Sıcak bir yaz günü marketten aldığınız pet şişe içerisindeki soğuk suyu içerken iş yerinde düzenlenen neşeli bir doğum günü kutlamasında kesilen pastayı plastik tabak ve çatal ile yerken veya kirli kıyafetlerinizi yıkamak için market raflarındaki deterjan kutularına elimiz uzanırken aslında doğaya döndürülemez bir zarar vereceğimiz pek de aklımıza gelmez. Bunun en önemli sebebi, plastik diye adlandırılan malzemenin uzun yıllardır etkin bir şekilde dönüştürülebilir olduğunu varsayarak plastik üretim, tüketim ve atıklarının masum olduğuna inanmamızdır.
Dayanıklı, hafif ve de en önemlisi ucuz maliyetli bir seçenek olarak piyasaya sürülen plastikler yıllar içerisinde gündelik hayatta kullandığımız birçok ürünün temel bileşeni haline gelmiştir. 1950 yılından bu yana dünyada 8 milyar ton plastik üretildiği tahmin edilmektedir. Özellikle 2000’li yıllardan sonra katlanarak artan plastik üretimine yönelik Birleşmiş Milletler Çevre Programı’nın (UNEP) yayımladığı istatistiklere göre günümüzde her yıl yaklaşık 400 milyon ton plastik üretilmeye devam etmekte ve bu plastiklerin birçoğu ne yazık ki geri dönüşüme dâhil edilememektedir. Plastiklerin küresel ölçekte yalnızca yüzde 9’unun geri dönüştürüldüğü, yüzde 12’sinin yakılmak suretiyle ortadan kaldırıldığı, geri kalanın ise atık haline gelerek doğaya karıştığı raporlanmıştır.
Birçok araştırmaya göre plastik kirliliği meselesinin Asya kıtası merkezli olduğu ifade edilse de meselenin küresel bir tehdit olduğu uluslararası kuruluşlar tarafından kabul edilmektedir. Plastiğin hafif bir materyal olma özelliği sebebiyle plastik atıklar en hafif şiddetteki rüzgârlarda dahi ve de okyanus akıntılarıyla dünyanın her yerine yayılmakta ve sınır aşan bir çevre meselesi olarak karşımıza çıkmaktadır. Doğada uzun süre yok olmadan kalan plastikler birçok canlının hayat sahası olan ekosistemlere büyük zararlar vermektedir.
Plastik atıklar güneş, rüzgâr, ısı veya suya maruz kalarak parçalanmakta, mikroplastik ve nanoplastik adı verilen daha küçük parçalara dönüşmektedir. Diğer bir deyişle doğada takip edip yok edemediğimiz daha fazla sayıda plastik atık meydana gelmektedir. Plastik parçacıklar okyanusların en derinleri dahil olmak üzere dünyanın her yerine dağılarak vahşi hayvanların, bitkilerin, insanların ve hayatta kalmak için güvendiğimiz birbirine bağlı tüm ekosistemlerin sağlığını tehdit etmektedir. Adı üstünde mikro boyutta olan bu plastikler deniz canlılarının besin zincirine dâhil olmakta, deniz ekosistemlerindeki yaşam döngüsünde istenmeyen ancak her geçen gün bu döngüden çıkarılması imkânsız hale gelen bir parça haline gelmektedir.
Okyanuslardaki plastik miktarının artmasıyla, birçok vahşi hayvan plastiği besin sanarak tüketmekte, deniz memelileri tarafından ise makro boyuttaki plastiklerin yutulması artmaktadır. Plastik parçalar ve parçacıklar, mide ve bağırsak duvarlarının delinmesi başta olmak üzere hayvanların sindirim sistemlerinde ölümcül fiziki yaralanmalara sebep olmaktadır. Deniz kaplumbağalarında gözlemlendiği gibi küçük miktarlarda plastik bile hayvanların ömrünü kısaltmakta, plastiğin yapısındaki tehlikeli kimyasallar zamanla bu hayvanların vücutlarında birikmektedir.
Birleşmiş Milletler tarafından yayımlanan raporda her yıl yüzbinlerce deniz canlısının ve deniz canlıları ile beslenen kuşların plastik atıklar sebebiyle hayatını kaybettiği ve plastik kirliliğinin bu hızla devam etmesi durumunda 2050 yılı itibarıyla deniz canlıları ile beslenen kuşların yüzde 99’unun vücudunda plastik atık bulunabileceği öngörülmektedir. Mevcut durumda ise mikroplastiklerin tüm kuşlar ve balıkların neredeyse yüzde 90’ının besin zincirine dâhil olduğu düşünülmektedir.
Bu durum deniz ürünlerinin ve içme sularını tüketilmesiyle birlikte insanların da doğrudan ve dolaylı yoldan mikroplastiklere maruz kaldığı ve sağlıklarının tehlikeye girdiği gerçeği ile yüzleşmemiz gerektiğini göstermektedir. Kısa bir süre önce Viyana’daki bir üniversitede çalışan bilim insanları tarafından yapılan bir araştırmada bir haftada kişi başı ortalama beş gram plastik parçacığın insan mide ve bağırsak sistemine girdiği bulunmuştur.
Dayanıklı, hafif ve de en önemlisi ucuz maliyetli bir seçenek olarak piyasaya sürülen plastikler yıllar içerisinde gündelik hayatta kullandığımız birçok ürünün temel bileşeni haline gelmiştir. 1950 yılından bu yana dünyada 8 milyar ton plastik üretildiği tahmin edilmektedir. Özellikle 2000’li yıllardan sonra katlanarak artan plastik üretimine yönelik Birleşmiş Milletler Çevre Programı’nın (UNEP) yayımladığı istatistiklere göre günümüzde her yıl yaklaşık 400 milyon ton plastik üretilmeye devam etmekte ve bu plastiklerin birçoğu ne yazık ki geri dönüşüme dâhil edilememektedir. Plastiklerin küresel ölçekte yalnızca yüzde 9’unun geri dönüştürüldüğü, yüzde 12’sinin yakılmak suretiyle ortadan kaldırıldığı, geri kalanın ise atık haline gelerek doğaya karıştığı raporlanmıştır.
Birçok araştırmaya göre plastik kirliliği meselesinin Asya kıtası merkezli olduğu ifade edilse de meselenin küresel bir tehdit olduğu uluslararası kuruluşlar tarafından kabul edilmektedir. Plastiğin hafif bir materyal olma özelliği sebebiyle plastik atıklar en hafif şiddetteki rüzgârlarda dahi ve de okyanus akıntılarıyla dünyanın her yerine yayılmakta ve sınır aşan bir çevre meselesi olarak karşımıza çıkmaktadır. Doğada uzun süre yok olmadan kalan plastikler birçok canlının hayat sahası olan ekosistemlere büyük zararlar vermektedir.
Plastik atıklar güneş, rüzgâr, ısı veya suya maruz kalarak parçalanmakta, mikroplastik ve nanoplastik adı verilen daha küçük parçalara dönüşmektedir. Diğer bir deyişle doğada takip edip yok edemediğimiz daha fazla sayıda plastik atık meydana gelmektedir. Plastik parçacıklar okyanusların en derinleri dahil olmak üzere dünyanın her yerine dağılarak vahşi hayvanların, bitkilerin, insanların ve hayatta kalmak için güvendiğimiz birbirine bağlı tüm ekosistemlerin sağlığını tehdit etmektedir. Adı üstünde mikro boyutta olan bu plastikler deniz canlılarının besin zincirine dâhil olmakta, deniz ekosistemlerindeki yaşam döngüsünde istenmeyen ancak her geçen gün bu döngüden çıkarılması imkânsız hale gelen bir parça haline gelmektedir.
Okyanuslardaki plastik miktarının artmasıyla, birçok vahşi hayvan plastiği besin sanarak tüketmekte, deniz memelileri tarafından ise makro boyuttaki plastiklerin yutulması artmaktadır. Plastik parçalar ve parçacıklar, mide ve bağırsak duvarlarının delinmesi başta olmak üzere hayvanların sindirim sistemlerinde ölümcül fiziki yaralanmalara sebep olmaktadır. Deniz kaplumbağalarında gözlemlendiği gibi küçük miktarlarda plastik bile hayvanların ömrünü kısaltmakta, plastiğin yapısındaki tehlikeli kimyasallar zamanla bu hayvanların vücutlarında birikmektedir.
Birleşmiş Milletler tarafından yayımlanan raporda her yıl yüzbinlerce deniz canlısının ve deniz canlıları ile beslenen kuşların plastik atıklar sebebiyle hayatını kaybettiği ve plastik kirliliğinin bu hızla devam etmesi durumunda 2050 yılı itibarıyla deniz canlıları ile beslenen kuşların yüzde 99’unun vücudunda plastik atık bulunabileceği öngörülmektedir. Mevcut durumda ise mikroplastiklerin tüm kuşlar ve balıkların neredeyse yüzde 90’ının besin zincirine dâhil olduğu düşünülmektedir.
Bu durum deniz ürünlerinin ve içme sularını tüketilmesiyle birlikte insanların da doğrudan ve dolaylı yoldan mikroplastiklere maruz kaldığı ve sağlıklarının tehlikeye girdiği gerçeği ile yüzleşmemiz gerektiğini göstermektedir. Kısa bir süre önce Viyana’daki bir üniversitede çalışan bilim insanları tarafından yapılan bir araştırmada bir haftada kişi başı ortalama beş gram plastik parçacığın insan mide ve bağırsak sistemine girdiği bulunmuştur.
PLASTİKLERİN İKLİM DEĞİŞİKLİĞİNDEKİ ROLÜ
Plastiğin küresel ısınmadaki yerini anlayabilmek için plastiklerin üretimi ve çöpe atıldıktan sonraki işlemler dahil olmak üzere tüm süreçlerini göz önünde bulundurmak gerekir.
Tüm dünyada plastiklerin yaklaşık yüzde 36’sı diğer ürünlerin ambalajı olarak, yani paketleme işlevi görebilmesi amacıyla piyasaya sunulmaktadır. Tahmin edileceği üzere asıl ürün paketinden çıkarıldıktan sonra ambalajın çöpe atılması çok hızlı gerçekleşmektedir. Bu durum kullanılan çoğu plastiğin tek kullanımlık ve tüketici tarafından hızla gözden çıkarılma yönünü görmemiz için önemli bir gerçeklik barındırmaktadır.
Konunun çoğu tüketici tarafından bilinmeyen yönü ise bu kadar hızlı çöpe atılan bir malzemenin üretim aşamasının petrokimya endüstrisi ile hayli ilişkili olduğudur. İşlenmemiş bir plastiğin üretimi petrol bazlı hammaddelere diğer kimyasalların eklenmesiyle gerçekleşir. Plastik üretiminin emisyon ağırlıklı bir süreç olduğunu gören araştırmacılar tarafından 1 birim plastik üretmenin, 5 kat birim eşdeğerde karbondioksite sebep olduğu düşünülmektedir. Yıllık üretilen plastik miktarı göz önünde bulundurulduğunda sadece plastik üretimi kaynaklı ortaya çıkan yıllık karbondioksitin, trafikteki yaklaşık 19 milyon aracın yıllık toplam karbondioksit miktarına eşit olduğu tahmin edilmektedir.
Plastiklerle ilişkilendirilen diğer bir emisyon kaynağı ise üretilen plastiklerin kilometrelerce uzaklıklara taşınmasıyla ortaya çıkmaktadır. Milyonlarca kara, hava ve deniz taşıtının plastik malzemeleri sadece taşıyarak sebep olduğu emisyonlar göz ardı edilemeyecek seviyededir. Tüm bunlar değerlendirildiğinde Dünya Ekonomik Forumu’nun çalışmalarına göre yıllık küresel petrol tüketiminin yaklaşık yüzde 8’inin plastiklerle ilişkilendirildiği ifade edilmekte, plastik kullanımının mevcut artışla devam etmesi durumunda 2050 yılında bu oranın yüzde 20’lere kadar yükselebileceği öngörülmektedir.
Plastiklerden kurtulmaya çalışmak da pek iklim yanlısı bir süreç değildir. Geri dönüştürülemeyen bazı plastik atıkların yakılmak suretiyle ortadan kaldırılması çok yaygın bir yöntem olarak karşımıza çıksa da yine tonlarca sera gazı emisyonuna sebep olmaktadır. Yanan plastikler sadece iklim değişikliğine sebep olan gazlara değil, aynı zamanda kurşun, cıva, arsenik gibi diğer zehirli gazların ortaya çıkmasına da sebebiyet vermektedir. Yanma işleminden sonra oluşan kül ve atık sular ise genellikle çöplüklere gönderilmekte ve burada toprağa ve su kaynaklarına sızma riski oluşturmaktadır.
Ancak plastiklerin üretimi ve yakılarak ortadan kaldırılması aşamalarında ortaya çıkan doğrudan emisyonların yanı sıra, mikroplastiklerin varlığından kaynaklanan başka bir sorun daha bulunmaktadır. Bilindiği üzere iklim değişikliğine sebep olan sera gazlarının atmosferde dengede kalmasını sağlayan okyanuslar karbondioksit emisyonlarının yarısını tutma kapasitesine sahiptir. Bu dengenin oluşmasına imkân sağlayan ve okyanuslarda yaşayan plankton ve algler başta olmak üzere birçok canlı gün geçtikçe daha fazla miktarda mikroplastiğe maruz kalmaktadır. Bazı araştırmalara göre mikroplastiklerin alglerin büyümesine ve fotosentez kabiliyetinin azalmasına sebebiyet verdiği bulgusuna erişilmiştir. Dolayısıyla plastik atıkların okyanusların atmosferdeki karbondioksiti uzaklaştırma kapasitesini de tehdit ettiği düşünülmektedir.
Plastiğin küresel ısınmadaki yerini anlayabilmek için plastiklerin üretimi ve çöpe atıldıktan sonraki işlemler dahil olmak üzere tüm süreçlerini göz önünde bulundurmak gerekir.
Tüm dünyada plastiklerin yaklaşık yüzde 36’sı diğer ürünlerin ambalajı olarak, yani paketleme işlevi görebilmesi amacıyla piyasaya sunulmaktadır. Tahmin edileceği üzere asıl ürün paketinden çıkarıldıktan sonra ambalajın çöpe atılması çok hızlı gerçekleşmektedir. Bu durum kullanılan çoğu plastiğin tek kullanımlık ve tüketici tarafından hızla gözden çıkarılma yönünü görmemiz için önemli bir gerçeklik barındırmaktadır.
Konunun çoğu tüketici tarafından bilinmeyen yönü ise bu kadar hızlı çöpe atılan bir malzemenin üretim aşamasının petrokimya endüstrisi ile hayli ilişkili olduğudur. İşlenmemiş bir plastiğin üretimi petrol bazlı hammaddelere diğer kimyasalların eklenmesiyle gerçekleşir. Plastik üretiminin emisyon ağırlıklı bir süreç olduğunu gören araştırmacılar tarafından 1 birim plastik üretmenin, 5 kat birim eşdeğerde karbondioksite sebep olduğu düşünülmektedir. Yıllık üretilen plastik miktarı göz önünde bulundurulduğunda sadece plastik üretimi kaynaklı ortaya çıkan yıllık karbondioksitin, trafikteki yaklaşık 19 milyon aracın yıllık toplam karbondioksit miktarına eşit olduğu tahmin edilmektedir.
Plastiklerle ilişkilendirilen diğer bir emisyon kaynağı ise üretilen plastiklerin kilometrelerce uzaklıklara taşınmasıyla ortaya çıkmaktadır. Milyonlarca kara, hava ve deniz taşıtının plastik malzemeleri sadece taşıyarak sebep olduğu emisyonlar göz ardı edilemeyecek seviyededir. Tüm bunlar değerlendirildiğinde Dünya Ekonomik Forumu’nun çalışmalarına göre yıllık küresel petrol tüketiminin yaklaşık yüzde 8’inin plastiklerle ilişkilendirildiği ifade edilmekte, plastik kullanımının mevcut artışla devam etmesi durumunda 2050 yılında bu oranın yüzde 20’lere kadar yükselebileceği öngörülmektedir.
Plastiklerden kurtulmaya çalışmak da pek iklim yanlısı bir süreç değildir. Geri dönüştürülemeyen bazı plastik atıkların yakılmak suretiyle ortadan kaldırılması çok yaygın bir yöntem olarak karşımıza çıksa da yine tonlarca sera gazı emisyonuna sebep olmaktadır. Yanan plastikler sadece iklim değişikliğine sebep olan gazlara değil, aynı zamanda kurşun, cıva, arsenik gibi diğer zehirli gazların ortaya çıkmasına da sebebiyet vermektedir. Yanma işleminden sonra oluşan kül ve atık sular ise genellikle çöplüklere gönderilmekte ve burada toprağa ve su kaynaklarına sızma riski oluşturmaktadır.
Ancak plastiklerin üretimi ve yakılarak ortadan kaldırılması aşamalarında ortaya çıkan doğrudan emisyonların yanı sıra, mikroplastiklerin varlığından kaynaklanan başka bir sorun daha bulunmaktadır. Bilindiği üzere iklim değişikliğine sebep olan sera gazlarının atmosferde dengede kalmasını sağlayan okyanuslar karbondioksit emisyonlarının yarısını tutma kapasitesine sahiptir. Bu dengenin oluşmasına imkân sağlayan ve okyanuslarda yaşayan plankton ve algler başta olmak üzere birçok canlı gün geçtikçe daha fazla miktarda mikroplastiğe maruz kalmaktadır. Bazı araştırmalara göre mikroplastiklerin alglerin büyümesine ve fotosentez kabiliyetinin azalmasına sebebiyet verdiği bulgusuna erişilmiştir. Dolayısıyla plastik atıkların okyanusların atmosferdeki karbondioksiti uzaklaştırma kapasitesini de tehdit ettiği düşünülmektedir.
ULUSLARARASI YENİ BİR ANLAŞMA
İklim değişikliği kapsamında plastiklerden kaynaklı sera gazı emisyonlarını azaltmak için birkaç yöntem sunulabilir. Mesela üretim aşamasında yalnızca rüzgâr ve güneş gibi sıfır karbonlu enerji kaynaklarından yararlanarak emisyonların büyük oranda azaltılması mümkün olabilir. Ancak plastiklerin doğaya ve canlılara verdiği hasarlar göz önünde bulundurulduğunda en etkili çözüm plastik üretiminin azaltılması olarak öne çıkmaktadır. Bu noktada plastiklerin daha da yaygınlaşmasını önlemek için çok boyutlu sistematik değişiklikler gerekmektedir.
Plastik poşetlerin ücretlendirilmesi ve hatta yasaklanması, plastik çatal, bıçak ve pipetlerin yerine biyolojik olarak doğada çözünebilir çevre dostu ürünler sunulması, plastik pet şişelerin daha yüksek oranda geri dönüşüme kazandırılabilmesi için teşvikler sağlanması gibi uygulamalar birçok ülke tarafından tercih edilen önlemler arasında karşımıza çıkmaktadır. Ancak ne yazık ki bu uygulamalar yerel ve ulusal düzeyde sınırlı kaldığından ve bir yandan da toplumların yeteri kadar konuyla ilgili bilinçlendirilememesi sebebiyle alınan önlemler yetersiz düzeyde seyretmekte ve küresel ölçekte etkili bir çözüm ortaya konulamamaktadır.
Buna ek olarak son dönemde bölgesel ve küresel ölçekte de düzenleyici süreçlerin yaygınlaştığı ve plastik kirliliğini önleme çabalarında önemli bir artış olduğu gözlenmekle beraber bu uygulamalar henüz plastik kirliliğini sınırlayan küresel, bağlayıcı, sayısal ve ölçülebilir bir hedef içeren uluslararası anlaşma hükümlerine dayanmamaktadır. Plastik kirliliği krizi ile mücadeleyle ilişkili yürürlükteki uluslararası sözleşmelerin parçalı ve etkin olmayan yapıları uluslararası tartışmaların mevcut eğilimini bağlayıcılığı olan yeni bir küresel anlaşma ortaya çıkarılması yönüne kaydırmıştır. Bu çerçevede Birleşmiş Milletler Çevre Asamblesi’nde (UNEA) alınan son kararda bu yönde ilk ciddi adım atılarak plastik kirliliği krizine yönelik yeni bir küresel anlaşmanın çalışmalarını yürütmek üzere bir komite kurulmuş, anlaşma metnine yönelik bu yıl çalışmalarına başlayan komitenin çalışmalarını 2024 yılında tamamlanması talep edilmiştir.
Yeni anlaşmanın mevcut bilimsel veriler ve öngörüler ışığında plastiklerin üretim aşaması dâhil olmak üzere plastiklerin tüketimleri ve atık yönetimlerini kapsaması, iklim değişikliği ve biyoçeşitlilik ile ilgili bağlantıları en iyi şekilde yansıtması ve plastik kirliliği krizine en etkin çözümü sunması beklenmektedir.
Küresel toplumu harekete geçirecek olan bu yeni dönemde değişikliklere ihtiyaç duyacak sektörler arasında petrol üreticileri, plastik üreticileri, plastik ürün imalatçıları, otomotiv imalatçıları, tekstil imalatçıları, ambalaj şirketleri, perakendeciler, atık nakliyecileri, geri dönüşüm ile geri kazanım operatörlerinin sayılması mümkün gözükmektedir. Döngüsel ekonomiye geçişin hızlandığı bu süreçte sayılan sektörler başta olmak üzere ekonomiye katkı veren diğer tüm sektörlerin bu yeni gelişmelere ayak uydurması için henüz hala vakit var. Ancak bu vaktin geçişe uygun hazırlıkların yapılması amacıyla kullanılmasının özel sektöre gelecek dönemde çok ciddi fayda sağlayacağını da gözden kaçırmamak gerekmektedir.
İklim değişikliği kapsamında plastiklerden kaynaklı sera gazı emisyonlarını azaltmak için birkaç yöntem sunulabilir. Mesela üretim aşamasında yalnızca rüzgâr ve güneş gibi sıfır karbonlu enerji kaynaklarından yararlanarak emisyonların büyük oranda azaltılması mümkün olabilir. Ancak plastiklerin doğaya ve canlılara verdiği hasarlar göz önünde bulundurulduğunda en etkili çözüm plastik üretiminin azaltılması olarak öne çıkmaktadır. Bu noktada plastiklerin daha da yaygınlaşmasını önlemek için çok boyutlu sistematik değişiklikler gerekmektedir.
Plastik poşetlerin ücretlendirilmesi ve hatta yasaklanması, plastik çatal, bıçak ve pipetlerin yerine biyolojik olarak doğada çözünebilir çevre dostu ürünler sunulması, plastik pet şişelerin daha yüksek oranda geri dönüşüme kazandırılabilmesi için teşvikler sağlanması gibi uygulamalar birçok ülke tarafından tercih edilen önlemler arasında karşımıza çıkmaktadır. Ancak ne yazık ki bu uygulamalar yerel ve ulusal düzeyde sınırlı kaldığından ve bir yandan da toplumların yeteri kadar konuyla ilgili bilinçlendirilememesi sebebiyle alınan önlemler yetersiz düzeyde seyretmekte ve küresel ölçekte etkili bir çözüm ortaya konulamamaktadır.
Buna ek olarak son dönemde bölgesel ve küresel ölçekte de düzenleyici süreçlerin yaygınlaştığı ve plastik kirliliğini önleme çabalarında önemli bir artış olduğu gözlenmekle beraber bu uygulamalar henüz plastik kirliliğini sınırlayan küresel, bağlayıcı, sayısal ve ölçülebilir bir hedef içeren uluslararası anlaşma hükümlerine dayanmamaktadır. Plastik kirliliği krizi ile mücadeleyle ilişkili yürürlükteki uluslararası sözleşmelerin parçalı ve etkin olmayan yapıları uluslararası tartışmaların mevcut eğilimini bağlayıcılığı olan yeni bir küresel anlaşma ortaya çıkarılması yönüne kaydırmıştır. Bu çerçevede Birleşmiş Milletler Çevre Asamblesi’nde (UNEA) alınan son kararda bu yönde ilk ciddi adım atılarak plastik kirliliği krizine yönelik yeni bir küresel anlaşmanın çalışmalarını yürütmek üzere bir komite kurulmuş, anlaşma metnine yönelik bu yıl çalışmalarına başlayan komitenin çalışmalarını 2024 yılında tamamlanması talep edilmiştir.
Yeni anlaşmanın mevcut bilimsel veriler ve öngörüler ışığında plastiklerin üretim aşaması dâhil olmak üzere plastiklerin tüketimleri ve atık yönetimlerini kapsaması, iklim değişikliği ve biyoçeşitlilik ile ilgili bağlantıları en iyi şekilde yansıtması ve plastik kirliliği krizine en etkin çözümü sunması beklenmektedir.
Küresel toplumu harekete geçirecek olan bu yeni dönemde değişikliklere ihtiyaç duyacak sektörler arasında petrol üreticileri, plastik üreticileri, plastik ürün imalatçıları, otomotiv imalatçıları, tekstil imalatçıları, ambalaj şirketleri, perakendeciler, atık nakliyecileri, geri dönüşüm ile geri kazanım operatörlerinin sayılması mümkün gözükmektedir. Döngüsel ekonomiye geçişin hızlandığı bu süreçte sayılan sektörler başta olmak üzere ekonomiye katkı veren diğer tüm sektörlerin bu yeni gelişmelere ayak uydurması için henüz hala vakit var. Ancak bu vaktin geçişe uygun hazırlıkların yapılması amacıyla kullanılmasının özel sektöre gelecek dönemde çok ciddi fayda sağlayacağını da gözden kaçırmamak gerekmektedir.