nedenle biz çok önemsiyoruz da ruh sağlığı çalışanları olarak."
AİLELER DE YALNIZ OLMADIKLARINI GÖRÜYORLAR
Toplum ruh sağlığı merkezlerine başvurmanın şizofreni hastalarının ailesine de fayda sağladığını belirten Doç. Dr. Bilici burada verilen hizmetleri şu şekilde anlattı:
"Burada her birey için onun ihtiyacı öncelikli belirleniyor. Bu birey öncelikle öz bakımını yapamayan bir hastaysa öz bakımı yapılıyor. Ya da tek başına tedavi kurumuna gelip tekrar evine dönmeyi beceremiyorsa nasıl gelip gideceği ile ilgili bilgiler öğretiliyor. Burada hedef aslında kişinin olabildiğince kendi başına yaşayabileceği bir ortam oluşturmak. Eğer bu olmuyorsa dahi minimum destek ile yaşamını sürdürebileceği bir yeterliliğe kavuşturulması bekleniyor. Bunun dışında bir takım sosyal faaliyetler de var. Ben bunların içerisinde en çok aile ile yapılan çalışmaları önemsiyorum. Çünkü aileler çok çaresiz, ne yapacaklarını bilmiyorlar, bazen tükenmiş hissediyorlar. Çünkü uzun süreli bir hastalık ve ekonomik boyutu var. Bazen işlerine devam edemiyorlar hastaya bakımları nedeniyle. Halbuki toplum ruh sağlığı merkezlerine getirilen bir hasta, hastaya sağladığı katkı yanında ailenin de yarım gün, 1 günlük kendine ayırabileceği vakti olabiliyor. Hastalığın doğasını öğreniyor, hastalığın alevlenme dönemi nasıl oluyor bunu öğreniyor. Bir anlamda etkileşim de oluyor, yalnız olmadıklarını görüyorlar. Diğer ailelerin de benzer durumda olduğunu görüyorlar."
TOPLUM RUH SAĞLIĞI MERKEZLERİNDE ŞİZOFRENİ TAKİBİ
2008'den sonra toplum ruh sağlığı merkezlerinin açılmaya başladığını söyleyen Doç. Dr. Bilici, bu merkezlerin hastaların özel, sosyal sorunlarıyla çok daha iyi ilgilenmeye yaradığını ve takip olanağının daha fazla olduğunu açıkladı ve sözlerine şöyle devam etti:
"Kapalı kliniklerden ziyade bu hastaların toplumun içerisinde halkla bütünleşik bir şekilde tedavi olmaları, herkesin daha çok yaşadığı bölgede kolayca hizmet alabileceği merkezler açıldı. Bu toplum ruh sağlığı merkezlerinin yaygınlaştırılması hedefleniyor. Buradaki en büyük fark şu bence kapalı kliniklerin olduğu yerlerde daha çok alevlenme dönemindeki hastaların ihtiyaçları gideriliyor aslında. Sizin hastalığınız bir alevlenme dönemindeyse hastalığınızın toparlanması için tedavi uygulanıyor. Ama toplum ruh sağlığı merkezinde aslında bu alevlenme dönemleri hiç olmasın diye bir takım erken tedbirler de alınıyor. Aslında bir halk sağlığı hizmeti veriliyor bir anlamda da. O nedenle biz çok önemsiyoruz da ruh sağlığı çalışanları olarak."
AİLELER DE YALNIZ OLMADIKLARINI GÖRÜYORLAR
Toplum ruh sağlığı merkezlerine başvurmanın şizofreni hastalarının ailesine de fayda sağladığını belirten Doç. Dr. Bilici burada verilen hizmetleri şu şekilde anlattı:
"Burada her birey için onun ihtiyacı öncelikli belirleniyor. Bu birey öncelikle öz bakımını yapamayan bir hastaysa öz bakımı yapılıyor. Ya da tek başına tedavi kurumuna gelip tekrar evine dönmeyi beceremiyorsa nasıl gelip gideceği ile ilgili bilgiler öğretiliyor. Burada hedef aslında kişinin olabildiğince kendi başına yaşayabileceği bir ortam oluşturmak. Eğer bu olmuyorsa dahi minimum destek ile yaşamını sürdürebileceği bir yeterliliğe kavuşturulması bekleniyor. Bunun dışında bir takım sosyal faaliyetler de var. Ben bunların içerisinde en çok aile ile yapılan çalışmaları önemsiyorum. Çünkü aileler çok çaresiz, ne yapacaklarını bilmiyorlar, bazen tükenmiş hissediyorlar. Çünkü uzun süreli bir hastalık ve ekonomik boyutu var. Bazen işlerine devam edemiyorlar hastaya bakımları nedeniyle. Halbuki toplum ruh sağlığı merkezlerine getirilen bir hasta, hastaya sağladığı katkı yanında ailenin de yarım gün, 1 günlük kendine ayırabileceği vakti olabiliyor. Hastalığın doğasını öğreniyor, hastalığın alevlenme dönemi nasıl oluyor bunu öğreniyor. Bir anlamda etkileşim de oluyor, yalnız olmadıklarını görüyorlar. Diğer ailelerin de benzer durumda olduğunu görüyorlar."