Fransa ile Türkiye arasında neler oluyor, Fransa neden böyle davranıyor?

Birçok alanda bugüne kıyasla daha ileri düzeyde işbirliği yapabilecek olan Türkiye ve Fransa, nerede sonlanacağı öngörülemez bir çıkar çatışması sarmalına girmiş durumdalar. İki tarafın Dışişleri arasındaki temas dahi asgariye indirgenmiş durumda. Peki Türkiye-Fransa hattında neler yaşanıyor, Fransızlar neden böyle davranıyor? Suriye ile başlayıp Libya'da devam eden ve son olarak Doğu Akdeniz'e ulaşan anlaşmazlıkların perde arkasını, Fransa'nın Yunanistan'a desteğinin nedenlerini ve yaşanan tüm süreci NTV Strasbourg Muhabiri Kayhan Karaca yazdı.

Haberler ntv.com.tr 01.09.2020 - 13:51 Son Güncelleme : 01.09.2020 - 14:06

Kayhan Karaca - NTV Strasbourg Muhabiri

Fransa-Türkiye ilişkileri, Sultan II. Beyazıt döneminde, Osmanlı’nın Fransa’ya ilk elçisini gönderdiği 1484 yılında başladı. Kanuni Sultan Süleyman ile I. François arasında imzalanan anlaşmayla Osmanlı topraklarında yaşayan Hristiyan toplulukların “hamisi” oldu Fransa. O tarihlerden bu yana kendisini hep öyle gördü, çıkarları nedeniyle öyle görmeye de devam ediyor.   

Fransa ve Türkiye bugün birçok dosyada anlaşamıyorlar. Bu gayet doğal. Şaşırtıcı olan iki ülkenin uzlaşı kültürü yerine çatışma kültürüyle anlaşmazlıkların üzerine gidiyor olmaları. Türkiye’nin dış politikada son yıllardaki hamleleri Fransa’nın stratejik çıkarları veya planlarıyla uyuşmuyor. Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron ve ekibi bu hamlelere Fransız diplomatik kültüründe nadiren rastlanan bir üslupla yanıt veriyor.

Aslında iki ülke 1990’ların sonlarından bu yana “Ermeni soykırımı” iddialarıyla ilgili olarak Fransa’da neredeyse her seçim öncesi fırına verilen yasa tasarı veya teklifleri nedeniyle daimi kriz halindeler. Bu kriz Fransız Anayasa Konseyi’nin 2012 yılında aldığı karar ve Doğu Perinçek’in AİHM’de İsviçre’ye karşı kazandığı ifade özgürlüğü davası sonrası şimdilik frenlenmiş görünüyor. Ancak Paris-Ankara hattında başka sorunlar da var. Bunların başında Türkiye’nin AB üyelik perspektifi, Suriye dosyası, Fransa’nın PYD/YPG ile ilişkileri, Libya ve son olarak Doğu Akdeniz geliyor.

KENDİNE ÖZGÜ ''AKDENİZ AJANDASI''

Fransa’nın kendisine özgü bir Akdeniz ajandası mevcut. Bu ajandaya hem iç ve dış güvenlik hem de AB içi dengeler nedeniyle ihtiyacı var. Her şeyden önce Afrika’daki eski sömürgelerinden yeni göç akınlarına maruz kalmaktan korkuyor. Topraklarında Cezayir, Fas, Tunus ve siyah Afrika kökenli milyonlarca kişi yaşıyor. Bunların çoğu Müslüman ve Fransız vatandaşı. Aralarında radikalleşmiş olanlar var. Paris bu radikal grupların örgütlenip iç siyasette söz sahibi olmalarından çekiniyor. Gerek bu nedenler gerekse Afrika’daki stratejik çıkarları nedeniyle Akdeniz’i “kontrol etmesi gereken bir havza” olarak görüyor.

Doğu Akdeniz’i de varlık göstermesi gereken bir bölge olarak algılıyor Fransa. Osmanlı yıkıldıktan sonra kurduğu “Büyük Lübnan” ile Yakın Doğu’ya yerleşti. Lübnan için Fransa’nın bölgedeki üssü demek yanlış olmaz. Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’un Beyrut limanındaki patlama sonrası derhal Lübnan’a gitmesi tesadüf değil. Fransa bu ülkeyi yok olmaktan kurtarmaya çalışıyor. Lübnan’ın yok olması Fransa’nın bölgedeki varlığının sona ermesi demek.

PARİS'TEKİ TERÖR SALDIRILARI BAKIŞI DEĞİŞTİRDİ

Fransa’nın Suriye krizinde ön saflarda olmak istemesini de bu açıdan okumakta fayda var. Paris ve Ankara Suriye krizinin başlarında Esad karşıtı koalisyonda birleşti. Hatta bu dosya ikili ilişkilere olumlu da yansıdı. Macron öncesi Cumhurbaşkanı François Hollande Ocak 2014’te Türkiye’yi ziyaret etti. Her planda ilişkilerin düzeltilmesi sinyali verdi. Ancak 2015’te Paris’te meydana gelen terör saldırıları Fransa’da yönetim ve toplumun sadece Suriye krizine değil, İslam ve Müslümanlara bakışını da kökünden değiştirdi.

O tarihten itibaren Fransa için Suriye’de öncelik artık Esad rejimini yıkmak değil, “cihatçılar” olarak adlandırılan terör gruplarlarıyla mücadele olmaya başladı.

PYD'YE İZİN VERDİ

Toplumdan bu yönde baskı gören Hollande Suriye denkleminden silinmemek ve sahada radikal gruplara karşı mücadele edebilmek için sırtını PYD/YPG’nin başı çektiği örgütlere dayadı. Bu grupların temsilcilerini Elysée Sarayı’nda ağırladı. PYD’nin Paris’te resmi büro açmasına izin verildi.

Paris ve Ankara her ne kadar Irak ve Suriye’ye Türkiye üzerinden gitmiş radikal dinci Fransızların Türkiye tarafından Fransa’ya teslimi konusunda anlaşma yapmış olsalar da Fransa’nın PYD/YPG ile açık teması ilişkileri zehirlemeye başladı. Ankara’nın Suriye topraklarında gerçekleştirdiği askeri harekatlar ve bu harekatlara Washington ve Moskova’dan neredeyse onay gelmesi ise Paris’i çileden çıkardı. Fransa, Türkiye’nin hamleleriyle Suriye denklemindeki varlığını büyük ölçüde yitirmeye başladı.

RUSYA VE TÜRKİYE FRANSA'NIN DENKLEMİNİ BOZDU

Suriye dosyası tazeliğini korurken Libya dosyası geldi. Libya Fransa’nın Akdeniz ajandasının bir parçasıydı. Kaddafi rejiminin devrilmesinde Fransa öncü rol oynamıştı. Oysa Nicolas Sarkozy cumhurbaşkanıyken Kaddafi’nin Paris’in göbeğine bedevi çadırları kurmasına göz yummuş, kendisini kırmızı halılarla ağırlamış, nükleer işbirliğine götüren anlaşmalar imzalamıştı. Aynı Sarkozy’nin seçim kampanyasının finansmanı için Kaddafi’den milyonlarca Euro aldığına dair ciddi iddialar gündeme gelecekti yıllar sonra.

Fransa Kaddafi sonrası bu ülkenin yeraltı zenginliklerinin işletilmesinde ve yeniden inşasında aslan payına sahip olmak istiyordu. Kaddafi sonrası Libya’da varlığın resmi gerekçesi ise terör örgütleriyle mücadeleydi. Fakat olmadı. Burada da hesaplar tutmadı. Suriye’de olduğu gibi Rusya ve Türkiye’nin devreye girmesi burada da denklemi altüst etti.

TÜRKİYE İLE AB SORUNU 

Fransa Türkiye’nin AB üyelik sürecine de hiçbir zaman pozitif yaklaşmadı. Türkiye’ye Aralık 1999’da adaylık statüsü verilmesine zar zor onay verdi. Sarkozy 2007’de iktidara gelir gelmez, “tam üyeliğe götürüyor” diyerek yoktan var ettiği bir kuralla Türkiye ile üyelik müzakerlerinde 5 başlığı askıya aldı. Asıl neden Türkiye gibi, çoğunluğu Müslüman önemli nüfusa sahip bir ülkenin AB üyesi olma olasılığıydı. Bu durum Fransa’nın AB içindeki çıkarlarıyla uyuşmuyordu.

AB’nin atası olan AET 1957 yılında Fransa ile (Batı) Almanya arasında mutlak denge üzerine oturtulmuştu. Bu denge 1989’da Berlin Duvarı yıkıldıktan ve Orta ve Doğu Avrupa’daki sovyetik rejimler çöktükten sonra yavaş yavaş, 2004’te bu ülkeler AB üyesi yapıldıktan sonra ise gözle görülür biçimde Almanya lehine değişmeye başladı. Yunanistan’ı iflasın eşiğinden döndüren Euro krizi Almanya’nın sadece ekonomik değil aynı zamanda siyasi planda da lider olmaya başladığını gösterdi.

ALMANYA'YA KARŞI İKİ KOZU KALDI

Fransa’nın AB liderliğini bütünüyle Almanya’ya kaptırmamak için şimdi elinde iki kozu kaldı: silah gücü ve diplomasisi. Birleşik Krallığın AB’yi terk etmesiyle birlikte bugün AB içindeki tek gerçek muharip güç Fransa. Aynı zamanda nükleer bir güç ve denizaşırı askeri operasyon kabiliyetine sahip. Önemli bir diplomatik ağ dışında BM Güvenlik Konseyi’nde daimî koltuğu var. Bu kozlar Almanya ile denge açısından olağanüstü önemli. Almanya ile dengenin neredeyse kalmadığı bir ortamda pastaya bir de Türkiye’nin ortak olması Fransa’da kimi çevrelerin hayalini kurduğu, “Fransa’nın öncülüğünde küresel bir güç olarak AB” projesiyle bağdaşmıyor.

FRANSA YUNANİSTAN'A ''AĞABEYLİK'' YAPIYOR

Doğu Akdeniz’de Ankara ile Atina arasındaki kriz ise Fransa’da bir “uluslararası hukuk” problemi olarak niteleniyor. Fransa’nın bölgeye savaş gemi ve uçaklarını göndermesi, “Yunanistan ve Kıbrıslı Rumların, dolayısıyla AB’nin egemenliğine saygı duymayan Türkiye’nin oldubittiler yaratmasını engellemeyi amaçladığı” şeklinde pazarlanıyor.

Fransa burada da kendi çıkarlarını kollayan çok boyutlu bir politika izliyor. Her şeyden önce Yunanistan ve Kıbrıslı Rumlara “ağabeylik” yapıyor. Karşılığında Doğu Akdeniz’in yeraltı kaynaklarından pay almak var elbette.

YUNANİSTAN'I VE RUM KESİMİNİ YANINA ÇEKİYOR

Fakat Fransa Doğu Akdeniz’de Atina yanında saf tutarak AB cephesinde planlar da yapmakta. Yunanistan ve Kıbrıslı Rumlar böylelikle hem ikili ilişkilerde hem de AB karar mekanizmasında Fransa’ya bir bakıma borçlu hale geliyor. Benzer bir durum 2010’da Yunanistan iflasın eşiğindeyken yaşanmış, Fransa’da o dönem iktidarda olan Sarkozy, Yunan Başbakan Yorgo Papandreou’ya “Kurtarma karşılığında bizden silah almaya devam edeceksin” şantajında bulunmuştu. Öyle de oldu.

Bizlere bunu, Avrupa Parlamentosu’nda düzenlediği bir basın toplantısında Fransa’da Mayıs 68 kuşağının lideri Daniel Cohn-Bendit anlatmıştı. Yunanistan Fransız silah endüstrisi için daimî ve iyi bir müşteri. Kıbrıslı Rumlar ise AB içinde Türkiye’ye karşı Rum/Yunan tezlerine destek karşılığında Fransa’ya askeri üs tedarik etti.

AB'NİN KORUYUCU FRANSA İMAJI

Fransa Doğu Akdeniz’de askeri gövde gösterisi yaparak AB içinde bu kapasiteye sahip yegane ülke olduğunu da sergilemiş oluyor. İster istemez belleklerde “AB’nin koruyucusu Fransa” imajı doğuyor. Silahlarının reklamını da yapıyor. Fransız silah endüstrisi ve silahlı kuvvetlerinin COVID-19 küresel salgınının yarattığı ekonomik kriz nedeniyle silah alım veya orduların bütçelerinde kısıtlamaya gidilebileceği korkusuyla bu tür güç gösterilerini desteklediklerini tahmin etmek de zor değil elbette.

MACRON'UN SAĞCILARIN DESTEĞİNE İHTİYACI VAR

Son olarak meselenin bir de iç siyaset boyutu var. Emmanuel Macron 2022’de yeniden cumhurbaşkanı seçilmek istiyor. Seçilebilmek için merkez ve merkez sağ partilerin mutlak desteğine ihtiyacı var. Bu partilerin seçmenleri Türkiye’nin AB üyelik perspektifine tamamen karşılar. Dahası; Fransa’da son yıllarda “Siyasal İslam” korkusu da siyasette bir parametre haline geldi. Siyasal İslam’ı savunmak “bölücülük” olarak tanımlanıyor.

Fransız medyası son 2-3 yıldır özellikle, Cumhurbaşkanı Erdoğan ve AK Parti’nin Fransa’daki Türk kökenlileri “Fransız siyasetinde nüfuz sahibi olmak amacıyla örgütlediği” tezini işliyor. Bu akılalmaz tez Fransa’da paranoya derecesinde yayılıyor. Türk kökenlilerin çoğu üzerinde hiçbir etkisi olmayan sıradan birkaç isim dev bir komplonun maşasıymış gibi gösteriliyor Fransız basını tarafından.  

Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron
NEDEN SADECE İNATLA TÜRKİYE?

Türkiye’deki belli başlı siyasi partilerin (AK Parti, CHP, MHP, HDP...) Türkiye kökenlilerin yoğun olduğu Batı Avrupa ülkelerinde yasal dernekler çatısı altında örgütlendiği doğru. Fakat bu örgütlenme yaşanılan ülkelerdeki siyasete yön verme kaygısından ziyade, Avrupalı Türklerin Türkiye’deki seçimlerde oy kullanma hakkına sahip olmasından kaynaklanıyor. Fransa’da yaşayan diğer birçok yabancı kökenli topluluk da geldikleri ülkelerin seçimleri için Fransa’da oy kullanırken, Fransız medyasının inatla ve neredeyse sadece Türkiye kökenlilere yüklenmesi nasıl açıklanabilir?

Birçok alanda bugüne kıyasla daha ileri düzeyde işbirliği yapabilecek olan Türkiye ve Fransa, nerede sonlanacağı öngörülemez bir çıkar çatışması sarmalına girmiş durumdalar. İki tarafın Dışişleri arasındaki temas dahi asgariye indirgenmiş durumda. Türk ve Fransız toplumları medya aracılığıyla diğer ülke hakkında sadece olumsuz haberler alıyor. Devletler arasında gerginlikler yaşanabilir, fakat toplumların belleklerinde oluşan imajı değiştirmek ikili diplomatik ve siyasi ilişkileri düzeltmek kadar kolay olmayabilir.
Ana Sayfaya Git
  • ©Copyright 2024 | Tüm Hakları Saklıdır

NTV’de canlı olarak yayınlanan tüm programlar ile ilgili bilgiler, program bölümleri ve programlarla ilgili haberler NTV Ekranı’nda. Günlük NTV yayın akışı ve program saatlerini de NTV Ekranı kategorisinden saat bazında görebilirsiniz. %100 Futbol ile son dakika spor haberlerini, Gündem Masası ile gündem haberleri ile ilgili değerlendirmeleri NTV Ekranı’nda.